Wednesday, January 28, 2009

Beklemeyin!



Beklemeyin, hayatta hiç bir şey için.
Ertelemeyin, hiç bir şeyi, bu kısa hayatta.

Eskiden çoğu aile babası, çocukları şımarır diye, onların saçını bile okşamazmış, bir kez bile ömründe. Bir tek kerecik bile.
Aile babalarının korkutucu olması gerekirmiş o zamanlarda, 'otorite'ymiş onlar çünkü, babalarını görünce bile çocukların bacakları titrermiş.

Sevgiyi göstermekten çekinmeyin.
İnsanlar hayatta en çok sevgiye ve takdir edilmeye ihtiyaç duyar.
Sevgi hiç kimseyi şımartmaz. Tam tersine, sevgi sevgiyi doğurur.

Hemen şimdi, hayattaysa eğer, babaannenizi arayın. Ona onu ne çok özlediğinizi ve ne çok sevdiğinizi söyleyin.
Ya da anneannenizi ziyarete gidin, elinizde bir buket çiçekle.
Kaç yaşında olursanız olun, bayramda dedenizin elini öpün. Hala yanınızda olduğu için Tanrıya şükredin.
Çocuğunuz varsa yanaklarını sıkın, sarılın doyasıya, gıdıklayın, öpücüklere boğun.
Eşiniz varsa yanına gidip sarılın, hayatınızda olmasının sizin için ne kadar mutluluk verici olduğunu söyleyin. Bunu yapmak için 'Sevgililer Günü'nü beklemeyin.
Annenize uzun, güzel bir teşekkür mektubu yazın. Bunu yapmak için 'Anneler Günü'nü beklemeyin.
Babanıza sarılıp 'baba kokusu'nu içinize çekin. Eğer benim gibi annenizden ve babanızdan okyanuslar uzaklığındaysanız, arayıp sesini duyun, ona telefonda bir şarkı söyleyin, bir şiir okuyun. (Yeni Fransızca öğrenmeye başladığım zamanlardı, babama bir doğumgününde hediye olarak telefondan Jacques Prevert'in bir şiirini Fransızca olarak okumuştum, ezberden:)
Kardeşiniz varsa ona güzel bir hediye alın, güzel bir şarkı söyleyin, bir tepsi kurabiye pişirin, oturup başbaşa çay için :)
Uzun zamandır konuşmamış olduğunuz dostunuzu arayın. Sadece 'merhaba, nasılsın?' demek için bile olsa arayın.


Sevdiklerinize bütün bu güzellikleri, onlar henüz yanınızdayken verin. Onlar geri dönüşü olmayan yola girdiklerinde değil.

Söylemek istediğiniz bütün güzel sözleri, şimdi, bugün çıkarıp göğsünüzden, ait olanlara gönderin. Daha sonra değil, geç olduğunda değil, iş işten geçtikten sonra değil.

Aksi halde söylemek istemiş olduğunuz, içinizde sakladığınız ve artık asla söyleyemeyeceğiniz sözler, birer yumru olur boğazınızda. Sonra yanaklarınızdan süzülüp toprağa akar, ama nafile.

Sevgiyi göstermekten çekinmeyin. Ertelemeyin. Asla beklemeyin.

Beklemeyin.








Parakeet ( LP Version ) - BILL BERRY


Fotoğraf: Moonshine
© 2008


Sunday, January 25, 2009

Emeğimi çalmayın!



Bugün beni çok üzen bir olaydan bahsetmek istedim.
İki gün önce blog'uma kimler hangi kelimeleri arayıp girmiş diye bakarken, 'Babalar ve Kızları' yazımdan bir söz öbeğini aradıklarını farkettim: 'Baba bir sığınaktır kızı için'
Kendi kendime 'çok garip, neden tam da bu söz öbeğini Google'da aramışlar ki?' diye düşündüm.
Kendim de bir Google'da aratayım dedim.

Bir de ne göreyim?
'Babalar ve kızları' yazım, onlarca web sitesinde, 'kopyala-yapıştır' özelliğini çok seven insanlar tarafından, iznim olmadan alınıp kullanılmış.
Bir çok forumda, mesajlarda, blog'da, yani aklıma gelebilecek onlarca yerde çoğaltılmış.
Bu insanlardan neredeyse hiçbiri, alıntının nereden olduğunu yazmak zahmetinde bulunmamış.
Hatta bazıları, sanki kendisi yazmış gibi altına imzasını atıvermiş!!
Yazının altında 'eline, kalemine sağlık' diye cevap verenlere teşekkür etmiş, utanmadan..

Daha sonra sırf meraktan, çok okunan bir kaç bazı yazımdan rastgele cümleler seçip onları da arattım. Hayretler içerisinde kaldım. İnsanlar yazılarımın çoğunu hiç bir kaynak belirtme gereği görmeden, haberim olmadan çalmakta hiç bir sakınca görmemiş.

Bir örnek: Çok 'dindar' geçinen bir arkadaşımız 'Bu dünya, öteki dünya' adındaki yazımı aynen kopyalayıp dini bir forumda kendi yazmış gibi sayfanın altlarındaki mesajına yapıştırmakta bir yanlışlık (!) bulmamış. Vicdan azabı da çekmemiş anlaşılan.

Bu insanların çoğu, birisi evlerine girip değerli bir şeylerini çalsa, götürse ne düşünürlerdi acaba? Nasıl hissederlerdi kendilerini?

Maalesef toplumumuzda 'emeğe saygı' yok.

Çok üzülmeme ve sinirlenmeme rağmen yapabileceğim çok fazla bir şey de yok açıkçası. Biraz araştırınca öğrendim ki popüler olan bir çok blog sahibi bu durumdan mağdur olmuş. Bir kaç sitenin sahibine mesaj attım, onlar ya yazıyı kaldırdılar ya da altına benim sitemden alıntı olduğunu gösteren ibareler koydular. Ama internet o kadar geniş bir derya ki, bunların hepsini takip etmek mümkün değil. Buna ne zamanım, ne de halim var. 'İnternet polisi' gibi bir kurum yok, pek bir yaptırım gücümüz yok. Ayrıca internette yazı yazan herkese ulaşmak da mümkün değil. Çoğunun hiç bir iletişim bilgisi yok.

İnsan kendi başına gelince anlıyormuş, ne kadar feci bir şey olduğunu. O kadar emek verip yazdığım yazılarımı bambaşka yerlerde, alt kültür forumlarında, haberim bile olmayan alakasız sitelerde görünce anladım.

Bu yazıyı okuyan herkese sesleniyorum: Lütfen başkasının emeğini çalmayın. Telif hakları'na saygı gösterin. Korsan kitap almayın. İntihal (ya da İngilizce adıyla plagiarism) ağır bir suçtur. Sitemden yazıları kopyalayıp yapıştıracaksanız bile hiç olmazsa altına bir link koyma ve yazıyı nereden aldığınızı söyleme zahmetini gösterin. Emeğe bu kadarcık da olsa bir saygınız olsun.

İşe yarayabilecek bir kaç link:

Blog'unuzdan copy-paste'i kaldırma yolu:
http://myblog-log.blogspot.com/2007/06/disable-copy-and-paste.html

İntihal nedir? Nasıl kaçınılır?:

http://www.indiana.edu/~wts/pamphlets/plagiarism.shtml

Blog içeriğini koruma yolları:

http://mohitaneja.com/blogging/how-to-copyright-and-protect-your-blog-content.htm



Daha saygılı bir toplumsal bilince ulaşmak dileğiyle.

Moonshine


Thursday, January 22, 2009

Takip ettiğim bloglar

Her şeyden önce bu yazıyı / blog'umu okuyorsanız eğer, size teşekkür etmek istiyorum.

Neden? Çünkü, üç buçuk yıl önce sadece deşarj olma amacıyla yazmaya başladığım blog'um tahmin ettiğimden daha fazla insanın ilgisini çekti, yazılarım bir çok insana ulaştı, hayatlarına dokundu. Sonuçta benim blog'um bir 'yemek blogu' değil. Bir 'bebek blogu' da değil. Pek 'bugün ne yedim ne içtim, nereleri gezdim' temalı ya da bol fotoğraflı bir 'moda blogu' olduğunu da söyleyemem. Ana teması olmayan, her konuda düşüncelerimi yazdığım, fikirlerimi paylaştığım bir internet günlüğü sadece. Genelde kişisel görüşlerimi yazdım. Bazen daha ağır, akademik bir dil kullandım. Çok fazla sayıda insana ulaşma, yardım etme ya da bir şeyler satma gibi bir iddiam olmadı hiç. O yüzden yazılarımı ilginç bulup okuduğunuz için teşekkür etmek istedim :)

Ben de bütün bu süreç içinde bir çok ilginç blog tanıyıp çok şey öğrendim, başkalarının yazılarıyla hayatıma güzellikler katıldı. Çoğu köşe yazarını okurken alamadığım keyfi, başka blog yazarlarının yazılarını okurken aldım. O yüzden bugünkü yazımda takip ettiğim blog'lardan bir kaçını burada tanıtmak istiyorum:

Öncelikle belirtmek istiyorum ki bence Türk blog yazarları gerçekten çok başarılılar: Çok fazla blog okuyup yorum yazamasam da gördüğüm kadarıyla herkes hobi bile olsa blog'una çok özen gösteriyor ve gerçekten iyi işler yapıyorlar. İnternete kendi yazılarıyla katkıda bulunmak, başka insanlarla deneyimlerini ve fikirlerini paylaşmak, onlara her konuda yardım etmek, ve bunu bloglar aracılığıyla yapmak bence gerçekten çok güzel bir uğraşı. Blog'larına emek verip çok güzel işler çıkaran bütün Türk blog yazarlarını buradan tebrik ediyorum!

MOONSHINE'IN FAVORI BLOG'LARI:

Yemek blogları:

Binnur'dan Turk Yemek Tarifleri: Amerika'ya geldiğimden beri takip ettiğim bu güzel blogda sevgili Binnur çok pratik ve kolay hazırlanan, çok lezzetli yemekler yapıp bizimle paylaşıyor. Tarifler A.B.D ölçülerine göre olduğu için benim gibi yurt dışında yaşayan birisi için çok güzel bir kaynak. Bir çok tarifini denedim, hepsi de mükemmel oldu. Bugüne dek gördüğüm en açık seçik anlatıma sahip ayrıca tarifleri. Yemek yapmanın aslında çok zevkli ve kolay olduğunu bana öğrettiğin için teşekkürler Binnur! :)

Cafe Fernando: Ayrıntılı tarifleri beni çok aşsa da, fotoğraflarına bakmaya bayıldığım bir yemek blog'u. Pastalar kekler yapacak, onlarla uğraşacak zamanım yok pek ama siteyi hazırlayan Cenk'in verdiği emeğe ve fotoğraf çekmekteki yeteneğine hayran kalmamak elde değil. Estetik olarak da, içerik olarak da harika bir site gerçekten. Ayrıca yurtdışında Türk yemeklerini tanıtma yolunda gösterdiği başarılarla da takdiri hakediyor.

Babişe Yemekler: Bu blog'u görür görmez inanılmaz ısındım, iki babiş'in güzel diyalogları mıydı, inanılmaz samimi ve sıcak anlatım mıydı, yoksa benim de canım babacığıma 'babiş' diye seslenmem miydi bilmiyorum :) Buradaki tarifler de pratiklik ve evde varolan malzemelerle pişirilebilirlik konusunda benden tam puan aldı. Zaten bir baba kızına yemekler yapar ve içine sevgi katarsa pişirilen yemeğin enfes olması çok doğal bence!

Portakal Ağacı: Yine tarifleri beni aşan ancak sunum konusunda çok başarılı başka bir site. Buradan pişirmeye cesaret edebildiğim tek şey bir pasta tarifi oldu: Bart'ın doğumgünü pastası'nın tarifini buradan alıp yaptım, çok güzel oldu, beğenildi. Bol teşekkürlerimi sunuyorum bu vesileyle. Ayrıca sitenin en üstündeki banner da pek cici gerçekten!

Foodies in London: Üniversiteden sevgili arkadaşım Burcu'nun yemek sitesi. Kendisinin çok şirin bir anlatımı var ve bir öğrencinin gayet rahatlıkla ve kolaylıkla yapabileceği leziz yemekleri tanıtıyor sitesinde. Şiddetle tavsiye ediyorum! :)

Günceler, rehber bloglar:

Akan zamana karşı: Sevgili Nurvenur'un blog'unu sanırım bir sene kadar önce keşfettim. Benzer yollardan ilerlediğimiz, ikimiz de akademisyen olduğumuz için, fikirlerini ve yazılarını çok beğendiğim için 'blog ikizim' diyebilirim sanırım :) Bizimki gibi blog'lara çok rastlanılmıyor, o yüzden iyi ki de bu güzel blog'u keşfetmişim! Film ve kitap eleştirileri çok kaliteli, ayrıca kendisi çok güzel fotoğraflar çekiyor.

Hallice: Buradaki çizimlere bayılıyorum! Blog sahibesi Halime Keskin gerçekten çok yetenekli bir sanatçı, belli ki. Gösterdiği emek, çizimlerinin inceliğinden, zarifliğinden, ayrıntılarından belli. Arada beynimi dinlendirmek için giriyorum, gerçekten keyif veriyor.

Pratik Anne: Pratik Anne de 3 seneyi aşkın süredir hamilelik, bebek ve çocuk bakımıyla ilgili her konuda yüzlerce yazı yazıyor. Görümcem diye söylemiyorum ama gerçekten kapsamlı bir sitesi var :) Kendi hayatını buna vakfetmekle kalmayıp başkalarına da yardımcı oluyor, pratik fikirler ve öneriler sunuyor.
Henüz anne değilim ama olduğumda yazıları ayrıntılı olarak okuyacağım ve eminim çok yararlanacağım.

Ayrıca Pratik Anne'nin bir Avon dükkanı da var. Her türlü makyaj ve kozmetik ihtiyacınız için tavsiye olunur.

Delfina
: Sevgili Delfina'yı blog'uma yazdığı bir yorum sayesinde tanıdım, iyi ki de tanımışım! Hayata çok bağlı, çok enerjik, pozitif enerji saçan bir insan olduğu blog'undan belli oluyor. Gerçekten içten bir blog, okumaktan keyif alıyorum.

Salıncakta İki Kişi: Son zamanlarda keşfettiğim çok renkli ve eğlenceli bir blog. Bakarken kendimi 'Elle' ya da 'Vogue' gibi bir dergiyi okuyormuş gibi hissediyorum :) Zaten makyaj, moda ve dekorasyon gibi estetik güzellik getiren herşeye zaman ayırabilen insanları hep takdir etmişimdir içten içe!

Gezgin Martı: Yine son zamanlarda keşfettiğim güzel bir gezi sitesi. Anlatımlar çok hoş, umarım daha da fazla yazı eklenir siteye.


Hayatıma renk katan herkese teşekkürler!

Sevgiler

Moonie




Monday, January 19, 2009

Bir hayalim var



Bugün, A.B.D'de Martin Luther King günü.
Yarın ise bu ülkenin tarihinde ilk defa, siyahi bir A.B.D vatandaşı başkan olacak.
Bu, bugüne ismini veren Martin Luther King'in yaşamına ve emeklerine ayrı bir anlam katıyor.
Sonucu ne olursa olsun, bu başkanlık Amerikan tarihinde çok büyük bir adım. Çok radikal bir değişimin göstergesi.

Martin Luther King'in 28 Ağustos 1963'te Washington D.C'de Lincoln Anıtı'nın önünde yaptığı 'Bir hayalim var' (I have a dream) konuşması, daha bir anlam kazanıyor. Yarın aynı şehirde, Barack Hüseyin Obama, A.B.D başkanlığını devralacak.


'Bugün bir hayalim var benim…

Gün gelecek, Alabama eyaleti, şirret ırkçıları ile, ağzından hep müdahale ve yasaklar yönünde sözler dökülen valisi ile, o eyalet bile, minicik siyah erkek ve kız çocuklarının, minicik beyaz erkek ve kız çocukları ile, kardeşçe el ele tutuşabilecekleri bir yer olacaktır…

Bugün bir hayalim var benim…

Evet, bir hayalim var…! Gün gelecek, özgürlüğümüzün önünde birer engel olan bütün vadiler yükselecek, bütün dağlar eğilecek, engebeli yerler hizaya gelecek ve Tanrının yüce şanı yeryüzüne inecek ve bütün canlılar bunu hep birlikte göreceğiz.

..............................

Ve bunu başardığımızda, her kasabadan ve köyden, her eyaletten ve kentten özgürlük şarkısının yankısını duyduğumuzda, o gün daha da yakın olacak ve Allah’ın bütün kulları siyahlar ve beyazlar, Yahudiler, Hristiyanlar, Katolikler ve Protestanlar el ele tutuşarak siyahların eski bir ilahisini söyleyecekler.

Sonunda özgürüz!
Şükürler olsun Tanrım!
Sonunda hepimiz özgürüz.
'

Martin Luther KING


Wednesday, January 14, 2009

Sınavlar, ah sınavlar...




Beni bekleyen bir yüz sayfa daha okumam var. Bu, bu gece için sadece. Yarın tekrar yüzlerce sayfa beni bekliyor. Gözlerimin acımaması için lenslerimi çıkardım. Eski dostum gözlüklerimle okuyorum. Ama blog'umu da ihmal etmek istemiyorum, yazmak en büyük deşarj olma yollarımdan biri çünkü.

'Hayatımız sınav' derler ya hep, benim için gerçekten öyle, sınavlar bitmediği gibi ders çalışmanın da sonu yok. Mart ayının ortasında doktora yeterlilik sınavlarımı alıyorum. Tam bir hafta boyunca her gün ayrı bir sınava gireceğim. Bu sınavların en zoru, sözel olanı. 2 saat boyunca, karşımda 3-4 profesörden oluşan bir kurul, beni İslam'ın başlangıcından (7. yüzyıl) 1979 İran Devrimi'ne dek olan yüzyıllar hakkında soru yağmuruna tutacak. Sadece Ortadoğu tarihi değil, kültür, edebiyat, siyasi akımlar, hareketler, savaşlar, diplomatik ilişkiler.. Hepsi bu döneme dahil.

Bu sınava hazırlanabilmek için 15 civarında kitabı çok ayrıntılı okumanın yanısıra, 200 civarında kitabı en azından gözden geçirmem ve hakkında notlar almam gerekiyor. Hem de roman gibi sürükleyici ve rahat okunan kitaplar değil, hepsi ağır akademik kitaplar. Bazen bir cümleyi bir kaç kere okumak gerekiyor anlamak için.

Her gün saatlerce okuma demek bu. Hiç durmadan, usanmadan.

Ama korkmuyorum. Bu, hayatın önüme çıkardığı, üzerinden bir çırpıda aşmam gereken engellerinden biri sadece. Öyle görüyorum. Okuduklarımı isteyerek, severek, hazmederek okumak için elimden geleni yapıyorum.

Sınav sürecinde nasıl yaşamak en iyi sonuçları verir? Benden öğrencilere bir kaç küçük tavsiye:

- 8 saatten az uyumuyorum. Uyku olmadığında beyin de çalışmadığı için, uykudan kesinlikle fedakarlık etmiyorum.

- Beynimin durduğunu hissettiğim an kendimi koşu bandının üzerine atıp, 40 dakika kadar yürüyor, koşuyor ve beynime oksijen akışını arttırıyorum. Sadece beynin yorulması insanı bitki gibi yapıyor. Vücudumuzu da yormazsak bir süreden sonra beyin de iflas ediyor.

- Hafızaya ve beyne çok iyi geldiği söylenen bir çok besin maddesinden bolca tüketiyorum: Balık eti (özellikle somon, ama çiftlik balığı olmaması lazım), yumurta, süt, yoğurt, zerdeçal (bir hint baharatı, İngilizcesi turmeric), likapa (blueberry), yeşil çay, ceviz ve siyah çikolata (en az %75 kakao oranlı). Ağzımdan giren her lokmanın vücuduma bir yararı olmasına özen gösteriyorum.

- Okurken saatte bir durup 2 dakika boyunca gözlerimi kapatıp derin derin nefes alıyorum. Derin nefes almanın ve meditasyonun etkileri bir çok araştırma tarafından kanıtlandı. Benim de dikkatimi toplamama ve okuduklarımı sindirmeme çok yardımcı oluyor.

- Her şeyden önemlisi, bugüne kadar girdiğim ve başarıyla geçtiğim bütün sınavları kendime hatırlatarak, olumlu düşünüyorum.

İnanıyorum ki çalıştıktan ve azmettikten sonra hiç kimsenin aşamayacağı engel yok. Yeter ki kendimizde o gücü bulalım, ve var gücümüzle en iyisini yapmak için uğraşalım.

Bu zorlu süreç içinde blog'uma istediğim kadar vakit ayıramayabilirim. Yine de en azından haftada bir kez yazmaya çalışacağım.

Herkese iyi haftalar!


Moonie



Friday, January 9, 2009

Las Vegas - Bir ışık şehri



Uçağımız kıpkırmızı kanyonların, kayaların, dağların ve vadilerin üzerinden ağır ağır süzülüyor. Çölün ortasında kurulan ışık şehrine, 'dünyanın eğlence başkenti' Las Vegas'a iniyoruz. Böylesine uçsuz bucaksız ve ıssız toprakların ortasında böylesine cıvıl cıvıl, hiç uyumayan bir şehir nasıl kurulmuş? İnsanın aklı almıyor. Bu şehir, Amerika'nın güneybatısındaki bu kıpkırmızı toprakların, doğanın vahşiliğine ve sertliğine bir başkaldırı adeta. İnsan eliyle yaratılmış bir vaha. Çölün ortasında parlayan bir ışık şehri.


Las Vegas, İspanyolca'da 'Kırlar, çayırlar' anlamına geliyor. Uzun zaman önce buradaki yeşil vadi İspanyolların durup dinlendiği, çölün sert topraklarına kıyasla çok daha verimli buldukları bir yermiş. Şimdi ise Las Vegas Bulvarı boyunca sıralanan, her biri birbirinden şaşaalı, birbirinden gösterişli oteller ve kumarhanelerle dolu bu şehir. Bu kadar gösteriş, bu kadar görkem karşısında şaşırıyorsunuz. Paranın neler satın alabileceği, neler yapabileceğine en büyük örnek bütün gördükleriniz.



Oteller, kumarhaneler, milyonlarca dolar harcanarak yapılmış taklit Venedik, Paris, Roma şehirleri, Mısır piramitleri, ortaçağ sarayları.. Amerika'yı bütün dünya sanan Amerikalılar için birebir taklitler. 'Sizin dünyanın geri kalanını gidip görmenize gerek yok, dünya ayağınıza gelsin' mentalitesi. Bütün bunları gezerken sahtelik ve yapaylık duygusu öylesine baskın ki, bir süreden sonra bana her şey plastikten yapılmış gibi gelmeye başlıyor. Radiohead'in 'Fake Plastic Trees' şarkısı geliyor aklıma. Sanki bu şehri anlatır gibi şarkı. Zaten tarihin izlerini taşıyan, zamanın akışına tanık olmuş muhteşem Mısır piramitlerinin gerçeğini görmüş birisi olarak benim için Luxor otelinin camdan piramitinin de neredeyse hiç bir anlamı yok..


Milyon dolarlık otellerden içeri girdiğinizdeyse sizi Las Vegas'ın diğer yüzü karşılıyor. Her otelin en azından 2500 kadar slot makinesi var. Yüzlerce, binlerce ışık ve gürültü saçan makine. Başında oturan insanlar parlak ekranlara hipnotize olmuşçasına boş gözlerle bakıyor ve saatler boyu sürekli para kaybetmelerine rağmen aynı butona basıp duruyorlar. 'Mutlaka şimdi, birazdan zengin olacağım' umuduyla.

Zaman ve mekan mefhumundan yoksun kumarhanelerde, gece ve gündüz yok. Apayrı bir dünya burası. Hiç bir yerde saat yok, zaten tavanlar da gökyüzü şeklinde boyanıp aydınlatılmış. Zamanı anlamanın hiç bir yolu yok.
Gözünü para hırsı bürümüş insanlar dünyanın geri kalanından habersiz, kendinden geçmiş bir şekilde, sürekli kumar oynuyorlar. Sonu olmayan bir girdabın içinde dönüp durur gibi.




Las Vegas'ın da kendine has bir kokusu var bence. Hindistan cevizi, alkol, otel parfümü ve sigara karışımı bir koku. Girdiğimiz bütün otellerde burnumuza çarpıyor. İnsana şatafatı, zenginliği ve kumardan gelen zenginliğin getirdiği mutsuzluğu da hatırlatıyor sanki. Sanki bütün bu parlak ışıkların, gösterişin, şaşaanın, zenginliğin hemen altında kötülük var gibi, biraz kazısanız altını, çok çirkin şeyler çıkacakmış gibi geliyor insana. Yüzeysel güzelliğin hemen altında yer alan kirliliğin varlığı, rahatsız ediyor insanı. Burada sönen hayatlar, parasının tümünü kaybedip borca batan insanlar, kumar bağımlılığından kurtulamayan, umutları yerle bir olup depresyona giren, hatta intihar edenler geliyor aklıma. Ürperiyorum.


Herkesin hayatında bir kere görmesi gereken bir yer Las Vegas. Işık, gürültü, müzik, araba, otel, insan ve para dolu bir Sin City (günah şehri).
Anlatılmaz, yaşanır cinsten.





Dipnot:
Fotoğrafları ben çektim, bir yerde kullanmak istiyorsanız lütfen haber verin.

Tuesday, January 6, 2009

Uyku, biraz uyku


Üzerinde beni uyutan minder 
Yavaş yavaş girer ılık bir suya. 
Hinde doğru yelken açan gemiler, 
Bir uyku aleminde doğar dünya. 

Sırça tastan sihirli su içilir, 
Keskin sırat koç üstünde geçilir, 
Açılmayan susam artık açılır 
Başlar yolu cennete giden rüya.. 


Orhan Veli Kanık 






Uyku, dünyanın en güzel keyiflerinden biri.
Uyku, baldan tatlı, ölümden ağır bazen.
Uyku, herkesin daha fazlasını isteyip de ulaşamadığı lüks.


Dünyanın en tatlı uykularını çocukken ve gençken uyur insan. Hani ilkokulda geceleyin ansızın uyanırsınız, su içmeye gidersiniz belki, ama bir de bakarsınız saat daha 4, uyanmanıza iki saat var, inanılmaz sevinirsiniz, sıcacık yatağınıza, yumuşacık yastığınıza ve yorganınıza geri dönersiniz. Ne tatlıdır o uyku!

Ya da lisede inanılmaz sıkıcı bir dersin ortasında, gözleriniz sanki üzerinde kurşun ağırlıklar varmış gibi ağırlaşmışken, zaman bir türlü geçmek bilmeyen, sürünen dakikalara dönüşmüşken, yatağınızın ve yastığınızın hayalini kurarsınız. O an bir kaç dakikacık da olsa uyuyabilmek için neler vermezsiniz! 

Bebekken ve küçücük bir çocukken anneannemin evinde, benim yataktan yere düşmemem için etrafıma koyduğu yastıkların arasında, mis gibi tertemiz sabun kokulu çarşafların ve nevresimlerin arasında uyumak, dünyanın en tatlı uykusuydu benim için. Anneannem arka odadaki telefon çalarsa aniden uyanmayayım diye telefonu yastıkların arasına gömerdi. Canım anneannemin şefkatli elleri üzerimi örter, bana iyi uykular dilerdi. Dünyanın en huzurlu, en güzel uykusuydu o. Çocukluğun o sihirli bahçesinin güzelliklerinden biriydi.

Daha sonra uzun yolculuklardan sonra eve varınca uyuduğum uykular da hatırlanacak güzellikte oldu. Amerika-İstanbul arasını toplam 20 saati aşkın bir yolculukta aştığım bir gün, yorgunluktan sürünür vaziyette evimize varmak, annemin güzel çorbasından yemek ve ılık bir duş alıp tertemiz ve serin çarşafların arasında derin, rüyasız ve deliksiz bir uykuya dalmak.. Benim için cennete eşitti.

İnsan büyüdükçe, işler ve sorumluluklar arttıkça uyku, ulaşamayacağımız bir rüyaya dönüşüyor adeta. Kimse istediği kadar uyuyamıyor. Hayatın gereklilikleri bizi bir o tarafa, bir bu tarafa çekerken, ilk vazgeçtiğimiz şey uykumuz oluyor.

Halbuki vücudumuz için elzem bir faaliyet uyumak. Günde en azından 8 saatlik uyku, her yetişkinin beyin ve vücut faaliyetlerinin normal çalışabilmesi için gerekli. Ben eğer günde 8 saat uyumamışsam, kendimi aklımı kaybediyor gibi hissediyorum. Gecede 4-5 saatlik uykuyla normal yaşamlarını sürdürebilen insanları da anlayamıyorum.

Uyku kalitemizi arttırmak için neler yapabiliriz? Bu konuda yaptığım araştırma sonuçlarını paylaşmak istedim sizinle.

Uyku kalitenizi arttımanın 10 yolu:

- Her gün aynı saatte yatıp, aynı saatte kalkmaya çalışın. Vücudunuz belli bir saate programlandığında uykuya dalmak da, uykudan uyanmak da size hiç zor gelmeyecek. Hatta saatinizin alarmına bile bir süre sonra ihtiyaç duymayacaksınız.

- Mutlaka gece 12den önce yatağa girmeye çalışın, 12den önce uyuduğumuz saatler, sonra uyuduğumuz saatlerden iki kat fazla dinlendiriyormuş beyni ve vücudu.

- Yatağınızı sadece uyumak için kullanın. Yatağınızda televizyon seyretmek, gazete okumak, yemek yemek gibi yanlışlara düşmeyin. Beyninizin yatağınızı uykuyla bağdaştırması gerekiyor.

- Gece uykunuzun derin ve deliksiz olmasını istiyorsanız sabahtan 1 saat kadar spor yapın. Uyku kalitesini büyük ölçüde arttırıyor.

- Öğleden sonra 3ten sonra kafein almamaya dikkat edin. Uykuya dalmanızı zorlaştırmıyorsa bile derin uykuya geçmenizi engelliyor. Sabaha dinlenememiş olarak kalkıyorsunuz.

- Yatmadan önce ılık bir duş almak, bir bardak süt içmek, ya da bir kase yoğurt yemek vücudu ve mideyi rahatlatıyor, uykuya hazırlıyor.

- Uyuduğunuz odanın sıcaklığının yeterince düşük olmasına dikkat edin. Vücut uyurken zaten ısısı düşüyor, ve eğer çok sıcak bir odadaysanız iyi uyuyamıyorsunuz.

- Mutlaka kaliteli ve ergonomik bir yatak ve yastık alın. İnsanlara yatağa para vermek gereksiz gibi görünüyor ama üzerinde geçirdiğiniz zamanı düşündüğünüzde, iyi bir yatak almak en iyi yatırım gerçekten! Başka gereksiz lükslerden kısıp uyku kalitenizi arttırarak çok daha mutlu ve verimli bir insan olabilirsiniz!

- Yatmadan önce kafanızdaki düşünceleri, o günün olaylarını, ertesi güne yapmanız gerekenleri...vs kısacık notlar halinde de olsa bir deftere yazın. Defterinizi mümkünse komodinin üzerinde, tam yanınızda tutun. Eğer gece panik halinde uyanırsanız tekrar oraya yazabilirsiniz düşüncelerinizi. Beyninizdeki herşeyi kağıda geçirmek ne kadar rahatlatıcı bir şey anlatamam. Yaklaşık 5 aydır her gün bunu yapıyorum ve inanılmaz ölçüde yararlı oldu.

- Yatmadan yarım saat önce o anda ne yapıyorsanız onu bırakıp 'yatmaya hazırlık' safhasına girin. Bu sizi de psikolojik olarak uyumaya hazırlayacak. Diş fırçalamak, ertesi günü giyeceklerinizi bir kenara koymak, pijamalarınızı giymek, belki bir kaç sayfa kitap okumak...vs gibi. Eğer bilgisayarınızın parlak ekranına bakarken birden yatağa gidip uyumaya çalışırsanız büyük bir olasılıkla zorlanacaksınız.

- Herşeyden önemlisi, rahatlamaya ve kontrolünüzün dışında olan şeyleri kafanıza takmamaya çalışın. Stres ve yorgunluk, uykunun en büyük düşmanı. Sevdiklerinizden ve ailenizden destek alın, bir hobi edinin, spor yapın, resim yapın...Stresinizi bir şekilde azaltabildiğinizde uyku kaliteniz de önemli ölçüde yükselecek.


Herkese iyi uykular, tatlı rüyalar! :)