Sunday, April 29, 2007

Hayat ve mutluluklar





Sürekli e-mail adresime gelen 'Eğer yeniden başlayabilseydim yaşamaya, ikincisinde daha çok hata yapardım.. Kusursuz olmaya çalışmaz, sırtüstü yatardım....' vs tadında şiirler ve 'Hayatın tadını çıkar, anı yaşa dostum!' modunda powerpoint sunumları içeren e-maillerden bıktım. Sanki bu e-mailler günümüzde ofislere sıkışmış, bir çoğu işinden nefret eden insanları vicdan azabında boğmak, 'Niye çalışıyorsunuz ki hayat fani, çıkın dışarıya yalın ayak yürüyün dışarılarda, istediğiniz kadar dondurma yiyin, hayat bu gibi stres ve endişelere değmez' diyerek onları eğlenmeye zorlamak için tasarlanmış. Bu e-mailleri alan insanların halini düşünebiliyor musunuz? Mesai saatinin bitmesini beklerken, o andaki en büyük hayali eve gidip ayaklarını uzatabilmek ve saat 11 olunca uyuyabilmek olan günümüz insanı, bu e-mailleri alınca elbette 'Benim hayatım da hayat mı sanki?' diye düşünüp kendini üzer. Kendisinden başka herkes sürekli eğleniyormuş, geziyormuş, hayatın tadını çıkarıyormuş da sadece kendisi bu monoton hayatı yaşamak zorunda bırakılmış gibi depresif olur.

Oysa ki hepimiz biliyoruz ki bu dünyada onurlu ve kaliteli bir yaşam sürmek istiyorsak çalışmamız ve dolayısıyla para kazanmamız gerekiyor. Yaşamımızın çoğu da elde etmek istediklerimize ulaşmak için çabalamakla geçecek. Bütün hayatımızın sadece çok kıymetli ama seyrek anlarında bütün bunları elde etmiş ve keyfini çıkarıyor olacağız. Yani yaşamımızın %90ı uğraşmakla, çabalamakla, didinmekle geçecek.

Bence sürekli yaşam şeklini ve çalışma temposunu eleştirmek ve kötülemek yerine, hayatın bu gerçeğini kabullenebilmeli insan. Hayat, dikensiz bir gül bahçesi değil! Çok koşturmacalı ve az dinlenmeli bir yarış. Bence asıl önemli olan, ne kadar seyrek gelirlerse gelsinler işte o keyif ve mutluluk anlarını tam anlamıyla yaşayabilmek. Eğer uçsuz bucaksız bir çölün ortasında aniden mavi ve pırıltılı bir vaha gibi karşınıza çıkıveren bu nadir ama muhteşem mutluluk anlarının değerini bilirseniz, yaşam gerçekten güzel bir maceraya dönüşüyor. Bu anları layıkıyla yaşayıp hatıralarını da güzel, kurumuş gül yaprakları gibi zihninizde taşıyabilirseniz eğer, karanlık günlerinizde saklandıkları yerden çıkarıp güzel kokularını içinize çekebilir, herşeyi çok daha katlanabilir kılabilirsiniz. Küçük Prens'in sözleri ne kadar doğruydu: 'Çölü güzel kılan, içinde bir vahayı saklamasıdır.' Eğer yaşamımızda kişisel vahamız olan o güzel ve küçük mutlulukları yakalayabilirsek ve tam anlamıyla yaşayabilirsek, her türlü zorluk ve sorunun içinden en az hasarla geçebiliriz.

Bu iki hafta boyunca da yine çok güzel, minik mutluluklar, küçük keyiflerle renklendi hayatım. Neler yaptım:

- 'Cosmophilia' adındaki bizim üniversitenin Smart Modern Sanat Müzesi'nde yer alan çok güzel sergiyi gezdim, sevgili arkadaşlarım Ayşe ve Nükhet ile. Sergide yer alan ve 10. yüzyıldan günümüze dek dünyanın değişik bölgelerinden gelen İslam sanatı eserleri ve kaligrafi örnekleri nefesimizi kesti. Sanat, ölümsüzleşmek için ne kadar uygun bir araç, görmüş olduk. O yüzyıllarda yaşamış insanlarla aynı eserleri izleyebilmek, inceleyebilmek bizi çok mutlu etti.

- Chicago'ya arabayla iki saat kadar uzaklıkta olan Lake Geneva'ya gidip çok keyifli bir mangal ve piknik sefasıyla geçen güzel bir Nisan gününün ardından bizim üniversiteye ait olan ve Geneva Gölü'nün kıyısında yer alan 'Yerkes Gözlemevi' turuna katıldık. Dünyanın en büyük mercekli teleskopuyla Satürn gezegenine baktık, Satürn'ü halkaları ve üç uydusuyla birlikte gördük. Yine çok büyük aynalı teleskoplardan ay'a baktık ve üzerindeki kraterler dahil neredeyse bütün ayrıntılarını inceledik. Dünyamızın evrendeki yerini ve uzayın o sonsuz ve gizemlerle dolu boşluğunu bize hatırlatması açısından çok güzel bir tur oldu.

Sonra bu haftasonunda sushi partimiz, izlediğimiz filmler, Pazar sabahı The Point'te çimler üstünde brunch, sonra Margie's dondurması, güzel Nisan sabahı temiz havayı içime çekebilmek ve 'Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi' sözünü düşünerek Kanuni'yi anmak ve sağlığımız için şükretmek. Yaşamın bu nadir gelen ancak değeri bilinmesi gereken güzel anlarını tam anlamıyla yaşayabildiğimiz, farkına varabildiğimiz için mutlulukla gülümsemek.

Yaşam sadece bu anlardan ibaret değil belki, ancak biz onlar için varız. Onlar olmasa soğuk, karanlık, üzgün ve yalnızız. Bu yüzden onlara hakettikleri değeri vermeli, karşımıza çıktıkları zaman onları bütün benliğimizle ve coşkuyla yaşamalıyız.

Tuesday, April 24, 2007

3 x 3 oyunu

Pratik Anne beni sobelemiş, ben de bu oyunu devam ettireyim dedim. Gerçi 3 gün içinde cevap veremedim ama beni mazur görün, ben hala bir öğrenciyim :)

Kendim yemek yapmak ve tarif vermek konusunda çok deneyimsiz olduğumdan ben en sevdiğim yemek sitelerinden biri olan Binnur'dan Türk Yemekleri sitesindeki tariflerden üçüne bağlantı vereyim dedim. İşte bu sitedeki en sevdiğim üç tarif ve hediye ettiklerim:

Yayla Çorbası - Annişe

Portakallı kek - Babişe

Mantı - Buriş'e


Sorular & Cevaplar


1.1. Daha önce yaşadığınız 3 şehir?

İstanbul, Münih, Chicago.

1.2. Tatil için gittiginiz, gördüğünüz ve önermek istediğiniz 3 yer?

Norveç, Prag, Mardin.

1.3. Yaşamak istediğiniz 3 şehir?

New York, Paris, Tokyo

2.1. Şu anda ki mesleğiniz nedir?

Hmmm.. 'Müzmin öğrenci' desem? :)

2.2. Dünyaya yeniden gelseydiniz, hangi mesleği yapmak isterdiniz?

Şimdi kulağa çok abuk gelmeyecekse söyleyeyim: Kesinlikle astronot olmak isterdim:) Daha ilginç ve çılgın bir meslek düşünemiyorum.


2.3. "Kesinlikle ben yapamazdım" dediginiz meslek nedir?

Dişçilik sanırım. Yapamazdım kesinlikle.

3.1. Yaşam felsefenizi oluşturan sözlerden biri?

Üşenme, erteleme, vazgeçme!

3.2. Bir kitapdan alınma, çok sevdiğiniz bir cümle veya paragraf veya bölüm?

Bu mecburen ingilizce olacak, Türkçe çevirisini bulamadım çünkü:

"What if you slept? And what if, in your sleep, you dreamed? And what if, in your dream, you went to heaven and there plucked a strange and beautiful flower? And what if, when you awoke, you had the flower in your hand? Ah, what then?"

Samuel T. Coleridge

3.3. Çok sevdiğiniz bir şiirin bir parçası?

'Bir çift güvercin havalansa
Yanık yanık koksa karanfil
Değil bu anılacak şey değil
Apansız geliyor aklıma'

Melih Cevdet Anday



Ben de Chi'yi sobeledim:)

Sunday, April 22, 2007

Dünya Günü




Dünyamız sonsuz uzayın siyahlığında güzel, masmavi ve capcanlı bir ada.. Üzerindeki binlerce değişik tür ve yaşam formuyla, eşi ve benzeri olmayan bir hayat kaynağı. Ancak biz ondan sürekli aldıkça, kaynaklarını tükettikçe, ona geri vermemiz gereken şeyleri unutabiliyoruz maalesef. İnsanoğlunun bencilliği, dünyanın ve üzerinde yaşayan diğer bütün türlerin kendisi için varolduğunu varsayayıyor. Bu yüzden onları hunharca kullanarak farkında olmadan kendi türünün yaşama ve kendini devam ettirme şansını da yitiriyor.


Dünyamıza iyi davranmak ve kaynaklarını yenileyebilmesi için ona şans tanımak bizim elimizde. Şu anda bu yazıyı okuyan siz, tek kişi olarak bile dünyamızı ve çevremizi korumaya ne kadar çok katkıda bulunabileceğinizin farkında mısınız? Bir kişiden başlayan değişim, bütün dünyayı değiştirebilir. Hepimiz çabalarımızla çocuklarımız ve torunlarımıza çok daha yaşanabilir ve güzel bir dünya bırakabiliriz.


İklim değişmesi ve küresel ısınma raporlarına göre, bundan sadece 70 yıl kadar sonra, yani sadece bu kadar kısa bir süre sonra, bu hızla tüketilmeye devam ederse deniz yaşamı tamamen sona erecek:( Değil torunlarımız, çocuklarımız bile böyle bir dünyada yaşamaya mahkum olacak. Bu yüzden herkesin, bu durumun ciddiyetini kavrayıp ona göre hareket etmeye çalışması ve duyarlı olması gerekiyor.


Çok basit bir kaç değişiklikle bile kendi kişisel 'carbon footprint'imizi, yani yaşamımız boyunca ne kadar enerji sarfettiğimizin bir kanıtı olan 'karbon ayakizi'mizi azaltabiliriz. Dünyanın üzerindeki yükü biraz olsun bu şekilde azaltabiliriz.

Tek bir kişi, dünyamız için neler yapabilir?

- Doğal kaynakları mümkün olduğunca az tüketmeye çalışın. Dişlerinizi fırçalarken musluğu kapatın, bulaşık yıkarken de durulama dışında musluğun akmıyor olmasına dikkat edin. Su, yaşamla eşdeğer olduğu gibi aynı zamanda dünya üzerindeki en değerli doğal kaynaklardan biri. Ona hakettiği değeri verin, her bir damlasını iyi bir amaç için kullanmaya özen gösterin.


- Evden çıkarken bütün lambaları VE elektrikli aletleri kapatın. Bilgisayarı, televizyonu, DVD oynatıcısını...vs. 'standby' konumunda bırakmayıp tamamen kapatın. Time dergisinde okuduğuma göre standby konumunda çalışan bütün elektrikli aletler neredeyse tam çalışma modunda olduğu kadar fazla elektrik harcıyormuş.


- Doğaya en çok zarar tabii ki arabanızın egzos borusundan geliyor. Gücünüzün yettiği kadar ve mümkün olabilecek her yerde toplu taşıma araçlarını tercih edin. Belki kendi rahatınız biraz bozuluyor ama atmosferin üzerindeki karbondioksit yükünü inanılmaz ölçüde azaltmış oluyorsunuz. Araba kullancaksanız bir yere en azından 2-3 kişi birlikte gitmek, doğal kaynakların çok daha etkin kullanımı demek oluyor.


- Bir önceki maddede belirttiğimi yapabilmek için tabii ki büyük bir şehirde yaşamanız gerekiyor. Bu yüzden büyük şehirlerde yaşayan insanlar, diğer yerlere oranlar (özellikle Amerika'da) çevreye çok daha az zarar veriyorlarmış (daha küçük evlerde oturup sürekli toplu taşıma araçlarını kullandıkları için) Daha çok yürümeyi araba kullanmaya tercih etmenin sağlığınıza da bir çok faydası olduğunu göreceksiniz elbette.


- Yine Time dergisinde okuduğuma göre çamaşırlarınızı yıkadıktan sonra kurutma makinesinde değil de asarak kuruttuğunuzda elektrik sarfiyatı açısından çevreye yaptığınız katkı çok büyük. (Ayrıca çamaşırların deforme olup minicik hale gelme olasılığının azalması da cabası!:)





- Belki de bütün bunların hepsinden daha önemli olan şey ise: Yeniden dönüşüm ve tekrar kullanım. Yeniden dönüşüm için, evinizden çıkan çöplerin kağıt, karton, plastik, cam (saydam, yeşil ve kahverengi ayrı ayrı) ve teneke (konserve kutusu, peynir ve zeytin tenekesi....vs.) olanlarını ayırıp ayrı poşetlere koyun. Daha sonra bunları gerekli geri dönüşüm noktalarına götürün. Bunu yapmak gerçekten sandığınız kadar zor değil. Haftada 15 dakikamızı ayırarak çevreye verdiğimiz zararı çok aza indirgeyebiliriz.


- Yeniden kullanım için ise kullandığınız bir şeyi çöpe atarken iki kere düşünün. Mesela yoğurt kabı, Nutella cam kavanozu...vs gibi dayanıklı saklama kaplarını çöpe atmayarak temizleyip tekrar saklamak için kullanırsanız hem yeni kaplar alıp çevreye daha çok zarar vermemiş, hem de evde bir yemek arttığında ya da bir şeyi saklamak için kavanoz gerektiğinde boşu boşuna aramamış olursunuz.


- Yeniden kullanımın bir diğer güzel örneği ise alışverişe giderken kendi alışveriş torbalarını/çantasını götürmek. Kullanmayıp çöpe attığımız her plastik poşet, toprağa ve suya girerek çevreye inanılmaz hasarlar veriyor. Bir plastik poşetin tamamen doğada yokolması için binlerce yıl geçmesi gerektiğini biliyor muydunuz? Kendinize rengini ve şeklini beğendiğiniz kumaş alışveriş çantaları alın (Özellikle Amerika'da çoğu markette satılıyor) ve markete giderken yanınızda götürün. Hem çok daha şık görünüyor, hem de çevre için çok yararlı:)


Hayatımızda bunlar gibi çoğunluğu bize neredeyse sıfıra malolacak (ve hatta hayatımızın çoğu alanında tasarruf etmemizi sağlayacak) bir kaç değişikliği yaparak dünyamıza çok daha iyi davranabiliriz.

Dünyamız bize hiç karşılık beklemeden suyunu verdi, toprağını, havasını, yeraltındaki ve yerüstündeki bütün kaynaklarını..Ona bu kadarcık bir teşekkür bile edemiyorsak, bence insan ırkı olarak bu güzel dünya üzerinde yaşamayı haketmiyoruz!

Tuesday, April 17, 2007

Writer's block





Nemo yastığım ve ben, koltuğumun en sevdiğim okuma köşesinde takılıyoruz bir iki gündür.

Son iki yazıdan da anlaşıldığı üzere şu sıralar pek bir şeyler yazasım yok. Daha çok sürekli okuma hali içindeyim. Bir süre sonra geri döneceğim, kendime kısa bir 'blog izni' veriyorum çünkü yazmak zorunda olduğum için değil, yazmak istediğim için yazmak istiyorum.

En kısa zamanda görüşmek üzere!



Moonie

Thursday, April 12, 2007

İçecekler ve biz

Gün içinde aldığımız kalorilerin ne kadarını içeceklerden aldığımız ve neleri tercih edip nelerden kaçınmamız gerektiği üzerine bugün New York Times'da okuduğum yararlı bir yazı:

You are also what you drink

Wednesday, April 11, 2007

Einstein ve din



Yaşamış olan en büyük dehalardan biri olan Einstein'ın din ve Tanrı hakkında düşündükleri: (İngilizce'den Türkçe'ye çevirmek için uğraşamadım bu gece maalesef, artık başka bir zaman da tercümesini koyarım) Kendi din anlayışım ve hayat görüşümle ne denli çakıştığını görüp hayret ve hayranlık içinde okuduğum, bu haftaki Time dergisi'nde yer alan 'Einstein ve Tanrı' adındaki çok başarılı makaleden alıntılıyorum:

"I'm not an atheist. I don't think I can call myself a pantheist. The problem involved is too vast for our limited minds. We are in the position of a little child entering a huge library filled with books in many languages. The child knows someone must have written those books. It does not know how. It does not understand the languages in which they are written. The child dimly suspects a mysterious order in the arrangement of the books but doesn't know what it is. That, it seems to me, is the attitude of even the most intelligent human being toward God. We see the universe marvelously arranged and obeying certain laws but only dimly understand these laws."

"The most beautiful emotion we can experience is the mysterious. It is the fundamental emotion that stands at the cradle of all true art and science. He to whom this emotion is a stranger, who can no longer wonder and stand rapt in awe, is as good as dead, a snuffed-out candle. To sense that behind anything that can be experienced there is something that our minds cannot grasp, whose beauty and sublimity reaches us only indirectly: this is religiousness. In this sense, and in this sense only, I am a devoutly religious man."


Albert Einstein

Sunday, April 8, 2007

Şaheser




İhsan Oktay Anar'ın inanılmaz güzellikteki şaheseri 'Puslu Kıtalar Atlası'nı bugün bitirdim. Bu kadar güzel bir kitap bu kadar çabuk bittiği için içime bir hüzün çöktü. Kitap hakkında hiç bir yorum yapmak istemiyorum, sadece 'Okuyun' diyorum.

"Bu dünyada insanların korktuğu tek şey öğrenmekti. Acıyı, susuzluğu, açlığı ve üzüntüyü öğrenmek onların uykularını kaçırıyor, bu yüzden daha rahat döşeklere,daha leziz yemeklere ve daha neşeli dostlara sığınıyorlardı. Dünyaya olan kayıtsızlıkları bazan o kerteye varıyordu ki,kendilerine altın ve gümüşten, zevk ve safadan, lezzet ve şehvetten bir alem kurup, keder ve ızdırap fikirlerinin kafalarına girmesine izin vermiyorlardı. Oysa Uzun İhsan efendi, Dünya'nın şahidi olmanın gerçek bir ibadet olduğunu sık sık söylerdi. Her insan şu ya da bu şekilde dünyayı okumalıydı. Kuran ın kendisi peygamberin dünyayı nasıl okuduğuna bir örnekti ve onun ardında giden herkes, dünyayı onun gibi okuyup şahadetlerini yazmalı ve bunları başkalarına aktarmalıydı. Dünyaya şahit olmanın yolu ise maceranın kendisinden başka bir şey değildi. Yaşanılanlar,görülenler ve öğrenilenler ne kadar acı olursa olsun,macera insanoğlu için büyük bir nimetti. Çünkü dünyadaki en büyük mutluluk,bu Dünya'nın şahidi olmaktı."



İhsan Oktay Anar, Puslu Kıtalar Atlası

Saturday, April 7, 2007

Neden doktora?




Bence her insan, hayatının her döneminde arada bir yaşamında nerede olduğunu, hangi kararları almış olduğunu ve bu kararların ne gibi sonuçlar doğuracağını sorgulamalı. Bazen kendimizi hayatın temposuna ve günlük olayların akışına o denli kaptırıyoruz ki, hayatımızın içinde bulunduğumuz evresinin ve tam olarak nerede durduğumuzun farkında bile olmuyoruz. Kendi kendimize 'Şu anda hayatımda neredeyim?' ve 'Neden bu yolu seçtim?' gibi sorular sormanın ve cevaplarını vermeye çalışmanın çok yararlı olduğunu düşünüyorum. Hem geldiğimiz yola dönüp bir bakmak, hem de önümüzde uzanan yolu gözden geçirmek için.

Çoğu insanın seçmediği bir yolu seçtim ben. Bunun farkındayım, ve hem çok sayıda zorluğu, hem de çok keyifli yönleri olan bu yolculukta geriye dönüp baktığımda bu seçimi yapmamda etkili olan bir çok faktör görüyorum. İnsanlar bana 'Neden doktora?' diye sorduğunda aklıma bir çok cevap geliyor, bunların bazılarını paylaşmak istedim. Bu kadar uzun sürecek olan bir yola girmem, insanları genelde şaşırtıyor çünkü.


Doktorayı seçtim çünkü Amerikalıların deyimiyle 'mediocre' yani vasat bir yaşam istemedim ben. Kendi varlığımın bilincine vardığım andan itibaren, uzaklara gitme, yeni şeyler öğrenme, yeni insanlar tanıma isteğiyle yanıp tutuşan biriydim, ve içimde bir his hep bana bunun için uzaklara gitmem gerekebileceğini söylüyordu. Önüme sunulan 'normal' yaşam tarzını reddettim. Lise ve üniversiteyi bitirip kendi şehrimde ortalama bir maaşla artık yorulana ve çalışamayacak hale gelene kadar çalışıp sonra da ölmek istemedim. Hayatı boyunca dört köşe, küçücük bir ofiste sabah 9 - akşam 5 çalışıp artık bir süre sonra duygularını ve yaşama sevinçlerini yitiren 'plaza insanları'ndan olmak istemedim. Gerçekten sevdiğim ve yaparken içimde coşku ve tutku hissettiğim bir mesleği icra etmek istedim. Her meslek gibi elbette bir çok zorluğu olan, ancak bu zorluklarına seve seve katlanabileceğim, beni mutlu eden bir mesleğim olsun istedim.

Doktorayı seçtim çünkü bilginin güç olduğunu gördüm. Bilgiyi elde etmenin, sürekli öğrenip kendini geliştirmenin, hiç bitmeyen bir eğitim serüveninde baş oyuncu olmanın çok para kazanmaktan çok daha önemli ve onurlu olduğunu gördüm. Para kazanma ve biriktirme hırsının sonunun olmadığını, ancak bu dünyadan göçtüğümüzde bizden geriye (çocuklarımız dışında) insanlığın bilgi denizine kattıklarımızdan başka hiç ama hiç bir şeyin kalmadığını gördüm. Para, mal, mülk, araba, ev...vesaire gibi dünyada sahip olduklarımızın hiçbirinin ismimizi ölümsüzleştirmeye yaramadıklarını gördüm. Bütün bunların tam aksine, yazdığımız bir kaç satırın dahi belki de bizden 3-4 kuşak sonrakilerce okunma olasılığının olduğunu farkettim. Bunu farkettiğimde ölümsüzleşmenin belki de tek yolunun öğrenip öğrendiklerimi paylaşmak olduğunu anladım.

Doktorayı seçtim çünkü okumayı ve yazmayı çok seviyorum. Gerek bu dünyada yaşamış dehaların yazdıklarını ve benimle paylaşmak istemiş oldukları herşeyi okumaktan, gerekse kendi izlenimlerimi, yaşamımı, öğrendiklerimi ve onlar hakkındaki yorumlarımı...kısacası aklımdan geçen herşeyi yazmaktan büyük keyif alıyorum. Kitapların sihirli dünyasıyla tanıştığım günden beri sayfa üzerine kaydedilmiş harfler, kelimeler, cümleler, paragraflar büyülüyor beni. Ne kadar çok okursam o kadar az şey bildiğimi farketsem dahi bu macerada küçük de olsa adımlar atmaktan hoşlanıyorum. Her gün yeni bir şey öğrenmek, başka hiç kimseyle değil ama sadece kendimle yarışmak, yeni diller, yeni kültürlerle tanışmak, ruhumu besliyor ve beni büyütüyor. Öğrendikçe kendimi ve dünyayı daha iyi anladığımı, tanıdığımı, hatta yepyeni dünyalar keşfettiğimi farkediyorum.

Doktorayı seçtim çünkü 'hiyerarşi'yi sevmiyorum. Katı 'rütbe' ya da 'kıdem' sistemlerinde yer almayı, birbirinin 'ast' ve 'üst'ü olmayı gerektiren devlet memurluklarında çalışmayı, devasa bir sistemin küçücük bir parçası olmayı istemedim. Başımda bana ne yapmam gerektiğini söyleyen bir patron olmadan, kendim de kimseye emirler vermek zorunda da kalmadan, nispeten özgürce düşünebilmek, okuyabilmek ve yazabilmek, düşündüklerimi dilediğimce paylaşabilmek istedim insanlıkla. Bir ülkeye bağlı kalmak değil, bir 'dünya vatandaşı' olmak istedim, sürekli hareket halinde olabilmek, bildiklerimi ve öğrendiklerimi mümkün olduğu kadar çok sayıda insanla paylaşabilmek istedim. Bunun için de mümkün olduğu kadar çok sayıda insanın dillerini konuşabileyim, okuyabileyim ve yazabileyim istedim.


Doktorayı seçtim çünkü dünyayı değiştirmek istedim. İnsanlığa bir yararım olsun istedim, onun bugüne dek oluşturduğu büyük bilgi havuzuna küçücük bir damla da olsa eşi ve benzeri olmayan bir katkım olsun istedim. Bu yolu seçtim çünkü çalışarak ve azmederek gerek kendi ülkemdeki, gerekse bütün dünyadaki insanların yaşamlarını belki biraz olsun kolaylaştırabileceğime, onlar için küçük de olsa güzel ve iyi bir şeyler yapabileceğime inandım.


Bu seçimi yapmamı mümkün kılan bir ailem olduğu için çok şanslıyım. Biliyorum ki benim gibi idealleri, istekleri ve amaçları olan bir çok insan bu amaçlarını gerçekleştirecek imkanları bulamıyor. Kendimi ileriye götürebilmemi, şu ana kadar yaptıklarımı başarabilmemi ailemin bana verdiği o ilk itme gücüne borçluyum. Ve elbette bana her zaman, her şekilde destek olmalarına, yanımda olmalarına. Kendimi onların varlığı sayesinde çok şanslı hissediyorum. Doktorayı seçtim çünkü bu denli şanslı olamayanların yaşamında bir değişiklik yapabilme umuduyla doluyum. Dünyayı biraz olsun değiştirebilme inancıyla yürüyorum.


Doktorayı seçtim çünkü insanları ve insanlığı çok seviyorum. Yaşamımın her evresinde öğrenmek, öğretmek ve birlikte yeni bir şeyler yaratıp geliştirmenin sevincini içimde hissetmek istiyorum. Dünyayı değiştirebilmek istiyorum.

Sunday, April 1, 2007

Hoşgeldin Nisan



'April is the cruellest month, breeding
Lilacs out of the dead land, mixing
Memory and desire, stirring
Dull roots with spring rain.'

T.S. Eliot

Hoşgeldin Nisan.. Gözleri yıldızlar gibi parlayan, beyaz elbiseli, bir meltem gibi hafif ve uçucu, yüzümüze çarpan yağmur damlaları gibi ferahlatıcı, ayağımızın altındaki yemyeşil çimenler gibi yumuşacık, içimizi ve yüreğimizi ısıtan güzel Nisan..

T.S. Eliot, ünlü 'The Waste Land' şiirine başlarken, 'Nisan, ayların en zalimidir.' demiş. Öyle mi gerçekten acaba? Nisan, gerçekten de biraz zalimdir aslında. Yüreğimizin içine kıpırtılar getirir birden, uyandırır bizi, canlandırır. Sebebini anlayamadığımız bir şekilde yerimizde duramaz oluruz. Ruhumuzda bir hareketlilik, bir huzursuzluk başgösterir, kendimizi dışarıya, mavi gökyüzünün altına atma isteği içimizde engelleyemediğimiz ısrarcı bir ses oluverir. Hangi işi yapıyor olursak olalım, hangi okula gidiyorsak gidelim o anda yaptığımız şey her neyse, onu bırakıp uzaklara gitme isteği geçer içimizden. Bu yüzden tehlikelidir Nisan çok, Orhan Veli'nin şair ruhunu etkilemiş olduğu şu dizelerden belli değil mi?

'Beni bu güzel havalar mahvetti,
Böyle havada istifa ettim
Evkaftaki memuriyetimden.
Tütüne böyle havada alıştım,
Böyle havada âşık oldum;
Eve ekmekle tuz götürmeyi
Böyle havalarda unuttum;
Şiir yazma hastalığım
Hep böyle havalarda nüksetti;
Beni bu güzel havalar mahvetti.'


İşte böyle zalimdir Nisan, kendimizi, sorumluluklarımızı, yaşamımızda monoton olan herşeyi unutturur bize. 'Herşey çok güzel olacak' deriz sabah kalkıp ılık güneşle karşılarken günü. Yüzümüze bir gülümseme getirir Nisan, sebebini bile bilmediğimiz. Mavi gökyüzünün altında daha bir derin alırız nefeslerimizi, canlanan doğanın ritmine uyarak. İçimize bir sevinç getirir Nisan, hiç gitmesini istemediğimiz.


Hoşgeldin Nisan. Ne kadar zalim olsan da senin ellerine seve seve teslim oluruz biz. Bembeyaz bulutlarınla, insanın kanına giren güzel çiçek kokularınla, ılık meltemlerinle, masmavi gökyüzünle, yağmurdan sonra havaya karışan mis gibi toprak kokunla, rengarenk kelebeklerin ve kuşlarınla gel, baştan çıkar bizi. Saçları çiçekli Nisan, hoşgeldin..







Resim: Le verger - Camille Pissarro
Kaynak: http://www.artchive.com