Sunday, June 23, 2013

Haydi Abbas


Güzel bir gün biterken, akşamın gölgeleri çökerken yüreğime, ışık gücünü yitirip azalmaya başlarken, en sevdiklerimi çok, ama çok özlediğimde..

Hep babamın bu en çok sevdiği şiiri okurum. İçimi ısıtır, burnumun direğini sızlatır, özlem bir ince sarı duman gibi kaplar yüzümü, yüreğimi.



Haydi Abbas, vakit tamam;
Akşam diyordun, işte oldu akşam.
Kur bakalım çilingir soframızı;
Dinsin artık bu kalb ağrısı.
Şu ağacın gölgesinde olsun;
Tam kenarında havuzun.
Aya haber sal, çıksın bu gece;
Görünsün şöyle gönlümce.
Bas kırbacı sihirli seccadeye,
Göster hükmettiğini mesafeye
Ve zamana.
Katıp tozu dumana,
Var git,
Böyle ferman etti Cahit,
Al getir ilk sevgiliyi Beşiktaş'tan;
Yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan.



Cahit Sıtkı Tarancı


Saturday, June 22, 2013

Filistin'in Çocukları



Filistin'in Çocukları, daha önceden bir-iki kısa hikayesini okuduğum Filistinli yazar Ghassan Kanafani'nin hikaye derlemesi.. İnsanın içine işleyen hikayeler, içini acıtan.. Bizim dışarıdan izleyenler olarak asla anlayamayacağımız, ancak içinde yaşayanların anlatabileceği saf bir acı, kayıp hayatlar, çocuk olmaya bile hakkı olmayan çocuklar.. İnsanı çok düşündürüyor bu kitap. Özellikle 'Hayfa'ya dönüş' hikayesiyle bir insanın evini, yurdunu ve geçmişini kaybetmesinin acısı, gelip bir yumru gibi oturuyor boğazınıza.. Her gün kendi yurdunda yabancı gibi bir hayat yaşayan aileleri düşünüyorsunuz, çocukları, anneleri, babaları. Geleceğe dair umutları sönmüş/söndürülmüş, gözlerindeki ışık gitmiş olan, gözleri bir yaşlı adamınkinden çok acı ve hayat taşıyan çocukları en çok. Bize bu kadar yakın olan ama çok da yabancısı olduğumuzu düşündüğüm o 'acı coğrafyası'nda olanlar üzerine biraz daha bilgi edinmek, onları biraz olsun anlayabilmek için çok iyi bir fırsat..

Kanafani kesinlikle Filistin'in en güçlü seslerinden biri. Anlattığı hikayelerin hissettirdikleri ise kültürden, tarihten ve coğrafyadan bağımsız.. Bütün insanlığın ortak acılarının, yanık bir ağıdı. İşte bu yüzden insanın yüreğinin ta derinliklerine işliyor.

The Old Man and the Sea - Ernest Hemingway



“But man is not made for defeat," he said. "A man can be destroyed but not defeated. ” 

E. Hemingway, The Old Man and The Sea



Büyük ustanın 1951 yılında Küba'daki balıkçıların yaşamından esinlenerek yazdığı bu enfes hikaye, yaşamın ve yaşam mücadelemizin enfes bir özeti adeta. Beni öylesine derinden etkiledi ki, 'Daha önce neden okumamışım, nasıl kaçırmışım?' diye sordum kendime. İhtiyar balıkçının yakaladığı dev kılıçbalığı ile olan mücadelesi, zaman geçtikçe ona bağlanması, kendini onunla özdeşleştirmesi, yalnızlığının içinde hayatla ilgili felsefe boyutuna varan düşüncelere dalması ve kendi davranışlarını bile sorgulaması.. Azmi, yaşam mücadelesini devam ettirmek için gereken kuvveti kendi ruhunda bulması.. Ve sonuç ne olursa olsun, varılacak yere değil, yolculuğun kendisine önem vererek, nefes aldığı sürece bu kıyasıya mücadeleyi sürdürmesi..

Hemingway'in bunların hepsini kısacık bir roman (novella) içinde kısa, öz, sade cümlelerle anlatabilmesi, bize onun nasıl büyük bir usta olduğunu gösteriyor. 'İhtiyar adam ve deniz', dünya klasiklerinin arasındaki yerini hep korumalı.. Bence bizde de okullarda okutulmalı, konuşulmalı, öğretilmeli.. Hayatın harika bir özeti çünkü.

İhtiyar balıkçının önce balıkla, sonra da onu yemeye gelen köpekbalıklarıyla mücadelesi, bana garip bir şekilde doktora tezimle olan mücadelemi anımsattı!! Hayatta ele geçirilmesi zor bir şey için uğraşıp didinen, çaba gösteren herkesin hikayesi aslında.

İleride daha fazla Hemingway okuyabilmek dileğiyle..




The Help - Kathryn Stockett







Çok uzun zamandır buraya yazmak isteyip vakit bulamadığım bir çok kitap birikti. Bunlardan bir tanesi The Help. Konusu itibariyle gerçekten ilginç, A.B.D'nin güneyinde 60-70lerde yaşanan tarih ve ırkçılık üzerine bir çok yeni şey öğreniyorsunuz okurken. Ama nedense beni çok içine çekemedi bu kitap, sarmadı. Karakterlerle özdeşleşemedim, empati kuramadım. Bilmiyorum buna kitabın kuvvetli Güney aksanıyla yazılmış olması mıydı sebep, yoksa benim Amerikalı olmadığım için bu konuya çok yakın hissedememem mi kendimi.. Ama bir şeyler eksik kaldı ve bu kitap bende hoş, ama çok da derin bir izlenim bırakmayan bir roman olarak kaldı sadece.

Belki de roman boyunca siyahi Amerikalı kadınların ırkçılıkla ilgili sorunlarını ve dertlerini aktarmak için mutlaka bir beyaz kadına ihtiyaç duymalarıydı beni rahatsız eden.. Ve hikayelerini onun aracılığıyla anlatmaları.. Bilmiyorum. Ama beni derinden etkileyen, sarsan, hiç unutamayacağım Toni Morrison romanlarıyla karşılaştırdığımda çok cılız kalıyor bu roman. Ve dil, anlatım, üslup ve şiirsellik bakımından onların yanına bile yaklaşamıyor.


Saturday, June 8, 2013

Kalbimin şekli




Herhalde 94-95 seneleri.. 12-13 yaşında bir ortaokul öğrencisiyim. İlkgençliğin hülyaları başımda, elimde boş bir ajanda, olmuş şiir defteri.. Habire sevdiğim şiirleri oraya kopyalıyorum. Düşlerle, hayallerle dolu kafam, benden bir kaç fersah yukarıda sanki.. Yani tipik bir ergenim!!

Dragos'taki evimizin ahşap balkonunda oturuyorum, kulağımda walkman'imin radyosu.. Joy Fm diye yavaş, sakin şarkılar çalan bir radyo vardı o zamanlar Türkiye'de. En çok çaldıkları şarkılardan biri: Sting - Shape of My Heart. Neredeyse her akşam aynı saatlerde, o büyülü gitar tınılarıyla başlayan, harika şarkının büyüsüne kaptırıyorum kendimi. Balkon, gece, ben ve müzik yalnızız. Müzik sanki genişleyip bütün kainatı dolduruyor. Sting o kadife sesiyle söylüyor:

I know that the spades are the swords of a soldier
I know that the clubs are weapons of war
I know that diamonds mean money for this art
But that's not the shape of my heart..



Sonraki yıllarda da sürekli dinleyeceğim, dinlemekten hiç bıkmayacağım bir şarkı.. 'Kalbimin şekli'..hayatımı değiştiren şarkılardan biri.

Nereden bilebilirim ki ben o andan 18 sene sonra bambaşka, okyanusun ötesinde, uzak bir ülkede, evli ve çocuklu, 'büyümüş' halimle aynı şarkıyı sevgili Sting'den canlı olarak dinleme mutluluğuna erişebileceğimi? Sting 60 yaşını geçmiş olduğunu hiç belli etmeden, delikanlılara taş çıkartacak bir enerjiyle parlıyor sahnede.. Kadife sesi hiç ama hiç bozulmamış, hatta daha da güzelleşmiş diyebilirim. O gitarının tellerine dokundukça, biz mutlulukla gülümsüyoruz. Müziğin bizi birleştiren evrensel gücünü, vücudumuzda dolaşan kanın her hücreye, her kılcal damara ulaşması gibi müziğin yüreğimizin bütün odalarına, bütün koridorlarına bir sel gibi doluşunu, nüfuz edişini hissediyoruz. O anda müzik, bir zaman makinesine dönüşüyor. Ben orada ayakta duran 31 yaşındaki kadın, aynı zamanda 13-14 yaşlarındaki genç kızım. İçimde zaman, mekan, anılar, İstanbul ve Chicago birbirine karışıyor. Gerçek, katıksız, saf, sihirli bir mutluluk.


Ve son şarkı.. Sting enfes güzellikteki şarkısı Fragile'ı söylerken, aklım Türkiye'me gidiyor.. Hiç aklımdan çıkmadı zaten ülkem, bedenim burada Chicago'daysa düşüncelerim, kalbim, aklım hep orada zaten.. Sting söylüyor, ben ülkemi düşünüyorum.. Ne kadar kırılganız hepimiz, ne kadar naif, ne kadar güzel.. Ah bir anlayabilsek bunu.


If blood will flow, when flesh and steel are one
Drying in the colour of the evening sun..
Tomorrow's rain will wash the stains away,
But something in our minds will always stay.
Perhaps this final act was meant
To clinch a lifetime's argument
That nothing comes from violence, and nothing ever could..
For all those born beneath an angry star,
Lest we forget how fragile we are..

On and on, the rain will fall
Like tears from a star, like tears from a star
On and on, the rain will say
How fragile we are how fragile we are

On and on the rain will fall
Like tears from a star like tears from a star
On and on the rain will say
How fragile we are, how fragile we are
How fragile we are, how fragile we are...