Friday, September 28, 2007

Yeni öğretim yılı!



Yeni eğitim ve öğretim yılı bütün öğretmen ve öğrencilere hayırlı olsun!

Bizi bekleyen dersler, ödevler, sınavlar ve uykusuz gecelere dönüp hep birlikte Muse'un motivasyon deposu enfes şarkısı Butterflies and Hurricanes'i söylüyoruz şimdi:

change,
everything you are
and everything you were
your number has been called
fights, battles have begun
revenge will surely come
your hard times are ahead

best,
you've got to be the best
you've got to change the world
and you use this chance to be heard
your time is now!!!


En iyisi olmalı ve dünyayı değiştirmeliyiz! :)

Friday, September 21, 2007

Duanın gücü ve önemi...


Yaşamım boyunca izlediğim en güzel filmlerden biri olduğunu düşündüğüm 1940larda çekilmiş 'It's a Wonderful Life' şöyle başlar:

Değişik evlerde, aynı şehrin değişik yerlerinde herkes George adında birisi için dua etmektedir: 'Onu bu gece koru Tanrım, yardıma çok ihtiyacı var..', 'Tanrım, bu gece George'a son bir şans ver', 'Allah'ım, bu gece oğlum George'u koru..' 'Lütfen Tanrım, babamın bu gece bir sorunu var, yardım et ona', 'Yusuf, İsa ve Meryem, arkadaşım George Bailey'e yardım edin bu gece..', 'George çok iyi bir insan. Ona bir şans daha ver Tanrım.'...

Bu duaların gücü daha sonra birleşip gökyüzüne doğru uçar, göklerin en üstlerinde Tanrı'nın melekleriyle konuşması duyulur. Bütün bu duaları duyan Tanrı meleklerinden birini George'a yardım etmesi için dünyaya göndermeye karar verir.. Herkesin izlemesi gereken, yaşam sevinci veren, inanılmaz sıcak bir film gerçekten..

Ben de küçüklüğümden beri gerek ailemin yetiştirme tarzından, gerekse kendi tecrübelerimden yola çıkarak duanın gücüne hep inandım. Dua bence bir insanın gün boyunca meşgul olduğu faaliyetler içinde en huzur verici, en derin ve en içten hareket.. Kendinizle başbaşa kalıp Allah'a döndüğünüzde, içinizden, yüreğinizin derinliklerinden gelen en samimi, en dürüst hislerle onunla konuştuğunuzda, dudaklarınızdan çıkan fısıltıların boşa gidemeyeceğine, bir yerde, bir şekilde pozitif etki olarak başka birinin hayatını değiştirebileceğine inandım. İçinizdeki enerjiyi, yaşama sevincini, olumlu bütün duyguları dua ederek yardıma muhtaç olanlara, zorda kalmışlara, çaresizlere aktarmanın olası olduğuna inandım. Eğer birisinin yardıma ihtiyacı varsa ve onu sevenler bütün içtenlikleriyle dua ederlerse Tanrıya, onun bir şekilde yardımı gereken yere gönderdiğini, duaların kabul olunduğunu gördüm, yaşadım..

Bizim evde her gün kapıdan çıkarken dua edilir.. Arabaya binerken, uzun bir yolculuğa çıkarken, gece yatağa yattığımda, sabah kalktığımda yaşamanın ne kadar güzel bir şey olduğunu her seferinde yeniden keşfederken.. Duayı yaşamımın içinden hiç çıkarmadım ve ettiğim duaların benim ve sevdiklerimin etrafında ışıyan koruyucu kalkanlar gibi bizi koruduğunu düşündüm hep.. Ama sadece çaresizlik anlarında ve muhtaç olduğunda değil, çok mutlu olduğu anlarda da dua etmeyi, şükretmeyi unutmamalı bence insan.. Şükretmeyi bilmek yaşamda huzurlu ve mutlu olabilmenin başlıca şartlarından biri.. En mutlu anlarımızda da ne kadar mutlu olduğumuzu ve bunun için ne kadar minnettar olduğumuzu katabilmeliyiz dualarımızın içine..

Zorda kaldığımızda kendimiz için, zorda kaldıklarında başkaları için dua etmek ne güzel.. Unutmayın ki edilen hiç bir dua boşluğa gidip yokolmaz. Duanın hiç bir zararı yoktur. Tam tersi, bakarsınız belli mi olur? Bir de bakmışsınız sizin de en dar ve zor anınızda kimbilir nerede, ne zaman iyiliğinizi görmüş olan birisinin hayır duası size yardım eder, sizi o zor durumdan kurtarır.




Resim: Albrecht Duerer - Eller

Sunday, September 16, 2007

Eylül'de İstanbul..



Kahire'nin ve Mısır'ın sıcaklığından, kaosundan ve gürültüsünden sonra Eylül'de İstanbul bir ilaç gibi geldi ruhuma.. Havanın serinliği, şurup gibi ılık ve güzel oluşu, berraklığı, ruhumu dinlendirdi.. Bu sefer İstanbul her zamankinden çok daha güzel geldi gözüme.. Bütün güzelliklerini Eylül'ün yumuşak, turuncu güneş ışıkları altında sundu önüme, bir kere daha hayran kaldım bu dünyanın incisine.

Blog'uma yazamadım burada geçirdiğim zaman boyunca, temponun yoğun olmasından ve vaktmin çok fazla olmayışından dolayı. Görecek onca insan, yapacak onca şey, tadılacak onca lezzet varken kendimi bir bilgisayar ekranının başına oturtup yazı yazdırmaya çalışmak zor oluyor:)

Güzel İstanbul her zamankinden daha dingin, huzurlu, yumuşak ve akıcı geldi bana.. Serin bir su gibi sızdı içime, serinletti yüreğimi.. Belki de güzel Eylül'ün büyüsüdür bu.. Huzurla karışık bir hüznün mevsimi olan sonbaharın.. Sebebi ne olursa olsun, çok mutlu oldum İstanbul'da bu Eylül.. Bu şehri ne kadar çok sevdiğimi bir kez daha farkettim.

Saturday, September 1, 2007

İskenderiye



'Bunu çoktan bekliyormuş gibi, bir yiğit gibi,
veda et, giden iskenderiye'ye,
hele, kendini kandırıp geçirme içinden
yalnızca bir düştü bu, belki yanlış işittim, diye
alçalma böyle boş umutlar içinde.
bunu çoktan bekliyormuş gibi, bir yiğit gibi,
böyle bir kente yaraşan sana yakışırcasına;
yaklaş pencereye kararlı adımlarla,
ve dinle heyecanla, bir korkağın
yalvarıp yakarışlarıyla değil,
son kez için titreyerek dinle o sesleri,
...
sonra veda et yitirdiğin İskenderiye'ye..'


Konstantinos Kavafis


2340 yıl önce Büyük İskender’in kurduğu bu şehre girerken bu şehirde yaşamış ve bu şehri çok sevmiş olan Yunanlı şair Kavafis’in bu mısraları geçiyor aklımdan.. Bir zamanlar dünyanın 7 harikasından birine, Büyük İskenderiye Feneri’ne (Pharos) ev sahipliği yapmış olan bu şehir içinde keşfedilecek bir çok hazine taşıyor. Greko-Helen uygarlığının büyük Mısır Uygarlığı’yla buluştuğu bu şehir, medeniyetlerin çatışmaya gerek kalmadan birleşebileceğini ve birbirine uyum sağlayabileceğinin bir kanıtı gibi.. İskender’in zamanında bu şehrin nasıl görünmüş olabileceğini hayal etmeye çalışıyorum.. Geçmişe yolculuk yapmak, o zamanları görebilmek, yaşayabilmek istiyorum.



İskenderiye’nin başrol oyuncusu Akdeniz.. Usul usul yanaşan, koynunuza sokulan sevimli bir kedicik gibi İskenderiye koyunun içine sokulmuş, güneşin altında parıldıyor.. Korniş boyunca sıralanan palmiye ağaçları bize merhaba der gibi. Şehre geldiğinizde ilk farkettiğiniz şey insanın başını döndürecek ferahlıkta ve tazelikte bir deniz kokusu, Akdeniz üzerinden gelen.. Bütün sahil kentlerini çok sevdiğim gibi, İskenderiye’ye de hemen oracıkta aşık oluyorum. Denizin büyüsü gibisi yok, denizin kokusu, denizin rengi, dalgaların sesi, yosun kokusuna karışan sıcak kumların kokusu..Kayalara çarpan dalgaların köpükleri, sahil kenarındaki balıkçılar, kaldırımda salına salına yürüyen kedicikler, iskelede balık tutan insanlar, altları yosun tutmuş, boyaları dökülmüş kayıklar, ağlar, martılar.. Denizle ilgili herşey o kadar büyülü, o kadar güzel ki.. Denize kıyısı olmayan kentlerde neden bir şeyin hep eksik olduğunu anlıyorum sonunda.

İskenderiye’ye gidince gidilmesi, görülmesi gereken yerler:

Büyük İskenderiye Kütüphanesi:
Qaitbey Kalesi
Azza dondurmacısı
Korniş/Sahilyolu


Ertesi sabah erkenden kalkıp sahile atıyoruz kendimizi.. Sabahın erken saatlerinde sahilde olmak kadar sevdiğim çok az şey var hayatta.. Sabahın erken saatlerinde, güneş henüz tenimi cayır cayır yakmıyor, sadece tatlı tatlı ısıtıyorken, deniz Yaşar Kemal’in romanlarındaki gibi henüz apak, dümdüzken, dünya daha uyanmamış ve kargaşa başlamamışken, sahilin tenhalığı ve huzuru gibisi yok.. Ayaklarımı okşayan dalgaların içinde, yumuşacık kumları hissederek sahil boyunca yürümek.. Mutluluk bu olsa gerek! Ciğerlerimde denizin havası, yüzümde yaz güneşinin ışığı, ayaklarımın altında ipeksi kumlar.. Kulağımda Morcheeba’nın güzel şarkısı ‘The Sea’ (Deniz)..



‘Endişeler kayboluyor
Rüyamın içinde..

Ruhumu orada bıraktım
Denizin kıyısında
Orada kontrolü kaybettim
Özgürce yaşarken..

Balıkçı tekneleri sahilin yakınından geçiyor
……
Güneş parlıyor, ufuk açık
Sadece sen ve ben, iskele boyunca yürüyen..

Serin bir meltem akıyor üzerimizden..
……
Kalmayı çok isterdim
Şehir beni eve geri çağırıyor
Daha fazla kargaşa, telaş ve yalanlar..

Ruhumu orada bıraktım
Orada, denizin kıyısında..


Morcheeba - Deniz


Ruhumun bir parçasını İskenderiye’de, Akdeniz’in kıyısında bıraktım ben de..