Monday, November 26, 2018

What do Dachau and Gallipoli have in common?



Something I have been thinking about recently is how places have their own energies.

I have been to places where thousands of people died tragically in a very short time. Like the gray, gloomy, dark former concentration camp, Dachau, in Germany. Death and destruction lingered in the air, as if something you could touch.

I could feel the same palpable sadness in the air of Gallipoli, a region in modern day Turkey where the First World War took lots of young lives, and hundreds of thousands perished in a very short time. The air is heavier there somehow, despite the tourists at the beaches, the sun shining on the blue beautiful sea, the beauty of my favorite beach in the whole world (Teke bay), where the pebbles rounded and polished by time and waves sit silently together.

I have felt different energies in different buildings and spaces all throughout my life. In some peoples' houses, there is a coziness, a great positive energy that I can pick up immediately and makes me feel at home. In other peoples' houses, I feel like I am an outsider and a very temporary guest.

Bookstores, especially those that sell used books that have touched many lives have an immense, powerful positive energy that is deeply therapeutic for me. In the summer of 2015, the most difficult summer of my life, I would go into Armadillo's Pillow in Rogers Park and just breathe and exist in between the stacks of books. I felt like nothing bad could happen to me there, like nothing bad could ever happen in a bookstore.

In our campus where I work, my building, Kiekhofer Hall, has an amazing positive energy. It has a chapel attached to it, and the quiet peacefulness of the worship space expands to fill the whole building. It has dark wood interiors which I love, and it houses the Modern and Classical Languages and English departments, so it is a building devoted to language, literature and the power of words. The front facade has huge glass windows that let in sunlight on cold but bright winter mornings. It also has a beautiful inner courtyard that transforms into a space of quiet solitude when it snows. Nowhere else on campus can I get this cozy feeling when I enter Kiekhofer. Some other buildings like Goldspohn feel too white, too sterile or bright, almost like hospital buildings. I am so happy that my office is in this building I love, somewhere I can feel at home, at peace.

I also feel a lot of positive energy in the forest of course, at the Morton Arboretum, a place that has become as sacred as a shrine for me in the past couple of years. It is a refuge from the rest of the world, and under the trees I feel like my soul is washed, renewed, rejuvenated. Like bookstores, it is another safe space for me, somewhere where nothing bad could ever happen, anxieties and the real world temporarily put on hold.

The quiet peacefulness, the sense of a goodness emanating from the earth and soil, is why I escape to nature in times of distress and anxiety, and it never fails to soothe me. I am so grateful for this brief respite from the hectic nature of daily life.


As I near the end of my 36th trip around the sun, this is my only wish: To be able to spend more time in places and with people who I feel at home with.

Love and gratitude as always, for this breath, for these spaces, for this life.





Sunday, March 18, 2018

Saatler, zaman, insan, ölüm ve yaşam





Dedemi kaybedeli bir buçuk ayı geçti.

Bugünlerde, şimdi ona bomboş gelen bir evin içinde sessizliği dinleyen anneannemi düşünüyorum. Sessizce oturan, boşluğu ve sessizliği bir nefes gibi içine çeken canımın içi kadını. Beni ona bağlayan bütün bağları, altın renkte görünmez ipler gibi, okyanusun dibinden, dağların üstünden ve denizlerin içinden geçtiğini hissederek. Benim yüreğimi anneannemin yüreğine bağlayan sevgi bağlarını en içimde, kalbimin derininde duyarak.

Dedemin hastaneye gittiği günden beri çalışmayan duvar saatini düşünüyorum. Ki huzurlu tik-tak sesleri çocukluğumun arka planıydı.

Bir insanın gidişini düşünüyorum. Varlığımızın, insanlığın en acıklı gerçeğini.

İnsan öyle bir varlık ki, onun bıraktığı boşluğu başka hiç bir şey dolduramıyor.

İnsanın bıraktığı boşluk, vücudunun kapladığı alanın çok ötesinde. Çok daha fazlası. Her insanın gidişi, bir kara delik oluşturuyor evrende. Bir daha asla kapanmayacak bir kara delik.

Ondan mıdır acaba, varlığımızın dokusu gittikçe inceliyor, sevdiklerimiz ayrıldıkça bu dünyadan?

Ondan mıdır, kendimizi gittikçe daha yalnız hissetmemiz büyüdükçe? Büyüdükçe daha çocuklaşmamız, daha kaybolmuş, daha şaşkın, daha kocaman gözlerle bakmamız hayata?

İnsanın kapladığı yerin aslında ne kadar büyük olduğunu, bir kaç ay bizimle kalan Barış'ın ve benim sevgili anneannemiz Mazis Türkiye'ye döndüğü gün derinden hissetmiştim.

Vücudu minicik, yüreği dev, sadece torunlarında değil torunlarının çocuklarında bile emeği olan bu 'küçük ama dev' kadın, meğerse ne çok yer kaplıyormuş, evimizde ben, Barış ve çocuklarımız, tekrar çekirdek ailemiz olmaya geri dönünce anladım.

O Türkiye'ye gittiği gün, Mazis'in her zaman oturduğu koltuktaki yeri, boş bir vadi gibi göründü gözüme. Anladım ki insanın yüreği ne kadar büyükse, kapladığı yer de o kadar büyük olurmuş bu dünyada. Vücudu minicik olsa bile. Ne kadar çok insanın gönlünde yeşermişse sevgisi, onca geniş bir yer kaplarmış bu evrende. Emek ve sevgi, büyütürmüş insanı, devleştirirmiş, hem sevdiklerinin hem de bütün dünyanın gözünde.

O yüzden sızlıyor içim, kendi anneannemi düşündükçe. Dedemin bütün huysuzluklarına rağmen, anneanneme hayatı boyunca pek gün yüzü göstermemesine, içtiği sigaralarla çektirdiklerine, asla şiddet uygulamasa da sözleriyle hem eşini hem çocuklarını üzmesine, sevgi ve şefkat göstermeyi bilmemesine rağmen...

Bütün yaptıklarına RAĞMEN sevdiğimiz ve kaybettiğimizde içimizde derin kara delikler açan herkes için sızlıyor yüreğim.

Düşünüyorum anneannemi bugünlerde. Var olmasa, benim var olmayacağım, azimli, çalışkan kadını.

Çok özlüyorum onu. Elinden tutup, 'torununun seni çok seviyor anneanne, dayan biraz daha.. Bak nefes alıyoruz hala.' demek istiyorum ona.

Elim uzanmıyor. Telefona uzanıyorum. Küçüklüğümden beri ezbere bildiğim telefon numarasını çeviriyorum. Okyanuslar ötesinde bir evde, bir telefon uzun uzun çalıyor.

Hala sesini duyabildiğime şükrediyorum.











Friday, January 12, 2018

Büyüdükçe (Canıma mektup)






Büyüdükçe sana ne kadar çok benzediğimi görüyorum baba.. ruhlarımızın aynı kumaştan dokunmuş olduğunu.

İçimdeki küçük çocuğun, hayata bir çocuk gibi sevinebilmenin senden geldiğini.

Şiir sevgimin, Türk diline, Türkçeye duyduğum aşkın, edebiyat sevgimin kaynağını, ilk başladığı yeri, o pınarı senin gözbebeklerinde gördüğümü.

İkimiz oturmuş çay içerken birden senin sevgili arkadaşın İlhan Şeşen'den 'Sen benim şarkılarımsın' şarkısı çalmaya başladığında, ben yerimden kalkıp 'hadi dansedelim baba' diye elimi uzatırsam, bana asla 'hayır' demeyeceğini.

Yaşım otuz altıya gelmiş olduğu halde elinden tutup sokakta yürüyebileceğimi.

Tıpkı senin gibi benim de dünyevi işlerden bihaber, ne kadar para kazandığımın, ne kadar para harcadığımın farkında bile olmayan, aklı beş yüz karış havada bir iflah olmaz romantik olduğumu.

Sırf ben istedim, hayatta en sevdiğim şey diye Amerika'ya gideceğim günün, yeni yılın ilk sabahı yeni açılmış fırına koşup bana 10 tane çıtır, taze simit alacak olan tek insan olduğunu.

Sabahın köründe mutfağa 'Yeşil pencerenden bir gül at bana / Işıklarla dolsun kalbimin içi' dizelerini haykırarak daldığımda, annem daha afyonu patlamamış bir halde 'sabah sabah kafa ütüledin Esra' diye mırıldanırken senin yüzünde mutlu bir gülümseme ile bana sarılacağını.

Böyle bir baba sevgisi ile büyümüş olduğum için aslında ne kadar, ne kadar şanslı olduğumu.

Senin kızın olarak büyümüş olduğum için. Bana gerçek sevgiyi öğretmiş olan, insan yüreği taşıyan bir babam olduğu için.

Ne kadar muhteşem bir çocukluk yaşamış olduğumu. Ve şu anda hissettiğim kendine güvenin, hayata karşı hissettiğim coşkunun, küçük anlardan aldığım keyif ve mutlulukların hepsinin sağlam temellerinin o çocuklukta atıldığını.

Uzattığımda elimi hep tuttuğun, hiç bırakmadığın için teşekkür ederim, baba.

Çok seviyorum seni.




Kızın