Friday, July 12, 2013

Sırt çantaları, kitap dolu odalar ve hayat hakkında


Nisan ayı başında çok sevdiğim bir hocamı kaybettim. Hem çok sevgili, birebir çalıştığım hocam, hem de doktora tez komitemin 3. üyesiydi. Çok ani oldu ölümü, ben de dahil olmak üzere bütün öğrencilerini çok üzdü. Hepimiz bu denli sevdiğimiz hocamızı kaybetmenin şoku içindeydik. Cenazesinde onu toprağa verirken hepimizin gözleri yaşlıydı, içimiz buruktu, yetim bırakılmışız gibi. Duygularım yüreğime sığmayıp taşınca hocama bir 'tribute', yani anma yazısı yazdım o gün.

Hüznüm büyüktü tabii, ama bir yandan da kendi hayatıma dair çok önemli bir gerçeği keşfettim. Hocam, yaşadığı hayatla hepimize örnek olmuştu. Neredeyse son nefesini verdiği günün bir kaç gün öncesine kadar hayatta en sevdiği şey olan hocalığı yapmış, mesleğini çok sevmiş, öğrencilerini çok sevmişti. Bizde, hepimizde bir parçasını bırakmıştı. O gitmiş olsa bile bizde yaşamaya devam ediyordu, her birimizde ayrı bir anısıyla, bize öğrettikleriyle, bizde bıraktıklarıyla.. Biz onun ismini onla, yüzle, binle çarpıp dünyanın dört bir köşesine dağıtmıştık bile.

Onun ölümünden sonra düşündüm ki, ben de işte tam böyle bir hayat istiyorum. Hocamı en son gördüğüm haliyle, mis gibi eski kitap kokan, tepeden tırnağa kitap dolu odasında, masasında otururkenki mutlu haliyle hatırladım. Ben de öğrenmeye ve öğretmeye devam ederek, etrafım çok sevdiğim öğrencilerle sarılı, kitaplarla dolu bir ofiste yaşlanmak istiyorum. Hocamın ölümü, bu hayalime çok daha sıkı sarılmama, hayatta ne istediğimi bir kez daha anlamama vesile oldu.



Bu sabah kızımı dişçiye götürdükten sonra arabanın arkasında büyük bir hızla omuz çantamın içindekileri sırt çantama aktarıp kızımı babasına teslim ederken, Süpermen gibi aniden kimlik değiştirirken de bunu düşündüm. Sırt çantamı takıp kütüphaneye yürürken farkettim ki, omuz çantamı taktığımda normal bir kadın, bir anneyim. Sırt çantamı taktığım zaman ise, öğrenciyim. Akademisyenim. Çoğu hocamın, yaşlı başlı olmalarına rağmen sırt çantalarıyla gezdiğini görüyorum, çok hoş geliyor bana. İçi kitap dolu bir çantayla gezmek demek çünkü bu. Öğrenmek, öğretmek demek.

Hani insanlar sürekli 'ah tatil yapsak, şuraya gitsek, buraya gitsek' derler ya.. Benim tatilim, işte o sırt çantasını takıp, kütüphanenin yolunu tuttuğum an başlar. Serin, kitap kokulu kütüphaneye girince, dünyanın bütün dertleri, tasaları unutulur, başka sorumluluklar geri planda kalır. Düşüncelerim, ben, kitaplarım ve yazılarım, başbaşa kalırız. 'Ben bunun için yaratılmışım' diye düşünür, mutlu olur, kendimi çok daha iyi hissederim. Evden bütün gün çıkmadığım günlerin tam tersine, verimli ve üretken olmanın getirdiği mutlulukla huzur dolarım. Kızıma daha iyi bir anne olurum o zaman, kocama daha iyi bir eş, anne-babama daha iyi bir evlat.. Çalışmak, yüceltir insanı, ölümsüzleştirir. Okumanın, yazmanın büyüsü içinde kendimi kaybeder, giderim.


İşte bu yüzden, her zaman ve bütün hayatım boyunca, siyah sırt çantam benim için omuz çantalarından çok daha önemli ve değerli olacak!


3 comments:

  1. güzel blog kolay gelsin...

    ReplyDelete
  2. “How much better is silence; the coffee cup, the table. How much better to sit by myself like the solitary sea-bird that opens its wings on the stake. Let me sit here for ever with bare things, this coffee cup, this knife, this fork, things in themselves, myself being myself.”

    - Virginia Woolf, The Waves

    ReplyDelete