Havaalanının gecenin içinde yanıp sönen sarı ışıkları, ıslak asfalttan göğe yansıyor. Dışarısı hala karanlık bir Ocak sabahının o uykulu halini taşıyor. Hareket halinde, hiç uyumayan yerlerden biri burası dünya üzerindeki. Havaalanlarında yaşamaya alıştım artık, gidip gelmeye, sürekli hareket halinde olmaya, sürekli sevdiğim birilerine hoşbulduk ya da elveda demeye... İki ucu birbirine kaçınılmaz biçimde bağlı bir tahteravalli gibidir gidip gelişler...Bir tarafta birilerinden ayrılıyorsam, diğer tarafta bekleyen, yolumu gözleyen birileri oluyor hep...Acı ve tatlıyı bir arada yemek gibi bir duygu bu.. Hoşuma mı gidiyor, acı mı çekiyorum anlayamıyorum. Birbirinin zıttı duygular içimde birbirine karışıyor. 22 saat süren yolculuklar, dünyanın bir ucundan öbür ucuna giderken onlarca ülke katetmek, yepyeni kıtalar keşfetmek... Bunlar değil beni korkutan, aksine yaşamımın bir parçası haline geldiler artık. Ben içimdeki bu zıt duygulardan korkuyorum, iki yöne aynı anda çekildiğimi hisseder gibi geriliyorum. Bir yanda gözü yaşlı bırakmak sevdiklerimi, diğer yanda gelişimi bekler halde bırakmak... Buna belki de hakkımın olmadığını düşünüyorum. Biraz da bu yüzden mümkün olduğu kadar kısa tutuyorum artık veda sahnelerini, bir ‘görüşmek üzere’den uzun tutmuyorum ayrılık başlangıçlarını... İçimdeki depremleri gittikçe büyümeden susturmanın en kısa yolu bu aslında. ‘Görüşmek üzere’ diyor ve arkamı dönüp gidiyorum. Görüşmek üzere... Bu kadar....
Moonshine
02/01/2005
06:35