Friday, April 25, 2014
Sabahattin Ali - Yeni Dünya
'Kendi kendime: 'Ne yapabilirdim? Elimden ne gelirdi? Ben kimim ki?' diyor, fakat yine kendim: Hiç olmazsa kaçmazdın.. Hiç olmazsa dinlerdin. Kim olursan ol.. Dünyada kendisi için hiç bir şeyi olmayan bir insanın bile başkalarına yardım edecek bir şeyi vardır...Hiç olmazsa bir tek sözü...' diye cevap veriyordum.'
Sabahattin Ali, 'Isıtmak için', Yeni Dünya
Sabahattin Ali'nin bir su gibi akan, ve daha önce Kürk Mantolu Madonna'da da söylediğim gibi sıcak bir kanyak gibi insanın yüreğinin derinliklerine işleyen tarzını çok seviyorum. Hikayelerini de büyük bir ilgiyle okudum, içime işledi her biri, damla damla birikti içimde etkileri. Anadolu'yu, taşrayı o kadar güzel anlatıyor, kelimelerle öyle büyüleyici resimler çiziyor ki, sanki oradaymışçasına o sesleri, o kokuları duyuyorsunuz okudukça. Anlattığı insan hikayeleri, acıtıcı güçlerini gerçeğe bu denli yakın olmalarından alıyor. An an, kesit kesit, ülkemin insanlarının yaşamlarına tanık oluyorum okudukça. Şimdilik uzağında kaldığım o coğrafyanın bana biraz daha yaklaştığını hissediyorum her satırda. İnsan ruhunun derinliklerine nüfuz etmeyi, ruh hallerini inanılmaz bir gerçekçilikle tasvir etmeyi başarıyor Sabahattin Ali. İşte bu yüzden bence Türk edebiyatında eşine az rastlanan türde bir yazar.
Genç şaire mektuplar - Rainer Maria Rilke
“In the deepest hour of the night, confess to yourself that you would die if you were forbidden to write. And look deep into your heart where it spreads its roots, the answer, and ask yourself, must I write?”
― Rainer Maria Rilke, Letters to a Young Poet
Bir solukta okuduğum Rilke'nin genç şair Kappus'a 10 mektubunu, önümüzdeki seneler boyunca tekrar tekrar okuyacağıma eminim. Benimle aynı doğumgününü paylaşan bu Avusturyalı şaire çok büyük bir yakınlık duyuyorum. Saflığını, naifliğini, yazmaya olan inancını ve hayata dair iyimserliğini kendime çok yakın buluyorum. Sanki insanın zor zamanlarında düşeyazarken elini tutup sakin bir sesle ona destek olan, yürümesine devam etmesini sağlayan bir el gibi, bir eski dost gibi Rilke.. Okurken yüreğinize serin sular serpiliyor, rahatlıyor, sakinleşiyorsunuz. Yılların ötesinden gelen hayat dersleri, tavsiyeleri, özellikle sanat ve edebiyatla uğraşan, orijinal bir eser ortaya koymaya çalışan herkesin okuması gereken cinsten.. Yaratıcı sürece dair söyledikleri çok doğru, yazmanın, yaratmanın önemini vurguladığı her satır pek anlamlı.. Her yıl yeniden çıkarılıp okunması gereken bir kitap, bir cevher.. Bu güzellikle tanışmamı sağlayan Chicago Türk Edebiyat kulübünün benimle birlikte kurucu üyesi, sevgili Didem'e teşekkürü borç biliyorum!
Tuesday, April 22, 2014
Şükran
Hala uyku kokan çocuklarımın tenlerinden yükselen buğuyu, cennet kokusunu içime çekerek güne uyanmak.. Birinin ipek saçlarına, birinin tüy gibi, sarı-kızıl saçlarla kaplı bebek kafasına burnumu gömerek bu anın sonsuza uzamasını istemek..
Cennet bazen yeryüzünde, böyle sabahlardadır.
Monday, April 14, 2014
Gölgeyle ışığın buluştuğu yerde bir kadın: Vivian Maier
Elimde emektar Pentax K1000 fotoğraf makinem, Chicago sokaklarını arşınlarken hep hiç tanışamasam da kendimi çok yakın hissettiğim, eksantrik, değişik, esrarlı bir kadın.. Vivian Maier. Chicago History Museum'da fotoğrafları sergilendiğinde büyük bir mutlulukla gidip izlediğim, hikayesini ve hayatını internetten okuduğum, fotoğraf filmleri tab edildikçe Maloof koleksiyonunun internet blog'undan takip ettiğim.. Ama hayatı benim için bir bilmeceydi hala.
Soğuk bir Nisan günü edebiyat kulübümüzün bir çok üyesiyle birlikte işte bu gölgelerle ışığın buluştuğu yerdeki kadını daha yakından tanımak için beyaz perdenin önündeydik. Uzun zamandır beni böylesine derinden etkileyen bir belgesel izlememiştim.
Vivian, insanların ruhlarına çok yakından bakabilen, onları kısacık bir an içinde dahi olsa çok iyi tanıyabilen, derin bir kadın.. İyi bir fotoğrafçıda olması gereken o sezgi gücü var onda.. Işıkla gölgenin oyunlarını ustalıkla yakalayabilme ve hangi saniyede deklanşöre basacağını çok iyi kestirme yetisi.. Fotoğraflarında hayatın hiç bir ayrıntısını atlamayan, korkunç bir gözlem yeteneğine sahip, ama kendisi hep geri planda, gölgelerin arasında kalmayı tercih etmiş olan, esrarlı bir kadın.. Bu dünyadan geçerken kendince dünyaya izini bırakmak istemiş, ancak fotoğraf filmlerinin hiçbirini tab etmeyip onları büyük kutularda biriktirerek arkasında kocaman bir bilmece bırakmış, gizemli bir kadın..
Bu dünyadan bir Vivian geçti.. Hepimiz gibi, bu dünyada sahip olduğu kısıtlı süre içinde o da yüzlerce insanın hikayesine tanıklık etti. Bu hikayeleri fotoğrafın ölümsüz çizgilerinde, siyah,beyaz ve renkli karelerde sabitlemeyi seçti. Binlerce fotoğraf çekti, çoğu bir kaç yıl öncesine kadar hiç günyüzüne çıkarılmamış, ve çoğunun tab edilmiş halini kendisinin bile görmediği.
Beni en çok etkileyen ise, bu dünyadan göçtüğü 2009 yılına dek, yani ömrünün son yıllarında benim şimdi oturduğum, sokaklarını arşınladığım mahallede, Rogers Park'ta yaşamış olması. Sahilde bir bankta oturup bakışlarını göle, ufka çeviren, uzaklara dalmış gitmiş olan yaşlı kadınlardan biri olması.. Bir sene önce taşınsaydım bu mahalleye, Vivian'ı görebilirdim bu sokaklarda, sahilde.
Her gün yanından yürüyüp geçtiğimiz o yaşlı kadınların her birinin, nasıl hikayeleri var kimbilir? Ne gizler taşıyor her biri yüreğinde?
Sahilde o banka gidip oturup, Vivian'la konuşabilmek isterdim. Yaşamı boyunca biriktirdiği o anları, anıları, gözlerinde oynaşan ışığı ve gölgeyi görebilmek, duyabilmek isterdim. Yaşlı bir kadın öldüğünde onunla birlikte giden, yokolan bütün herşeyi, herşeyi ondan emanet almak, saklamak, yazmak isterdim..
Subscribe to:
Posts (Atom)