Sunday, October 25, 2015

7. senfoni, şafak, düşünceler




Sabahın 7sinde arkanda güneş doğarken batıya doğru yol almak.. Yol alırken sesini sonuna kadar açtığın 7. senfoniyi dinleyip huşu içinde titremek..

Şafak sökerken, saatte 128 kilometre hızla giden bir arabanın içinde, aklından bir sürü düşünce geçer insanın.

Çocukluğum gelir aklıma, ilkgençliğim. Sanki bir kaç ömür önce olmuş, şimdi çok uzaklardaymış gibi gelen önceki hayatım. Dragos'taki evimiz. O evde sonbahar ve kış akşamları. Soğuktan tir tir titreyerek bomboş eve girip en alt kata inip önce pompayı (kırmızı ışıklı), sonra brulörü (yeşil ışıklı) açarak ısıtma sisteminin çalışmasını beklediğim kış akşamlarını düşünürüm. Bomboş evin içinde uyanan bir dev gibi gürleyen ısıtıcının sesinin yankılanmasını dinlerken yerde oturup sabırla beklememi. Okul formamı çıkardıktan sonra odadaki küçük elektrik sobasını yakıp annemin eczaneden gelmesini beklediğim uzun saatleri. Kardeşimle ısınan odanın kapısını kapatıp ödevlerimizi yavaş yavaş ısınan odada bitirmeye çalışmamızı.

Bir türlü ısınmazdı evimizin her yeri aynı anda nedense. Ama içimiz daha sıcaktı o zaman.

Ödevlerimi yaparken dinlediğim 'Gecenin Pembe Kanatları' adında bir radyo programını, ki şiirler ve edebiyatla dolu, pek güzel bir programdı. Annemin eczaneden gelip mutfakta devinmeye başlamasını. Sofrayı kurarken dört çatal, dört kaşık çıkardığım, çekirdek aile olarak hep birlikte çorba içtiğimiz akşamları. Yemekten sonra babamın meyveleri soyup bize uzatmasını. Neden sonra üzerimize çöken ağırlıkla kanepeye uzanıp, Kanal D'de vurdulu kırdılı bir film oynarken gözlerimizin ağırlaşmasını ve uykunun tatlı kollarına kendimizi bırakmayı. Annemin 'Kalkıp yerinize yatın' diye ısrarlarının bir işe yaramamasını ve o kanepedeki uykunun kendi yatağımızdaki uykudan daha tatlı gelmesini.

'Allah rahatlık versin' diye bize iyi geceler dileyen babamın başının silüetini. Bir daha hayatım boyunca eşini benzerini bulamayacağım derinlikte, huzur dolu çocuk uykularımı.

Saatte 128 kilometreyle giden bir arabada, insanın aklından çok fazla şey geçebilir.

İnsan aklı yılları, okyanusları aşıp, hasretiyle sarhoş olduğu çocukluğuna ulaşabilir.


Bir sonbahar günü



Mükemmel bir gün nasıl olur?

Güneş ışığı okşar yaprakları, yumuşacık sonbahar güneşi, şefkatle okşar, sevgiyle.

Canlarım ve ben, ormanda bir yürüyüş. Serin ve tertemiz havayı içime çekmek. Pırıl pırıl bir sonbahar günü. İnsana yaşama sevinci veren, içini neşeyle dolduran. Turuncunun, kahverenginin, kırmızının onlarca tonuna bürünen ağaçlar.

Sonra yine sevdiklerimizle yenilen güzel bir öğle yemeği. Tadına vara vara, keyfini çıkararak yemek..

Sonra, kahve kokusu..




İki animasyon harikası







The Secret of Kells (Kells'in sırrı) ve Song of the Sea (Denizin Şarkısı), ikisi de aynı stüdyonun yapımı olan, birbirinden şahane güzellikte görselleri olan animasyon harikaları. Birini sinemada, birini evde kızımla izledim ve iki filmin de çizimlerine, naifliğine, müziklerinin güzelliğine ve genel olarak görsel birer şölen oluşlarına hayran kaldım..

İki film de eski İrlanda ve İskoç efsaneleri üzerine kurulu. Birinde bir oğlan çocuğu, birinde bir kız çocuğu başrolde. İkisinde de masalsı, büyülü, rengarenk bir atmosfer hakim. 3 yaş üzeri çocuklarla rahatlıkla, mutlulukla izlenebilecek türden. Tavsiye ederim bütün anne babalara.

Blog'uma da bu filmler vesilesiyle geri dönmüş oldum :)