Monday, July 24, 2006
Yoldan geldim
10 gündür yollardayım, bugünlerde seyahat anılarımı da buraya yazmak istiyorum. Şimdilik bir fotoğrafla yetinelim, kelimeler daha sonra gelecek:)
Tuesday, July 11, 2006
Dedem ve Alzheimer
Temmuz 2000'de yazdığım bir yazı ve sonuna bugün eklediğim bir yorum..
DEDEM VE ALZHEIMER
Dedem Fikri B,80 yaşında bir Alzheimer hastası.Yaklaşık 5 senedir belirtilerini göstermeye başlayan ve tedavisi olmayan bu hastalık,onu-belki de kimsenin önceden tahmin edemeyeceği kadar-çok değiştirdi.
Ben birkaç aylıkken beni kollarının arasında tutarak objektife bakan gözlerindeki zeka pırıltıları yok artık.Babamın anlattığına göre,gençliğinde ve orta yaş döneminde mesleği terzilik gereğince pek öyle karmaşık konulara kafasını yormaz,genelde doğan problemlerin çözümünü babaanneme bırakırmış.Çocuklarına karşı çağının öngördüğü şekilde sert davranan,bazen aşırı bencilce istekleri olan bir babaymış,çevresindeki diğer babalar gibi.Babamın bir keresinde anlattığına göre,kendi çocuklarını sandalyenin üzerine çıkararak onlara ceketini tutturan bir babaymış üstelik.Şimdi dedeme bakınca,onun bir zamanlar böyle bir insan olduğunu düşünmek bile zor geliyor bana.
Babaanemle kuzen olmalarından ötürü evlenmiş dedem.Kendi teyze kızıyla çok erken bir yaşta evlenmiş olması da bana çok ters gelen olgulardan biridir dedemin yaşamında.Hayatı-biri doğduktan kısa süre sonra ölen 9 çocuk dışında- o zamanlarda yaşayan diğer terzilerin yaşamlarından pek de farklı geçmemiş.5 kızı ve 3 tane de oğlu olan dedem çocuklarının eğitimini,sağlık sorunlarını ve onlara karşı sorumluluğunu hep babaanneme bırakmış sorunlardan kaçmak için.Tek uğraşı olan terzilik ve dini ibadetiyle meşgul olmuş yıllarca.Sorunları önemsemeden yaşamasının,çözüm üretmek istememe tembelliğinin daha sonradan yaşamını şekillendirecek olan Alzheimer hastalığını kolaylaştırıcı bir etken oluşturacağı aklının ucundan bile geçmiyordu o yıllarda kanımca.
Yıllar yılları kovalarken,İstanbul’a gelmek,terzilik mesleğini babaannemle birlikte yaşadıkları küçük,bahçeli bir evin yakınında devam ettirmek ve gün geçtikçe çoğalan torunlarının büyümelerine tanık olmak dışında yine olağanüstü bir olay başına gelmemiş dedemin.Sıradan bir yaşam,eviyle cami arasındaki yol,bazen alış-veriş yapmak,torunlarına abur-cubur almak ve eşiyle aynı yaşamı sonuna kadar paylaşmak dışında istekleri olmayan,herkes gibi bir insandı dedem.
Benim gözümde dedem hep babaannemden daha silik,daha arka planda kalmıştır nedense.Bunda babaannemin hayat karşısındaki tutumunun ve sorunları çözme çabasının da çok büyük bir rolü olsa gerek.Küçükken dedem bahçeli,küçük bir çeşmesi,iki ağaç arasında kurulmuş salıncağı,babaannemin bazen etli ekmek yaptığı bir çardağı ve küçük bir terzi dükkanı olan eski zaman evinde yaşayan huzurlu,rahat bir ‘büyükbaba’ydı bana göre.Askılı pantolonu,her zaman yanında taşıdığı ve arkasında bir tren resmi olan zincirli saati,torunlarına verdiği çikolata ve sakızları,terzi yüksüğü ve kasketiyle bende kendine özgü bir yeri olan,iyimser ve tüm yaşlıların olduğu gibi sakin bir dedeydi.Hala özlediğim o eski,bahçeli evde merdivenlerden ikişer-üçer iner,bahçedeki musluğun yanında yerde büyüyen çileklerden ağzıma atar,salıncakta bir-iki kere sallanır ve uzamış,yumuşacık ve yeşil çimenleri izler,ardarda konulmuş taşların üzerine basarak çardağı incir ağacını ve arka kapıyı geçer,dedemin çalışmakta olduğu dükkanının kapısına varırdım.İki dedemin de terzi olduğundan olacak,terzi dükkanlarına karşı hep bir sıcaklık duymuşumdur içimde.Dedemin bir şeyler dikmekte olduğu dükkanda benim yaşımdaki bir çocuğun oyalanabileceği bir sürü ıvır-zıvır vardı.Kocaman,metal bir makas,değişik dokuda kumaş artıkları,iplik makaraları,büyük,ahşap cetveller,mezuralar ve oynamayı çok sevdiğim,hani o her terzide olan ve kumaşı çizerek kesmeye yarayan sabuna benzeyen minik işaretleyici canım sıkıldığında-hayal gücümün de etkisiyle- neşeli dakikalar geçirmemi sağlardı.Küçüklüğümde anneannemin evinde çok daha fazla kalmış olmama rağmen bu küçük ayrıntıları anımsayabilmem şaşırtıcı.Küçüklüğümden kopuk ve silik sayılabilecek görüntüler sınırlı sayıda:Oturmuş,Kuran okuyan dedem,camiden dönen dedem,bazen bir şeyler diken,küçük işlerle meşgul olan dedem.Ama ne yazık ki dedem hiçbir zaman düzenli gazete,kitap ya da dergi okuyan,gündemi takip eden ve var olan sorunlarla ilgilenen bir insan olamadı.En azından yaşamının,benim yaşamımla kesiştiği dönem içinde tanık olmadım bu gibi alışkanlıklarına.Ruh ve vücut sağlığını gerçekten korumasını bilen bir insan olduğunu anımsıyorum,sabah kalkınca kendine has traş fırçası ve aynasıyla traş olur,ardından da sabah jimnastiğini yapardı.Yürüyüş yapmayı da günlük hayatının hiç dışında tutmayan dedem,bir gün bu zevkinden de mahrum kalacağını bilemezdi kuşkusuz..
Ve zaman,o kimsenin önüne çıkamayacağı hızıyla geçti..Dedemin gittikçe artan bir süratle gelişen hastalığının ilk belirtilerini farkeden çok sayıda insan olduysa da,bu hastalığı tanımlandırmak ve adlandırmak bana düşmüştü ne yazık ki.O sıralar düzenli olarak takip ettiğim Focus dergisinde Alzheimer hastalığıyla ilgili çıkan haberlerden ve annemin bir gün eve getirdiği çok sayıda Alzheimer Derneği tanıtıcı broşüründen edindiğim bilgiler ışığında dedemin hastalığının Alzheimer olduğunu-çok zor ve istemeyerek de olsa-farkettim.Çoğu torunu dedemin bu halini sevimli,hatta gülünç buluyordu fakat ne yazık ki kimse nedenini ve hastalığın bir tedavisi olup olmadığını araştırmayı akıl edemiyordu.Detaylı bir muayeneden sonra dedemin gerçekten de bir Alzheimer hastası olduğu anlaşıldı ve hastalığı tamamen durduramasa bile ilerleme hızını yavaşlatacak olan Aricept ilacının kullanımına başlandı.Şu anda dedem,hastalığın ilk halinden çok daha geride bir konumda fakat ilaç kullanılmasaydı ne halde olacağını düşünmek biraz olsun moralimizi düzeltiyor.Yinelemeler,insan isimlerini hatırlayamama,kendi yakınlarını tanıyamama gibi belirtilerinin dışında dedem gitgide kendi kişisel ihtiyaçlarını da babaannemin yardımıyla yerine getirebilir hale geldi.Dede,ne olursa olsun,ben seni her zaman o en canayakın halinle,kendine özgü takıntıların,hayata ve anlayamadığın olaylara karşı gülümsemenle hatırlayacağım.
-Kızım bak,benim adım Fikri B. ve Fenerbahçeyi tutuyorum,ben de F.B.,o da F.B!
Dedeme,Fikri B’ye sevgilerimle...
Moonshine
30.07.2000
17 Temmuz 2001’de Alzheimer hastalığına yenik düşen dedemin mezarına gidiyorum bugün, 5 seneden sonra... Huzur içinde yat dede. Seni çok seviyorum.
DEDEM VE ALZHEIMER
Dedem Fikri B,80 yaşında bir Alzheimer hastası.Yaklaşık 5 senedir belirtilerini göstermeye başlayan ve tedavisi olmayan bu hastalık,onu-belki de kimsenin önceden tahmin edemeyeceği kadar-çok değiştirdi.
Ben birkaç aylıkken beni kollarının arasında tutarak objektife bakan gözlerindeki zeka pırıltıları yok artık.Babamın anlattığına göre,gençliğinde ve orta yaş döneminde mesleği terzilik gereğince pek öyle karmaşık konulara kafasını yormaz,genelde doğan problemlerin çözümünü babaanneme bırakırmış.Çocuklarına karşı çağının öngördüğü şekilde sert davranan,bazen aşırı bencilce istekleri olan bir babaymış,çevresindeki diğer babalar gibi.Babamın bir keresinde anlattığına göre,kendi çocuklarını sandalyenin üzerine çıkararak onlara ceketini tutturan bir babaymış üstelik.Şimdi dedeme bakınca,onun bir zamanlar böyle bir insan olduğunu düşünmek bile zor geliyor bana.
Babaanemle kuzen olmalarından ötürü evlenmiş dedem.Kendi teyze kızıyla çok erken bir yaşta evlenmiş olması da bana çok ters gelen olgulardan biridir dedemin yaşamında.Hayatı-biri doğduktan kısa süre sonra ölen 9 çocuk dışında- o zamanlarda yaşayan diğer terzilerin yaşamlarından pek de farklı geçmemiş.5 kızı ve 3 tane de oğlu olan dedem çocuklarının eğitimini,sağlık sorunlarını ve onlara karşı sorumluluğunu hep babaanneme bırakmış sorunlardan kaçmak için.Tek uğraşı olan terzilik ve dini ibadetiyle meşgul olmuş yıllarca.Sorunları önemsemeden yaşamasının,çözüm üretmek istememe tembelliğinin daha sonradan yaşamını şekillendirecek olan Alzheimer hastalığını kolaylaştırıcı bir etken oluşturacağı aklının ucundan bile geçmiyordu o yıllarda kanımca.
Yıllar yılları kovalarken,İstanbul’a gelmek,terzilik mesleğini babaannemle birlikte yaşadıkları küçük,bahçeli bir evin yakınında devam ettirmek ve gün geçtikçe çoğalan torunlarının büyümelerine tanık olmak dışında yine olağanüstü bir olay başına gelmemiş dedemin.Sıradan bir yaşam,eviyle cami arasındaki yol,bazen alış-veriş yapmak,torunlarına abur-cubur almak ve eşiyle aynı yaşamı sonuna kadar paylaşmak dışında istekleri olmayan,herkes gibi bir insandı dedem.
Benim gözümde dedem hep babaannemden daha silik,daha arka planda kalmıştır nedense.Bunda babaannemin hayat karşısındaki tutumunun ve sorunları çözme çabasının da çok büyük bir rolü olsa gerek.Küçükken dedem bahçeli,küçük bir çeşmesi,iki ağaç arasında kurulmuş salıncağı,babaannemin bazen etli ekmek yaptığı bir çardağı ve küçük bir terzi dükkanı olan eski zaman evinde yaşayan huzurlu,rahat bir ‘büyükbaba’ydı bana göre.Askılı pantolonu,her zaman yanında taşıdığı ve arkasında bir tren resmi olan zincirli saati,torunlarına verdiği çikolata ve sakızları,terzi yüksüğü ve kasketiyle bende kendine özgü bir yeri olan,iyimser ve tüm yaşlıların olduğu gibi sakin bir dedeydi.Hala özlediğim o eski,bahçeli evde merdivenlerden ikişer-üçer iner,bahçedeki musluğun yanında yerde büyüyen çileklerden ağzıma atar,salıncakta bir-iki kere sallanır ve uzamış,yumuşacık ve yeşil çimenleri izler,ardarda konulmuş taşların üzerine basarak çardağı incir ağacını ve arka kapıyı geçer,dedemin çalışmakta olduğu dükkanının kapısına varırdım.İki dedemin de terzi olduğundan olacak,terzi dükkanlarına karşı hep bir sıcaklık duymuşumdur içimde.Dedemin bir şeyler dikmekte olduğu dükkanda benim yaşımdaki bir çocuğun oyalanabileceği bir sürü ıvır-zıvır vardı.Kocaman,metal bir makas,değişik dokuda kumaş artıkları,iplik makaraları,büyük,ahşap cetveller,mezuralar ve oynamayı çok sevdiğim,hani o her terzide olan ve kumaşı çizerek kesmeye yarayan sabuna benzeyen minik işaretleyici canım sıkıldığında-hayal gücümün de etkisiyle- neşeli dakikalar geçirmemi sağlardı.Küçüklüğümde anneannemin evinde çok daha fazla kalmış olmama rağmen bu küçük ayrıntıları anımsayabilmem şaşırtıcı.Küçüklüğümden kopuk ve silik sayılabilecek görüntüler sınırlı sayıda:Oturmuş,Kuran okuyan dedem,camiden dönen dedem,bazen bir şeyler diken,küçük işlerle meşgul olan dedem.Ama ne yazık ki dedem hiçbir zaman düzenli gazete,kitap ya da dergi okuyan,gündemi takip eden ve var olan sorunlarla ilgilenen bir insan olamadı.En azından yaşamının,benim yaşamımla kesiştiği dönem içinde tanık olmadım bu gibi alışkanlıklarına.Ruh ve vücut sağlığını gerçekten korumasını bilen bir insan olduğunu anımsıyorum,sabah kalkınca kendine has traş fırçası ve aynasıyla traş olur,ardından da sabah jimnastiğini yapardı.Yürüyüş yapmayı da günlük hayatının hiç dışında tutmayan dedem,bir gün bu zevkinden de mahrum kalacağını bilemezdi kuşkusuz..
Ve zaman,o kimsenin önüne çıkamayacağı hızıyla geçti..Dedemin gittikçe artan bir süratle gelişen hastalığının ilk belirtilerini farkeden çok sayıda insan olduysa da,bu hastalığı tanımlandırmak ve adlandırmak bana düşmüştü ne yazık ki.O sıralar düzenli olarak takip ettiğim Focus dergisinde Alzheimer hastalığıyla ilgili çıkan haberlerden ve annemin bir gün eve getirdiği çok sayıda Alzheimer Derneği tanıtıcı broşüründen edindiğim bilgiler ışığında dedemin hastalığının Alzheimer olduğunu-çok zor ve istemeyerek de olsa-farkettim.Çoğu torunu dedemin bu halini sevimli,hatta gülünç buluyordu fakat ne yazık ki kimse nedenini ve hastalığın bir tedavisi olup olmadığını araştırmayı akıl edemiyordu.Detaylı bir muayeneden sonra dedemin gerçekten de bir Alzheimer hastası olduğu anlaşıldı ve hastalığı tamamen durduramasa bile ilerleme hızını yavaşlatacak olan Aricept ilacının kullanımına başlandı.Şu anda dedem,hastalığın ilk halinden çok daha geride bir konumda fakat ilaç kullanılmasaydı ne halde olacağını düşünmek biraz olsun moralimizi düzeltiyor.Yinelemeler,insan isimlerini hatırlayamama,kendi yakınlarını tanıyamama gibi belirtilerinin dışında dedem gitgide kendi kişisel ihtiyaçlarını da babaannemin yardımıyla yerine getirebilir hale geldi.Dede,ne olursa olsun,ben seni her zaman o en canayakın halinle,kendine özgü takıntıların,hayata ve anlayamadığın olaylara karşı gülümsemenle hatırlayacağım.
-Kızım bak,benim adım Fikri B. ve Fenerbahçeyi tutuyorum,ben de F.B.,o da F.B!
Dedeme,Fikri B’ye sevgilerimle...
Moonshine
30.07.2000
17 Temmuz 2001’de Alzheimer hastalığına yenik düşen dedemin mezarına gidiyorum bugün, 5 seneden sonra... Huzur içinde yat dede. Seni çok seviyorum.
Etiketler:
deneme
Kitap yorumları ve insanlar
Yakında blog'uma okuduğum kitaplar hakkında neler düşündüğümü yazmaya başlayacağım. Bu kitap yorumlarına James Joyce'un Dubliners'ı ile başlayıp, oradan devam edeceğim. Ayrıca hayatıma girmiş ve beni etkilemiş olan bazı insanlar hakkında da yazmayı düşünüyorum. Şimdi burada Türkiye'deyken anılarım üşüşüyor başıma ve yazmak kolaylaşıyor.
Ayrıca tüm zamanların en sevdiğim filmleri listesi de yapacağım bu yaz ve buraya onu da koymayı düşünüyorum.
Ayrıca tüm zamanların en sevdiğim filmleri listesi de yapacağım bu yaz ve buraya onu da koymayı düşünüyorum.
Etiketler:
gunce
Friday, July 7, 2006
Street Spirit
Bu şarkı dönüp dolaşıp gelip beni bulup lanetliyor. Bu şarkı kanımı donduruyor.
Gecenin bir köründe aklıma düşüp beni simsiyah bir karanlığın içine çekiyor. Ölüm, hayat, hayat nedir ki, iki derin karanlığın ortasında yer alan bir ışık çakması Nietzsche'ye göre.
Araştırıp şarkı sözlerinin Türkçe çevirisini buldum. Bu şarkı beni yavaş yavaş öldürüyor.
Street Spirit
sira sira evler hepsi de uzerime egiliyor
mavi elleriyle bana dokunduklarini hissedebiliyorum
butun bu seylerin bir konumu var
butun bu seyler bir gun kontrolu ele gecirecek
ve silinip gidecekler yeniden ve silinip gidecekler
bu makine iletmeyecek
iletmeyecek bu dusunceleri
ve altinda bulundugum stresi
bir cember olustur
hepimiz yere dusmeden
ve silinip gitmeden yeniden ve silinip gitmeden
catlak yumurtalar ve olu kuslar
haykiriyorlar yasamlari icin savasirken
olumu hissedebiliyorum boncuk gibi gozlerini gorebiliyorum
butun bu seyler nail oluyor
butun bu seyleri bir gun bir lokmada yutacagiz
ve silinecegiz yeniden ve silecegiz
ruhunu aska daldir
Radiohead, Street Spirit
Gecenin bir köründe aklıma düşüp beni simsiyah bir karanlığın içine çekiyor. Ölüm, hayat, hayat nedir ki, iki derin karanlığın ortasında yer alan bir ışık çakması Nietzsche'ye göre.
Araştırıp şarkı sözlerinin Türkçe çevirisini buldum. Bu şarkı beni yavaş yavaş öldürüyor.
Street Spirit
sira sira evler hepsi de uzerime egiliyor
mavi elleriyle bana dokunduklarini hissedebiliyorum
butun bu seylerin bir konumu var
butun bu seyler bir gun kontrolu ele gecirecek
ve silinip gidecekler yeniden ve silinip gidecekler
bu makine iletmeyecek
iletmeyecek bu dusunceleri
ve altinda bulundugum stresi
bir cember olustur
hepimiz yere dusmeden
ve silinip gitmeden yeniden ve silinip gitmeden
catlak yumurtalar ve olu kuslar
haykiriyorlar yasamlari icin savasirken
olumu hissedebiliyorum boncuk gibi gozlerini gorebiliyorum
butun bu seyler nail oluyor
butun bu seyleri bir gun bir lokmada yutacagiz
ve silinecegiz yeniden ve silecegiz
ruhunu aska daldir
Radiohead, Street Spirit
Sunday, July 2, 2006
Merhaba İstanbul
İstanbul'u yaşıyorum, İstanbul'u soluyorum 10 gündür.
Merhaba sokak kedileri, merhaba tarihe teslim olmuş şehir, merhaba kaos, merhaba deliliğim, sevgi ve nefretim.
Merhaba İstanbul.
Etiketler:
gunce
Subscribe to:
Posts (Atom)