Tuesday, March 24, 2015

Ela Legose Pulim





Fotoğraf: Çamburnu, Sürmene



'dümende ve başaltlarında insanları vardı ki 
bunlar 
uzun eğri burunlu 
ve konuşmayı şehvetle seven insanlardı ki 
sırtı lâcivert hamsilerin ve mısır ekmeğinin 
zaferi için 
hiç kimseden hiçbir şey beklemeksizin 
bir şarkı söyler gibi ölebilirdiler...' 


Nazım Hikmet, Kuvayı Milliye Destanı


Bugünlerde, neden bilmem, kan bağıyla bağlı olduğum insanlara, o uzak ülkede derinden bağlı olduğum yüzlerce insana sonsuz bir özlem duyuyorum, içimde müthiş bir ıssızlık duygusuyla.. Sadece 1 kez gitmiş olduğum, ama yüreğimin en derinlerinde bir yerde duran Karadeniz'i özlüyorum durup durup.. Volkan Konak, Kazım Koyuncu ve Nikos Mihailidis dinliyorum sürekli, burnumda yemyeşil çay bahçelerinin kokusu.. Anneannemin anlattığı masalları, efsaneleri, 'Karakoncolos' öykülerini, onun Türkçe-Rumca karışık kendine has dilini yazmak istiyorum. 'Kan çekiyor' dedikleri zaman neyi kastediyorlarsa, o oluyor bana da.. Bir demir parçası mıknatısın gücüne nasıl hayır diyemezse, o şekilde çekildiğimi hissediyorum topraklarıma. Gidip o insanları görmek, uzak akrabalarımın hepsini bulup tek tek sarılmak, hikayelerini dinlemek istiyorum. Karadeniz'i özledim çok.. O renkli gözlü, kemerli burunlu, bağıra çağıra konuşan, çabucak sinirlenen, bir o kadar çabuk seven, ne çok, ne çok sevdiğim, canımın içi insanlarıyla.. Yemyeşil ormanları, köpüren dereleri, çay ve tütün kokulu bahçeleri, başı sisli yaylaları, mısır ekmeği ve kara lahanasıyla. Keşanlı kadınları, kükreyen dalgalı denizi, ıssız patikaları, eski evleriyle.

Bir gün yeniden yolum düşecek topraklarına, yaylalarına.. çok iyi biliyorum. O güne kadar gün sayıyorum.


Friday, March 20, 2015

Yoganın 18. günü



Starlings in Winter


Chunky and noisy,
but with stars in their black feathers,
they spring from the telephone wire
and instantly
they are acrobats
in the freezing wind.
And now, in the theater of air,
they swing over buildings,
dipping and rising;
they float like one stippled star
that opens,
becomes for a moment fragmented,
then closes again;
and you watch
and you try
but you simply can’t imagine
how they do it
with no articulated instruction, no pause,
only the silent confirmation
that they are this notable thing,
this wheel of many parts, that can rise and spin
over and over again,
full of gorgeous life.
Ah, world, what lessons you prepare for us,
even in the leafless winter,
even in the ashy city.
I am thinking now
of grief, and of getting past it;
I feel my boots
trying to leave the ground,
I feel my heart
pumping hard. I want
to think again of dangerous and noble things.
I want to be light and frolicsome.
I want to be improbable beautiful and afraid of nothing,
as though I had wings.

Mary Oliver






Tuesday, March 17, 2015

İki grafik roman


'Hahamın kedisi', Joann Sfar'ın kendine özgü çizgileriyle süslediği, bir oturuşta okunan, hoş bir roman. Hayata, dine, felsefeye, aşka, yaşama ve ölüme dair düşüncelerini yazar,  bir kanaryayı yedikten sonra konuşma yeteneği kazanan bir kedinin dilinden anlatıyor. Cezayir'de Sefardik bir Yahudi hahamın kedisi olan bu hayvan, Lafontaine masallarındaki gibi bize hayatta başımıza gelenlerden çıkarılacak dersleri ve yaşamın bazen komedi derecesine varan anlamsızlığını pek hoş bir şekilde aktarıyor. Oturup bir solukta okunan, değişik, güzel bir grafik roman.  






Art Spiegelmann'ın Nazi soykırımından bir şekilde canlı kurtulabilmeyi başarmış babası ile olan konuşmalarından ilham alarak çizdiği Maus I ve II grafik romanlarının kolay okunduğunu söyleyemem. İnsanlık tarihinin en korkunç, en utanç verici hikayelerinden birini anlatıyor nitekim.. Fazla güçlü, okurken fazla can acıtıyor.. Bir çok yerde yutkunarak devam etmek için kendimi zorlamak zorunda kaldım. Ancak 20. yüzyılın acılarını ve insanın zalimliğinin sınırsızlığını unutmamak, tekrar tekrar hatırlamak için mutlaka okunması gereken, müthiş acı bir öykü. Yahudi soykırımının şimdiye kadar okuduğum en etkileyici, en vurucu betimlemesi. İnsanı yüreğinden tutup, bırakmıyor.



Best Years of Our Lives


Paul Auster'ın 'Sunset Park' romanını okuduğumdan beri aklımdaydı bu klasik filmi izlemek. Roger Ebert'ın da en sevdiği filmler arasına koyduğu bu güzel film, İkinci Dünya Savaşı ABDye dönen savaş gazilerinin dramını, yaşadıkları zorlukları müthiş içten bir dille anlatıyor. Evlerine geri döndüklerinde, en az savaşa giderken hissettikleri duygular kadar yoğun duygular yaşayan, hiç bir zaman eski yaşamlarını eskisi gibi süremeyeceklerini anlayan üç adamın üç ayrı hikayesi. Oyunculukların gücü, diyalogların içtenliği ve savaş sonrası travma gerçeğini en çıplak haliyle anlatması filmi bir klasik yapıyor bence. İzledikten sonra gidip Auster'ın romanında alıntıladığı yerlere tekrar bakmak istedim.

Filmde beni en çok vuran sahne, savaşta ellerini kaybetmiş çocuk eskiden yaşadığı kasabaya geri döndüğünde, 'Ordu ona ellerinde takılı olan kancaları kullanmayı iyi öğretmiş' diye yorum yapan arkadaşına diğer arkadaşının verdiği cevap oldu: 'Ama o ellerle sevgilisine nasıl sarılacağını öğretmememiş'.

Bana çoğu sahnesiyle, savaşın anlamsızlığı ve insanların aslında cepheden sağ dönse bile ne çok şey kaybetmiş olduklarına dair hatırlattıklarıyla, Uğur Yücel'in yönettiği 'Yazı Tura' filmini hatırlatan bu film içime işledi ve benim için unutulmazlar arasına girdi.

Birdman


Tiyatroya, doğaçlama sanatına, sahne sanatlarına bir övgü, Hollywood'un popüler film kültürüne, oyuncularının yaşamlarına ise bir eleştiri Inarritu'nun son filmi. Tarzı itibariyle bu kadar çok Oscar almasına şaşırdım açıkçası. Değişik, caz ritimleriyle bezeli müziği, tek seferde çekilen sahneleri, psikolojik gerilimi ve kara mizahı yerinde kullanmasıyla benim kalbimi fethetti fethetmesine, ama sanki Akademi'nin bu filme bu kadar çok ödül vermesi çok beklenilen bir şey değil gibiydi. Michael Keaton ve Ed Norton'ın enfes oyunculukları bir yana, sadece Raymond Carver göndermeleri ve edebiyat-tiyatro ilişkisinin altını çizdiği için bile izlenilesi bir film.

Saturday, March 14, 2015

Yoga with Zeynep



I breathe in.

I breathe out.

She approaches me, shyly at first, and says she wants to 'do yoga too'.

I smile at her, show her a place by me, and continue my practice.

I see her looking at me while I rest the sole of my foot on my calf, trying to find a focal point on the wall. She immediately lights up and shouts: "Tree pose!" I smile at her.

Face concentrated, arms held up, she is the very picture of determination. This little body that was, a few years ago, that of a baby's. Now she is a miniature human, standing by me, balancing by me, breathing by me.

Gratitude fills my heart like a flood. We move side by side, without saying anything for a while.

I finish the practice, coming to a rest on my back. I throw my arms to the sides, my legs stretched out, Savasana. "The corpse pose". Yet in this pose I feel more alive than I've ever been.

Z comes closer and lays on top of me, her back to my chest. A little mirror image. A little miracle.

This tiny human, who sprouted from my belly, went out into the world and became a unique, amazing human being. Her little body lies on top of mine, and with each deep breath that I take, she rises and descends.

I breathe in.

I breathe out.

Love floods my heart, I can almost see it like a golden light enveloping us. A limitless, endless, boundless love, unlike anything I have felt before.

I lie in my final resting pose. I breathe, marvel at this tiny human on top of me, and I say thanks.

Thank you, life.

Thank you, light.

Thank you, love.

Namaste.



Friday, March 13, 2015

Elveda sevgili Yaşar Kemal



“Ben sevgiden, sevinçten söz açmak istemez miyim, delice, çılgınca, içim taşa taşa, bir sevinçten söz açmak istemez miyim? Ben sevinçli adamım. Bu dünya böyle olmasa, böyle kara, karanlık olmasa, ben sevinçten taşar coşardım. Yaradılışım karanlıktan çok aydınlığa, acıdan çok sevince... Ne çare, ne çare ki sevinmek gelmiyor elimden... Dostluktan söz açmak, ne güzel. Bir dostum var. Sıcacık eli var. Sevgi dolu gözleri var. Ne güzel yalansız, salt sevgi dolu bir insan eli sıkmak. Sıcacık, sıcacık... Ben deli olurum, insanlar karanlık karanlık, kuşkulu baktıkça bana... Bütün insanlar kuşkusuz, korkusuz, çıkar düşünmeden, düşmanlık geçirmeden içlerinden baksalar biribirlerine... İnsan, ne olur biliyor musunuz, sıcacık bir bahar güneşinin bahtiyarlığında duyar kendisini... Bahar güneşinde bir sevinç içinde gerinir. İnsan bir bahar çiçeği temizliğinde olur.”
Yaşar Kemal



Thursday, March 5, 2015

Green Mill




It's my birthday, we step in..
Big band, jazz, swing. An orchestra, filling the room with black and white music.
The green letters glow in the darkness.. The music beckons.
Time has stopped here.. Couples on the dance floor swing, swing, swing to the music.
Liquids in martini glasses sway.
We sway.
Time has stopped, somewhere in the 30s.
I look around. This magical place.. feels like irregularity in reality, a surreal, out-of-time pocket carved in the city.
We find a table and sit down. A man who seems to be in his early 50s sits right across from us. Wearing dark shades.
We immediately strike up a conversation. It's clear that he is a regular, and he's comfortable here in his own space. He says he comes every Thursday night.
Snippets of dialogue reach my ears in between the joyous outbursts of trombones and trumpets:
'Syria....Isis....Ferguson......Black lives....America....Obama....'
A tipsy, long haired woman approaches B, tells him to dance with her. He politely refuses.
So many stories here.. I understand why Murakami owned a jazz bar for many years before deciding to become a writer.

The singing woman smiles at us under the black tulle of her hat. She sways. Couples sway. The olives in martini glasses sway.

We stand up. Everyone swings to the music. We are in a wrinkle in time, but also surrounded by the realities of the twenty first century. I look at B. I smile.