Thursday, September 14, 2006

Takım ruhu, oyun, kazanmak ve kaybetmek



Olimpiyat Stadı neredeyse bomboştu Salı akşamı oraya vardığımızda, saat 6ydı ve maçın başlamasına saatler vardı. Kendimize güzel bir yer seçip oturduk ve stadın yavaş yavaş dolmasını izlemeye başladık. Şimdi bu yazıda stada geliş ve gidişlerde yaşanan trafik sıkıntısını, altyapı ve organizasyon bozukluğunu ve seyircinin ne kadar mağdur durumda kaldığını anlatmak istemiyorum. Daha çok takım ruhundan ve bir oyunu izlemenin bana hissettirdiklerinden bahsetmek istiyorum.

Hatırladığım en eski anılarımdan biri: Oturuyorum bir yerde, sanırım 3-4 yaşlarındayım, o esnada babamın dayısı geliyor oraya, bana bakıyor, iki elini birden havaya kaldırıp "En büyük Cimbom!" diye bağırıyor. İşte o andan itibaren artık hayatımın geri kalanında ben bir Galatasaray taraftarı oluyorum.

Bence takım tutmanın kendine has bir ruhu, bir coşkusu var. Kendinden çok daha büyük bir topluluğun bir parçası olup o kardeşlik ruhunu hissetmek, onlarla aynı şeylere sevinip, aynı şeylere üzüldüğünü bilmek insanı hayata bağlayan bir duygu. "Hangi takımı tutuyorsun?" diye sorulduğunda garip bir gururla "Ben takım tutmuyorum" diyen insanları garipsiyorum, çünkü bence aşırıya gidilmediği sürece kendini bir gruba ait hissetmek yapıcı ve umut verici. Özellikle de toplumda tutunacak başka bir dalı olmayan, hayatında başka hiç bir alanda başarılı olma fırsatı hiç tanınmamış olan ve bu yüzden kendini ezik hisseden kitleler, bence hiç olmazsa tuttukları takım aracılığıyla biraz olsun başarıya sevinmenin, mutlulukla coşmanın ve en önemlisi kazanmanın tadını biraz olsun alabiliyorlar kendi hayatlarının çerçevesinde. Spor ya da futbol, şiddet alanına taşındığında tabii ki amacından uzaklaşıyor ve tatsız olaylara sahne olabiliyor, ancak sporu ve takımları ortadan kaldırılarak bu gibi olaylara bir çözüm getirilebileceği söylenemez. Şiddet dolu holigan tavırlarının önü ancak doğru bir eğitimle ve gerçek takım ruhu bilincinin aşılanmasıyla alınabilir diye düşünüyorum.



Bütün bu sebeplerden dolayı, bence insana umut ve yaşama bağlılık veren herşey gibi takım tutmak da hayatın güzel ve keyif verici yanlarından biri. Salı günü Olimpiyat Stadı'nda olup işte o havayı solumak, maçın sonucu ne olursa olsun içine nefret ya da hakaret karıştırılmamış, saf, coşkun ve gönülden bir destekle takımımın yanında olmak mutluluk vericiydi. Onbinlerce insanla bir olup aynı anda hareket etmek, nefes alıp vermek, aynı şarkıları söylemek, binlerce insanın gücünü ve enerjisini kendi içimde hissetmek, kalabalığın gücüyle havaya dolan inanılmaz elektriği duyumsamak, ortak bir amaç için "bir" olup olanca gücümle umut etmek, beklemek... Bunlardı işte beni bir "taraftar" olarak o oyun süresince keyiflendiren, bana sevinç veren.



Oyunun sonucu ne olursa olsun, benim için kazanmak ya da kaybetmek, yani yolun sonu değil önemli olan. Önemli olan varılacak yer değil, yolculuğun kendisi. Önemli olan içimde hissettiğim o heyecan, kalbimin atışlarının hızlanması, coşkuyla söylediğim şarkılar, attığım çığlıklar. Yaşamı her yönüyle yaşamak ve içine coşkuyu da, ağlamayı da aynı gurur ve cesaretle katabilmek önemli olan. Oyunlar hep oynanır hayatta, birileri kazanır, birileri kaybeder. Bizde kalan, anılarımızdır, kahkahalarımız ve gözyaşlarımız.

No comments:

Post a Comment