Wednesday, July 20, 2011

Bunu söyleyeceğim hiç aklıma gelmezdi ama

Kütüphanede 5. katta gece yarılarına kadar ders çalıştığımız zamanları özledim. Kitap raflarının arasında kaybolmayı özledim. Çalışmaktan yorulunca kafeye gidip sıcak bir bardak çay içip kurabiye yemeyi, orada tesadüfen gördüğüm arkadaşlarımla laflamayı özledim.

Ruhumda öğrencilik var. Sonbahar gelse, okul yine başlasa, öğrencilerime kavuşsam, kütüphanemde araştırma yapsam.

En yakın zamanda kampüsüme gidip hasret gidermem lazım!

Monday, July 18, 2011

Harry Potter ve Ölüm Yadigarları - 2



"Ölüler için üzülme Harry. Esas hayatta kalanlara üzül. Hepsinden çok ise sevgisiz bir hayat yaşayanlara üzül."

Albus Dumbledore



Benim için bir efsanenin, ve aynı zamanda 20'li yaşlarımın bitişine denk gelen ve yakışan bir son oldu Harry Potter dizisinin sonu. İlk kitabı sanırım 2002'de okumaya başlamıştım, 20 yaşındayken. Neredeyse 10 sene geçmiş aradan. Serinin her kitabını ayrı bir heyecanla beklemek, sonrasında ise filmler için heyecanlanıp yakın arkadaşım A. ile film çıkar çıkmaz bilet alıp gidip hemen izlemek.. Bir de Museum of Science and Industry'de gittiğimiz Harry Potter sergisi. Bütün bu heyecanlar sona erdi artık. Benim için çok özel olan Harry Potter serisi, 2000'li yılların popüler kültürünün hep çok önemli bir parçası olarak kalacak.

Bu son filmi değerlendirirken edebiyat ve sinemanın birbirinden çok ayrı kulvarlar olduğunu anımsamamızın yeterli olacağını düşünüyorum.

Edebiyat, daha doğrusu kurgu (fiction), bize bir hikayeyi anlatırken ayrıntıya girmeyi sever. Tamamıyla insan beyninin imgesel hayalgücüne güvenir ve dayanır. Bize betimlenen bir sahneyi, bir kişiyi, bir nesneyi gözlerimizin önünde nasıl canlandırdığımız, tamamen bize bağlıdır. Bu açıdan epeyi subjektif (öznel) bir deneyimdir.

Sinema ise, hikayeyi bize herşeyiyle 'sunar'. Bir filmi izlerken bütün seyirciler aynı şeyi görür. Bu açıdan daha objektif (nesnel)dir. Hayalgücünün çok yeri yoktur. Film sanatının asıl amacı bizi 2 saat içinde bambaşka dünyalara götürmek, gerçek hayattan bir nebze 'kaçmamızı' sağlamak, bizi eğlendirmek / hüzünlendirmek / düşündürmektir. Bu kısıtlı süre içinde detaylara çok girilmeyebilir, şayet film bir roman uyarlaması ise bir çok ayrıntı ya da olay atlanabilir, bazı kurgusal öğeler sinema diline çevrilirken tamamıyla değiştirilebilir. Bütün bunların hepsinin normal olduğunu düşünüyorum.

Harry Potter serisinin bütün kitaplarını çok severek okudum. Filmlerini ise (çoğunu) severek izledim. Romanların ve filmlerin birbirinden ayrı olduğunu ve tam olarak karşılaştırılamayacağını hep gözönünde bulundurarak. Şimdiye kadarki favorim tabii ki Alfonso Cuaron'un yönettiği 'Azkaban tutsağı' idi.

David Yates'in yönettiği bu son film ise bence 'kötü bir roman uyarlaması' olarak değil, 'başarılı bir sinema filmi' olarak algılanmalı. IMAX 3D'de izlemenin de etkisiyle sinemanın bana sunduğu bütün nimetlerden bu filmi izlerken bol bol faydalandım. Kahkaha da attım, gözyaşı da döktüm. Özellikle kitapta da en çok sevdiğim ve etkilendiğim 'The Prince's Tale' bölümünde. İçime dokundu o sahneler, beni derinden etkiledi. Ve bütün bu sebeplerden dolayı, bu filmin Harry Potter serisine yakışan bir final olduğunu ve izleyiciyi de kesinlikle tatmin edici bir son olduğunu düşünüyorum.

Benim için gerçekten de çocukluk değil ama belki gençliğimin önemli bir kısmı bitiyor bu serinin bitmesiyle.. Bu filmi izledikten sonra Harry Potter serisinin ve romanlarda yer alan her bir karakterin benim için ne kadar önemli olduğunu tekrar hatırladım. J.K. Rowling'e bize böylesine sevgi dolu, böylesine sihirli bir dünyanın kapılarını açtığı için teşekkür ettim yeniden.

Benim için en mutluluk verici şey ise, kızım anlayacak yaşa geldiğinde onunla birlikte bu seriyi tekrar okumak, birlikte gülmek ve ağlamak olacak!








(Bir sonraki yazının konusu: Bebeklikten çocukluğa geçtiğinde kızıma hangi kitapları okumak isterim? Coming soon... :)

Friday, July 15, 2011

Bazen

Bazen beynim fazla hızlı çalışıyormuş gibi geliyor, başım dönüyor. Yani düşüncelerimin hızına kendim bile yetişemiyorum desem? İşin kötüsü konuşurken de oluyor bu ve aşırı hızla, aşırı bir tutkuyla ve ellerimi kollarımı sallayarak, nefes nefese konuşuyorum. Bazen konuşma hızımın bile düşünme hızıma yetişemediğini bile hissediyorum. Umarım karşımdakilerin de başı dönmüyordur bu durumdan.

Bazen..zaman fazla hızlı akıyor gibi geliyor, başım dönüyor. Dünya üzerinde o kadar çok sevdiğim insan, onca yapılacak şey, kafamda o kadar çok proje, okunacak o kadar çok kitap, yazılacak o kadar çok makale ve yazı var ki.. Düşündükçe heyecanlanıyorum, kalbim güm güm atıyor, heyecanım kalbimden taşacak gibi oluyor.

Bazen.. insanları öylesine yoğun seviyorum ki, elle tutabildiğimi hissediyorum o sevgiyi. Heyecanım gibi sevgim de yüreğime sığmıyor.

Bazen, gece çok karanlık, kabuslar çok korkunç, hayat çok anlamsız geliyor. Bazen ise tam tersi çimen daha bir yeşil, güneş daha bir parlak, gökyüzü daha masmavi geliyor gözüme. Yaşama sevinciyle doluyorum. Hayat da bu iki duygu arasında gidip gelmek değil mi, çoğu zaman?

Bazen, düşünür insan..Kendiyle başbaşa kalıp, kendini dinler. Sessizliği ister.

Bazen de hiç bir şey düşünmeden yazmayı. Sadece yazmayı.

Saturday, July 2, 2011

Geri döndük!



Sıkıntılı ve stresli bir Mayıs ayından (Mayıs sıkıntısı!) sonra, Türkiye tatilimiz iyi geldi bize.

Kızım ilk (ve ilk okyanus aşırı) uçuşunu yaptı. İlk defa deniz otobüsüne, vapura, füniküler'e bindi!

Güzel yemekler yedik, güzel insanları, sevdiklerimizi gördük, uzun sohbetler ettik onlarla. Uzun zamandır görmediğim dostlarımı gördüm. Hasret giderdim bol bol.

İstanbul'u, Moda'yı, gençliğimin geçtiği sokakları arşınladım, gezdim. Canımın çektiği bütün 'lezzet durakları'na uğradım, Kırıntı'da mantarlı etli dürüm de yedim, Ali Usta'da dondurma da, Saray'da kazan dibi de! İçimde ukde kalmamış oldu :)

1999 yılından itibaren çektiğimiz 'Ev videoları'nı izledim, gülmekten gözlerimden yaşlar geldi. Zamanın nasıl ve nasıl acımasız bir hızla geçtiğine hayret ettim tekrar.

Evimizdeki eski kitaplarıma baktım, dokundum, bazılarının bazı bölümlerini yeniden okudum. Yıllar boyunca biriktirdiğim anıları koyduğum 'Anı kutusu'ndan geçmiş günlüklerimi, karaladığım şiirleri, yıllar boyunca annemle birbirimize yazdığımız mektupları, arkadaşlarımdan bana gelen mektupları...hepsini çıkarıp tekrar okudum. Ergenlik ve gençliğim, ve o sırada dert ettiğim çoğu önemsiz onlarca şey gözlerimin önünden geçti.. 15 sene önceki kendime baktım bir pencereden, gülümsedim. Kızım da bana böyle mektuplar yazar mı acaba ileride? Bu ihtimali düşünürken de gülümsedim!

Dünyanın en büyük hazinesi, güzel anılarımızdır herhalde. Kimsenin bizden alamayacağı, beynimize kazınmış olan, yüreğimizin en derin yerinde duran o sihirli 'anlar'.. Türkiye'de böyle anlarımıza bir çok an daha ekledik.

Sonra da kızımızla kırlangıçlar gibi uçarak şehr-i Chicago'ya geri döndük.

Yaz güzel başladı. Böyle devam etsin!