Thursday, August 22, 2013

Kelebeğin Rüyası



Aşk, bahanesidir şiirin...

Beklediğim kadar muhteşem olmasa da, hoştu.. İçinde şiir, edebiyat ve Varlık dergisi geçen (ve Kıvanç Tatlıtuğ'u da barındıran, öhö öhö...) bir filmden zaten hoşlanmamam düşünülemezdi. Derinden etkileyici olmamakla beraber, dönem kostümleri ve karakterler üzerinde epeyi uğraşılmış. Kıyafetler, saçlar, makyajlar, renkler..Dönem atmosferini yansıtmak için özel olarak seçilmiş gibi. Sinematografi de fena değildi, arada Hollywood'vari çekimler biraz göze batsa da.. Kıvanç'ın oyunculuğu zaten günbegün olgunlaşıyor, daha da iyiye gidiyor. Filmin en büyük başarısı da buydu zaten. Yılmaz Erdoğan'ın oyunculuğuna ise hiç bir zaman zaten çok çok hayran kalmadım.

Filmde bir başka gözüme batan şey ise sadece Yılmaz Erdoğan'ın eşi olduğu için başrol aldığını tahmin ettiğim Belçim Bilgin ve Kıvanç Tatlıtuğ arasında hiç bir elektriğin, enerjinin olmamasıydı.. Yani bir filmdeki iki aşık bu kadar alakasız olabilir birbiriyle. Film şairlerin bahsettiği, o insana şiirler yazdıran, midesinde kelebekler uçuşturan aşk duygusunu kesinlikle hissettiremedi bana. Halbuki belki başka bir oyuncuyla çok daha başarılı bir sonuç alınabilirdi..


Tabii ki yine de, Türk Edebiyatı'ndan iki şairi daha yakından tanımak, şiirler ve edebiyatla dolu bir film izlemek güzeldi.. Vasatın üzerinde, yine de çok derinden etkilemeyen son dönem Türk sineması örneklerinden biri.



Monday, August 19, 2013

Kreutzer Sonata - Leo Tolstoy


Chicago Türk Edebiyat kulübümüzün Ağustos ayı buluşması için seçtiği kitaptı Tolstoy'un bu kısa romanı.. Ben açıkçası böylesine etkileyici bir kitap beklemiyordum. Üzerine saatlerce konuştuk, ateşli tartışmalar yaptık ama daha konuşulacak çok şey vardı. İnsanı kadın-erkek ilişkileri, evlilik, kıskançlık ve aldatma üzerine sorgulatan, inanılmaz akıcı bir kitapmış. Tolstoy'un bazı düşünceleri tutucu Hristiyan kafa yapısının tam bir yansıması olsa da, haklı olduğu bir çok konu da yok değil.. Mesela kadınların küçüklükten itibaren bir cinsellik objesi olmak üzere yetiştirildiği ve bütün kozmetik, güzellik...vs piyasasının bu doğrultuda çalıştığı.. Kadınlar üzerlerine yapışmış olan bu rolü sıyırıp atamadıkları sürece gerçek kadın haklarından bahsedemeyiz diyor Tolstoy. Romanda ilk ağızdan konuşan Pozdynshev, Tolstoy'un evlilik ve kadınlar hakkında düşündüklerini özetliyor adeta. Özellikle müziğin gücü ve insan ruhunu nasıl etkilediğini anlattığı bölümler beni çok etkiledi. Öylesine güzel anlatmış ki Tolstoy müziğin insanda bıraktığı izlenimleri, hayran kalmamak elde değil..

Demek ki klasiklerin ve büyük yazarların böyle yüzyıllar boyunca unutulmaz kalmasının, bir klasik olmasının sebebi var.


Bu da kitapta müthiş etkisinden bahsedilen, Beethoven'ın ünlü 'Kreutzer Sonatı'. Bir fincan kahve eşliğinde dinlemek için:



Beethoven Violin Sonata No. 9 "Kreutzer" (Part2) from Potatobook on Vimeo.





Od - İskender Pala



Bir kez gönül yıktın ise, 
Bu kıldığın namaz değil. 
Yetmiş iki millet dahi, 
Elin, yüzün yumaz değil.

Ne erenler geldi geçti,
Bunlar yurdu kaldı göçtü.
Pervaz urup Hakk'a uçtu,
Hüma kuşudur kaz değil.

Yol odur ki; doğru vara, 
Göz odur ki; Hakk'ı göre, 
Er odur ki; alçak dura, 
Yüceden bakan göz değil. 


Yunus Emre


Tam Ramazan öncesinde başladım, Ramazan boyunca okuyup bitirdim. Ruhumun huzur dolduğu, sükunetli bir zamana denk geldi. Ruhuma öylesine iyi geldi ki.. Artık tamamen reklam, para ve piyasa kokan, trendler doğrultusunda yazılmış Mevlana kitaplarından (örnek: Elif Şafak-Aşk) ne kadar sıkılmışım, onu farkettim.. Bir Rumi çılgınlığıdır gidiyor hem Doğu'da, hem Batı'da.. Mevlana'yı da çok severim, ama bu güzel tarihi roman bana Yunus Emre'nin, bizim Yunus'umuzun ne kadar değerli olduğunu da hatırlattı. Ne de olsa Mevlana Farsça yazıyordu ama Yunus Emre hep Türkçe yazdı. İşte bu yüzden, bence Yunus çok daha 'bizim', çok daha 'bizden'..Yunus'un hayatına, öğretilerine gereken önem verilmiyor bence, öylesine yalın, sade, saf ve güzel bir dili ve gönlü var ki mısralardan taşan.. Okurken huzur dolmamak, hayatın ve ölümün gerçek anlamı konusunda düşüncelere dalmamak elde değil..

İskender Pala'nın daha önce tek okuduğum romanı 'Şah ve Sultan'dı.. Onu da sevmiştim ama bu romana belki de Yunus gibi çok büyük bir yüreğin ışığı dolduğu için bunu çok daha fazla sevdim.. Dili çok akıcı olsa da bitirmek gelmedi içimden.. Sindire sindire, tadına vara vara okudum. Ortaokul ve liseden hatırladığım Yunus'u yeniden keşfettim.. Hayata, bu dünyaya farklı gözlerle baktım bir süreliğine de olsa. Teşekkürler İskender Pala!!



Monday, August 12, 2013

Güle güle babaanne...


Tam 8 çocuk annesi, 20ye yakın torunun anneannesi/babaannesi, torunlarının çocuklarının ve kızımın ‘büyük nine’si, canım babaannemi kaybettik bugün..

Dedemi de sıcak bir Temmuz günü kaybetmiştik, Müzeyyen Hanım da öyle sıcak bir yaz gününde kavuştu Fikri Bey’ine... Bembeyaz bir melek gibi, pamuk gibi, huzur içinde.

Çok sevdiği ıhlamur çayının kokusu burnumda şimdi..  Çocukluğumun parçaları, günbegün kopup düşen sıva parçaları gibi teker teker düşüyor ömrümün duvarından. Beni ben yapan insanlar gidiyor, köklerim, varlığımın tuğlaları.. Bense uzakta, uzak bir ülkede, mesafeler boğazımda bir düğüm olmuş, kocaman bir yumru gibi, yutsam yutamıyorum, çıkarsam çıkaramıyorum. Böyle günlerde sevdiklerimin yanında olamamak, işte en çok o koyuyor. Çok acıtıyor.

Senin hatıran için, bir bardak sıcak ıhlamur demleyip içeceğim şimdi babaanne.. Fincanın üzerinde tüten dumanda çocukluğumu izleyeceğim, anneannem ve babaannemin, dedelerimin hep aynı yaşta kalmasını istediğim mutlu zamanları.. Biten çocukluğuma, giden herkese gözyaşı dökeceğim biraz.. Hayat böyle mi gerçekten? Hiç bitmiyor büyümemiz, her acıyla biraz daha büyüyor, çocukluktan biraz daha çıkıyoruz.

Sezen'im söylüyor yine en yürekten:


Ah ciğerim yanıyor,
Her gün biri gitmekte..
Ah yüreğim kanıyor,
Her an bir şey bitmekte..