Tuesday, December 30, 2014

Ivan Ilyich'in ölümü - Leo Tolstoy



Bu kadar kısa bir roman (ya da uzun hikaye) dahilinde insan yaşamına, ölüme, hayata dair bu kadar çok soru sordurabilmek, sadece Tolstoy gibi bir ustaya mahsus bir yetenek. Müthiş bir yazı gücü. Yalın, süslü olmayan, doğrudan cümlelerle, insanlığın ortak sonu olan ölümü böylesine vurucu şekilde anlatabilmesi yazarın, biz Chicago Edebiyat kulübü üyelerini çok etkiledi. Ivan Ilyich'in ölümü beklerken düşündükleri, hayatın gündelik hayatta üzerinde en çok durduğumuz meselelerinin ölümün yanında nasıl anlamsız kaldığını bize göstermesi için bile okunmaya değerdi. Tolstoy, eşi benzeri bulunmayan, müthiş bir yazar. Bundan sonraki hedefim, bir kaç aya dağıtarak Savaş ve Barış'ı okumak.


Yaz



Summer

The blue of the sky contrasts with the lush green grass.. I breathe. The memory of a faraway sea is carried on the wings of the wind.. The smell of algae and dark green beings submerged under the water.. The water is all kinds of blue, all kinds of aquamarine.. The sea overwhelms my soul, even with its promise.

Lush green leaves flutter like birds' wings in the breeze. I breathe. The breeze is much cooler than I expected, and it washes over me. Almost like swimming in cold water, I walk through the cool, cool breeze. The coolness invigorates my mind. I fill my whole chest with this blue air, feeling my soul more and more grounded with each breath. I breathe.

The wind plays with my hair. The wind teases me. I smile. I lift my gaze to the horizon, where the blue of the water disappears in the blue of the sky. I can never know where the water ends and the sky begins. I breathe.

Seagulls circle in the air, languidly, deliberately. In the white tips of their wings, they hide rays of sunlight. As they ride the cool currents of the breeze, I breathe.

The white puffiness of the huge clouds contrasts with the deep blue of the sky. The memories flock to my mind like hasty, small birds. I am flooded with the cool waves of all the days past. I shiver.

I am lost in deep summer, and I don't know where I end and the blue begins.




The Wolf of Wall Street - Martin Scorsese



Leonardo DiCaprio'nun oyunculuk yeteneğinin gittikçe kendini aştığını düşünüyorum. The Great Gatsby'den sonra bu filmde de bu düşüncem pekişti. Filmin konusu, yani para hırsının bir insanı ne hale getirebileceği, nasıl değiştirebildiği daha önce defalarca işlenmiş bir konu. İşlenişi ve kara mizahı ise bana sanki The Big Lebowski ile Fear and Loathing in Las Vegas'ın bir karışımı gibi geldi. Ama film ne Coen kardeşlerin filmleri kadar komik, ne de Fear and Loathing kadar orijinaldi. Scorsese, 2 saatte rahatlıkla anlatabileceği bir hikayeyi gereksizce uzatmış. Uyuşturucu ve seks sahneleri gereğinden fazla, rahatsız edecek seviyeye ulaşmış. Zaten 3 saati geçtiği için oturup tek seferde izleyemedim. Peyderpey izlediğim halde yine de fazla uzun ve sıkıcı geldi. Scorsese'in kafayı taktığı oyunculardan olan Leonardo DiCaprio'nun kariyerinin devamını ve nerelere varacağını ise çok merak ediyorum.


 

Interstellar - Christopher Nolan



Bu sene başında izlediğim ve çok beğendiğim Gravity gibi, aklımı başından alan bir uzay filmi daha.. Görsel olarak muhteşem, zaman, aile kavramı, insanoğlunun geleceği ve kaderi ile ilgili düşündürdükleriyle çok derin. Christopher Nolan, 2001: A Space Odyssey'den ilhamla, bir modern zaman masalı yaratmış, içine de beni mest edecek referanslar serpiştirmiş. Bir uzay filminde Dylan Thomas şiiri duymak doğal olarak tüyler ürpertici bir etki yarattı bende. Kara delikler ve uzay hakkında düşündürdükleriyle de yıllar önce Sabancı Üniversitesi'nden sevgili hocam Prof Ali Alpar'ın gözetiminde hazırladığımız ve sunumunu yaptığımız 'Yıldız Evrimi' projesini hatırlattı bana, gülümsetti.. Uzaya olan ilgim, sevgim, astronomi merakım hiç bitmeyecek. İnsanoğlunun uzaya ve evrene dair sorularının hiç bitmeyecek olması gibi..





Thursday, December 25, 2014

Güle güle 2014!




Hayatta insanın başına ne zaman ne gelir bilinmez, bundan sonraki senelerde ne olacağı belli olmaz ama çok güzel bir yıldın be 2014!! Altın gibi, pırıl pırıl, ışıl ışıl.. Umarım 2015 de seni aratmayacak güzellikte, harika bir yıl olur, güzellikler, mutluluklar getirir herkese..



Fotoğraf: Tulum harabeleri, Quintana Roo, Meksika, Aralık 2014




Friday, December 12, 2014

Mezuniyet - Bir son, bir başlangıç



Dünya üzerinde en çok sevdiğim insanlar (bir tek oğlum, o çok minik olduğu için evde, bir de kardeşim, okyanuslar ötesinde, iki adaş, bir onlar eksik), büyük bir katedralin içinde oturmuş beni bekliyor. Sevdiklerini bekleyen yüzlerce insanın arasında. Kalbim güm güm atıyor. Hani o çok önemli, o en mutlu günlerimizde, yaşam bir rüya dokusu kazanır ya.. İşte öyle. Herşey gerçeküstü, bir rüyanın içinde uçuyor gibiyim. Salonda herkes sıralanmış, numarasına göre. Tatlı bir heyecan herkeste.

Birden anons yapılıyor. Yürümeye başlıyoruz. Dışarıya çıkıyor, katedrale doğru yürüyoruz. Serin, ama yağışsız bir Aralık günü. Aralık ayı, hem doğduğum, hem eşimin doğduğu, hem tanıştığımız, hem de oğlumuzun doğduğu ay. Uğurlu ayımız. Bu rüya gibi günün de Aralık ayına denk gelmesi ne büyük, ne güzel bir tesadüf diye geçiriyorum içimden.. Yoksa tesadüf diye bir şey yok mudur hayatta?

Etrafımızda bir polis kordonu, sokağın karşısına geçip binaya giriyoruz. Tam yanımızda gayda çalan, iskoç etekli, tulum ve davullarla çok güzel bir müzik yapan bir grup müzisyen bize eşlik ediyor. Kapıdan giriyoruz. İçeride güzel bir org müziği çalıyor. Yerlerimize doğru yürürken herkes ayağa kalkmış kalabalık içinde kendi sevdiklerini, anne babasını arıyor gözleriyle. Biraz yürüdükten sonra sevdiklerimi görüyorum sol tarafta, heyecan içinde el sallıyorum onlara. Gözlerindeki gurur ve mutluluk beni daha da yukarılara çıkartıyor, artık bulutların üzerinde uçar gibi yürüyorum.

Yerimize oturuyoruz, tören başlıyor. Rektör ve mezuniyet konuşmasını yapan bilimadamı profesörün konuşmalarından sonra, diplomalar verilmeye başlanıyor. Bizim fakülteye geldiğinde sıra, sahnenin yanındaki perdelerin arkasına geçiyor, oradan sahnenin arkasına yürüyoruz. Ve işte sıra bize geliyor! Işıklar parlak, sahnede rektör, profesörler, dekanlar.. Ve benim ismim okunuyor.. Geleneklere yüz yıldan fazladır uyan üniversitem, töreninde de çok geleneksel. Sırtımıza bir asa ile dokunan profesör bize ileri adım atabileceğimizi söyledikten sonra, rektörün elini sıkıyorum, 'Tebrikler' diyor bana ve diplomamı alıyorum. Dönüp kalabalık içinde beni izlediğini bildiğim aileme doğru bir gülücük atıyorum, elimde bunca senenin emeğinin meyvesi olan bu belgeyle. Bunca emek, bunca uykusuz gece, bunca gözyaşı, bunca çaba.. Hayatta herşeyin bir bedeli var, ve hiç bir şey kolay elde edilmiyor. Ve bugün ben, çok şükür ki emeğinin meyvesini alabilmiş olmanın gurur ve mutluluğu içinde uçuyor gibiyim.

Yine uçar gibi adımlarla iniyorum sahneden, yerime dönüp oturuyorum. Törenin geri kalanında da hem koronun söylediği şarkılar, hem de okulunu bitirmiş olanların, mezunların sevinci birbirine karışıyor. Tören bitince yine müzik eşliğinde kalkıp kapıya doğru yürüyoruz.

Dışarı çıkınca, yüzüme çarpan serin Aralık havası, elimde diplomam, içimde bir coşku, bir mutluluk. Katedralin önündeki merdivenlerden iniyorum. Uçuyorum demek daha doğru olur, ayaklarım yerden kesildi kesilecek! Gayda müziği tekrar başlıyor. Bir süre bekledikten sonra içeriden çıkan kalabalıktan ayrılıp bana doğru gelen annemi görüyorum. Bir anda gözlerimden yaşlar boşanıyor. Senelerce biriktirdiğim bütün duygular gözlerimden sel olup mutluluk gözyaşları halinde akıyor. Anneme sarılıyorum sımsıkı, mis kokusunu içime çekiyorum. Şükrediyorum Allah'a, bana en sevdiklerimle birlikte bu güzel günü görmeyi nasip ettiği için.

Bugün hem bir yolun sonu, hem de başka bir yolun başlangıcı. Gözlerimde yaşlar, ıslak gözbebeklerimle gülümsüyorum kameralara. Hayatımın en güzel günlerinden biri.

Bugünü, bu anı, bu mutluluğu...hayatımın sonuna kadar unutmayacağım.

Ben mezun oldum!

Wednesday, December 3, 2014

Gece, uyku

'Allah rahatlık versin' kadar içime huzur veren, mutluluk veren bir uyku dileği bilmiyorum.

Ben küçükken anneannemin evinde bu isimde bir masal kitabı vardı. O kadar severdim ki! İçindeki birbirinden güzel masalları, okuya okuya neredeyse ezberlemiştim.

'Allah rahatlık versin' sözcüklerini duyunca, koridordaki loş ışığın bir hale gibi çevrelediği babamın başının silüetini görür gibi olurum odamın kapısında. İçime bir huzur gelip yerleşir. Kapatırım gözlerimi, sanki o küçük kız çocuğuyum. Mutlulukla koyarım başımı yastığıma.

Uyuyuveririm.