Saturday, October 27, 2007

Anka kuşu



Masallarda ve efsanelerde adı geçen yaratıklardan en çok sevdiğim Zümrüd-ü Anka Kuşu olmuştur kendimi bildim bileli.. Anka, yani İran mitolojisinde 'Simurg' olarak geçen kırmızı, altın ve tarçın renklerine bürünmüş efsanevi kuş. Küçük bir kızken ilk defa kitap okumaya başladığımdan beri Anka Kuşu hep bana büyüleyici ve inanılmaz gelmiştir, her ne kadar sadece mitolojide ve efsanelerde yer alıyor olsa da. Dövme yaptırma fikrine karşı olsam ve böyle bir şey yaptırmayı hiç düşünmesem de eğer yaptırsaydım sırtıma bir Anka Kuşu dövmesi yaptırırdım sanırım :)

Bu hayranlığımın sebebi sanırım Anka'nın her seferinde yanması, ve tamamen yanıp küle döndükten sonra kendi küllerinden tekrar doğması.. Hayat ve ölüm için bu kadar güzel metaforlar olabilir mi? Yanıp kül olmak, küllerinden tekrar doğmak. Yokoluş ve yaradılışın biraraya gelmesi. Kendi ruhunun sönük ve ölü kalıntılarından yepyeni bir can doğurmak. Acıyla içinden geçtiğin sürecin sonunda yeni bir hayata başlayabilmek. Ateşin acısını yeni bir yaşamın umuduna dönüştürebilmek.

Masallara ve efsanelere, mitolojiye ve gerçeküstü dünyalara bu kadar hayran olmam o kadar şaşırtıcı değil, küçükken okuduğum masalların ve destanların sayısı gözönüne alınırsa.

Ama yıllar sonra bu çok ama çok sevdiğim güzel kuşu kendine ana sembolü olarak seçmiş ve logosuna koymuş bir üniversitede okuyor olmam, nasıl bir tesadüftür? Ya da tesadüf müdür? :)



Resim: Chicago Üniversitesi resmi amblemi.
Resmin üzerindeki yazı: Crescat scientia - Vita excolatur (Latince)
Tercümesi: Bilgi arttıkça artsın, ve insan yaşamı böylece zenginleşsin.

Monday, October 22, 2007

Ah keşke!

Okuduğunuz kitaplarda ya da seyrettiğiniz filmlerdeki hayali kahramanlardan çıkıp gerçek hayata girebilecek, size yardım edebilecek karakterler olsa bunların kimler olmasını isterdiniz?

Geçen gün düşündüm de aşağıdaki karakterler bana her gün yardım etse, arkadaşlarım ve kişisel yardımcılarım olsalar hiç fena olmazdı:)


1- Mr. Wolf:



'Pulp Fiction' adındaki güzide filmden aklımızda kalan en ilginç karakterlerden biri Mr. Wolf.. Başı dertte olanlar ve ne yapacaklarını bilemeyenler hemen onu ararlar. Anında olay yerine gelir. Önce sorunun ne olduğunu bütün detaylarıyla inceler. Kahvesi olmazsa olmaz tabii bu esnada :) Sonra olayı en kısa sürede en etkili biçimde çözebilecek bir plan yapar. Bu planı inanılmaz bir kararlılıkla, hiç tereddütsüz verdiği kararlarla uygulamaya sokar. Ne zaman ne yapılması gerektiğini söyler, 'Önce şunları şunları yap', 'Sonra bunları bunları yap', en son da 'Şimdi de bunu yap' der, böylece sorun çözülmüş olur! Keşke ne yapacağımı bilemediğim zamanlarda Mr. Wolf gelse, benim için planlar yapsa, ne zaman ne yapacağımı bilsem, her şey kolaylıkla çözülse:)

2- Mrs. Doubtfire:




Robin Williams bence tüm zamanların en eğlenceli dadısı olmuştur Mrs. Doubtfire'da. Çocuklarını çok seven bir baba, eşinden boşandıktan sonra dahi onlarla birlikte olmak ister. Onlarla aynı evde yaşayabilmek için bir dadı kılığına girer. İzlediğim en komik ve insanın içini ısıtan filmlerden biri! Keşke benim de Mrs. Doubtfire gibi hem çok iyi arkadaşım olan, müthiş derecede espritüel ve komik, hem ev işlerini yapan, hem de sıkıldığım zaman başımı omzuna yaslayıp dertleşebileceğim bir dadım olsa! :)

3- Hercule Poirot:


Agatha Christie'nin ünlü dedektifi. Christie'nin neredeyse bütün romanlarında rastladığımız minyon Belçikalı özel dedektif, olayların neden-sonuç ilişkilerini hemen görür. İnanılmaz doğru gözlemler yapar. Cinayet olayları, hırsızlıklar ya da kayıp eşyaların bulunması konusunda rakibi yoktur. Çok zekidir ve hızlı düşünür. Ayrıntılara çok dikkat eder, hiç bir ayrıntıyı önemsiz sayıp gözardı etmez. Gerçek hayatta da bir şeyimiz kaybolduğunda ya da çalındığında Hercule Poirot gelip bize yardım etse, suçluları bulsa, olayları hemen çözse fena mı olurdu? :)

4- Gandalf:



Dünyanın Batı yarımküresi ve Anglo-Sakson kültürü altında yetişmiş herkesin 'Ak sakallı dede' ihtiyacını Gandalf karşılar bence. Tolkien'in yarattığı en bilge karakterdir. Yaşlıdır, bilgilidir, zekidir, ama sevimlidir de, gerekirse çocuklarla çocuk olmayı da bilir :) İyiliğin savunucusudur ve hep kötülerin karşısındadır. Zor zamanlarda yardıma koşar, bilgeliği ve önsezileriyle felaketleri önlemesini bilir. Herkesin zor zamanında yardım isteyebileceği yegane karakterdir kısacası 'Yüzüklerin Efendisi' üçlemesinde. Keşke bizim de zor zamanımızda elinde sihirli değneğiyle yardımımıza koşabilecek böyle bir dedemiz olsa :)

5- Zeniba:


Hayao Miyazaki'nin muhteşem filmi 'Spirited Away'in (Ruhların kaçışı) en sevimli karakterlerinden biridir Zeniba.. Bir cadı olan kızkardeşi Yubaba'nın aksine çok şefkatli, sevimli ve tonton bir anneanne gibidir. Evinin kapısı bulmak isteyenlere her daim açıktır. Sıcacık bir evi, çıtır çıtır yanan bir ateşin karşısında kurulmuş bir sofrası ve misafirlere ikram edilmek üzere bir çaydanlık dolusu çayı hep vardır. Ve evi hep bir kaç tren durağı uzaklığındadır. Dışarıdaki karanlık ve soğuk dünyadan kaçmak için bir sığınak gibidir Zeniba'nın evi. Ve insan elinde olmadan böyle bir kaç tren istasyonu uzaklığında ikinci bir anneannesi olsun, ona yemekler yapsın, çay versin ister:)


Maalesef bütün bu karakterler sadece bu filmleri çeken yönetmenlerin ya da kitapları yazan yazarların beyinlerinde yaşıyor. Ve tabii onları okuyan ve izleyen bizim aklımızda. Ama gerçekten canlanıp arkadaşlarımız olsalar, bize yardım etseler herşey ne kadar daha kolay olurdu diye düşünmekten kendimi alamıyorum. :)

Thursday, October 18, 2007

Hayatı bir kadraja sığdırmak..



Çok seviyorum fotoğraf çekmeyi..

Dünyanın kendi istediğim ve seçtiğim bir bölümünü dikdörtgen bir çerçevenin içine sığdırabildiğim ve bu şekilde dondurabildiğim için. Kendi istediğim şeyleri katabildiğim için fotoğrafın içine, istemediklerimi dışarıda bırakabildiğim için... Ve içeride kalanların nerede durduklarını, çerçeveye ve belki de birbirlerine olan uzaklıklarını kendim belirleyebildiğim için..

Hayatın hangi anını sonsuza dek durduracağımı kendim seçebildiğim için.. Çektiğim fotoğrafla hüznü mü, umudu mu, savaşı mı, sevgiyi mi, çaresizliği mi, mutluluğu mu anlatmak istediğime kendim karar verebildiğim için.

Tek bir anda, bir çocuğun gözlerinde bir ömre bedel umudu yakalayabilmenin sihri.

Tek bir anda, göğe uçan bir balonun kıpkırmızı rengini ölümsüzleştirebilmenin güzelliği.

Tek bir anda, bir annenin çocuğuna bakarken gözlerinden akan sevgiyi elle tutulur hale getirebilmenin büyüsü.

Tek bir ana insana dair her türlü duyguyu sığdırabilmenin güzelliği.


İşte bu yüzden fotoğraf çekmek beni çok mutlu ediyor. Kulağımda en sevdiğim müzikler, omzumda fotoğraf makinem, sadece fotoğraf çekmek için dışarı çıkmak, gözlem yapmak, insanları izlemek, ayrıntılara dikkat kesilmek.. Mutluluk bu!

Thursday, October 11, 2007

Bayram nedir?

:)


Can Dündar'ın en çok sevdiğim yazısıdır belki de bu..


Ramazan Bayramı'nız kutlu olsun!!! Ve en önemlisi, her gününüz bayram kadar tatlı, mutlu, güzel olsun.


Moonshine






HER GÜN BAYRAM


Zamanla anlıyor insan: 3-4 güne sıkışmış bir tatilden öte bir şey bayram...Hayata rasgele serpiştirilmiş ilahi ikramlar, kıymet bilen kullara her daim bayram yaşatır.
* * *
Nefes almak bayramdır mesela; günün birinde soluksuz kalınca anlar insan... Görmenin nasıl bir bayram olduğunu karanlık öğretir; sevmeninkini yalnızlık...Sızlamayan her organ, hele de burun direği bayramdır.Bayramdır, elden ayaktan düşmemek, zihinden önce bedeni kaybetmemek, kurda kuşa yem olmayıp "Çok şükür bugünü de gördük" diyebilmek...Sevdiklerinle geçen her gün bayramdır.Küsken barışmak, ayrıyken kavuşmak, suskunken konuşmak bayramdır.
* * *
Bir kitabı bitirmek, bir binayı bitirmek, bir okulu bitirmek, kâbuslu bir rüyayı, kodeste ağır cezayı bitirmek bayramdır.Yoğun bakımda sancılı geceyi ya da kangren olmuş bir ilişkiyi bitirmek de öyle...Vuslat da bayramdır öte yandan...Endişe içinde beklediğinden mektup almak, telefonda ansızın sesini duymak, deli gibi burnunda tütenin boynuna sarılmak bayramdır.En acıktığın anda dumanı tüten bir somunun köşesini bölmek, korktuğunda güvendiğine sarılabilmek, dara düştüğünde dost kapısını çalabilmek bayramdır.Bir sürpriz paketinden çıkan hediye, tatlı bir şekerlemede üstüne serilen battaniye, saçlarını müşfik bir sevgiyle okşayan anne bayramdır."Ona güvenmiştim, yanılmamışım" sözü bayramdır.Hiç aldatmamış, aldanmamış olmak bayram...
* * *
Yeni bir sözcük öğrenmek, bir tünelin sonuna gelmek, müzmin bir işin kapısını çarpıp uzun bir yola çıkıvermek bayramdır.Zorluklara tek başına göğüs gerebilmek, gereğinde haksızlığın üstüne yalın kılıç yürüyebilmek bayramdır.Yeni eve asılan basma perdeler, alın teriyle kazanılmış ilk rızkın konduğu çerçeveler, yüklü bir borcun son taksiti ödenirken sıkılan eller bayramdır.Evde yalnızlığı noktalayan insan nefesi, akşam kapıda karşılayan yavuklu busesi, sevdalı bir elin tende gezmesi, nice adağın ardından çınlayan çocuk sesi bayramdır. Sonrasında gelen ilk diş bayramdır, ilk söz bayram, ilk adım, ilk yazı, ilk karne bayram...Güne gülümseyerek başlamak bayramdır. "İyi ki yanımdasın" bayram, "Her şeyi sana borçluyum" bayram, "Hiç pişman değilim" bayram...
* * *
Evlatların mürüvvetini görebilmek, eve dolu bir torbayla gidebilmek, konu komşuyla yarenlik edebilmek, akşamları eskimeyen bir keyifle çay demleyebilmek bayramdır.Zamanı donduran eski fotoğraflara nedametsiz bakabilmek, altı çizilmiş eski kitapları aynı inançla okuyabilmek, yol arkadaşlarının yüzüne utanmadan bakabilmek bayramdır. Alnı açık yaşlanmak bayramdır; ulu bir çınar gibi ayakta ölebilmek bayram...
* * *
Bunların kadrini bilirseniz, kıymet bilmeyi öğrenirseniz her gününüz bayram olur.Meraklanmayın, öyledir diye size deli demezler. Deseler de böyle delilik, bayram artığı günlerdeki nankör akıllılıktan evladır. Her gününüz bayram olsun!



Can Dündar

Sunday, October 7, 2007

Sonbahar akşamları

Güzel müzikler ve hafif, serin esintilerle birleştiğinde mükemmel oluyor.

Bu şarkıya taktım bu aralar. Pinhani'yi çok seviyorum.



Git pencerene. Dön, bir bak dünyaya. Bir bak dünyana.

Friday, October 5, 2007

Dostlar ve hayat

Konuştukça insanın içine huzur veren dostlarım var. Dostlarımı çok seviyorum. İnsanları genelde çok seviyorum zaten. Bir Ramazan akşamı birlikte içilen sıcak çay ve sohbet.. Bosna'lı bir arkadaşımın annesinin yaptığı leziz baklava.. Gözlerinin içi gülerek ve elini kolunu sallayarak sohbet eden içten, sıcak insanlar.. Düşündüklerini bin kere tartıp ölçüp biçerek değil de içinden geldiği gibi, bağıra bağıra, kahkahalar atarak ve neşeyle, içtenlikle birbiriyle paylaşan arkadaşlar.

Ülkemden uzaktaki ailem onlar burada. Konuşacak konumuz bitmiyor, laf lafı açıyor, gecenin içine doğru uzuyor güzel sohbetlerimiz. Bir sorunum olduğunda ya da paylaşmak istediğim bir şey, onların hep orada olduklarını bilmek o kadar güzel ki..

Dostlarım: iyi ki varsınız. Hayatıma ışık, renk ve mutluluk katıyorsunuz. Çünkü paylaşmayı çok seviyorum. Ve hep birlikte, tadını çıkararak, şükrederek, mutluluk içinde, içtenlikle, kardeşçe yaşamayı.

Tuesday, October 2, 2007

Gece ve evim..

Cama yağmur damlaları vuruyor pıtır pıtır.. Gece, sessiz ev ve ben tek başımızayız. Önümde bir ince belli bardak, içinde 'Türk çayı' sıcacık.. Sessizlikte ve yalnızlıkta, kendini dinlerken bulunan o huzur.. Gecenin sessizliğinde hüküm süren rüzgarın nefesi. Sessizliğin dinginliği.

Tek başına yaşamayı belki de bu yüzden sevdim bu kadar. Günün kargaşasından, karmaşasından, sorunlarından, streslerinden uzakta, sıcak, samimi ve sessiz bir yuvası olması insanın, çok güzel.. Kapımı kapattığım andan itibaren 'içerisi'nin benim dünyam olduğunu bilmek.. Bu dünyada benim kurallarım geçiyor, benim sevdiğim herşey toplanmış burada: yumuşacık yastığım ve yorganım, minik mutfağım, fokurdayan çaydanlığım, yastıklarım ve battaniyelerim, sevdiklerimin fotoğrafları, güzel kokan mumlarım, sevdiğim kitaplarla dolu kütüphanem, kalemlerim, çikolatalarım, defterlerim, ve dünyaya açılan büyük bir pencerem var.. Huzur ve dinginlik veriyor bana bu ev, uzun bir günün sonunda yorgun argın girince içeriye.. Kollarını açıp sarmalıyor beni sıcacık, bana rahat uykular, güzel sabahlar, keyifli günler hediye ediyor. Evimi çok seviyorum!