Trabzon'da bir ufak köyde doğan, sadece ilkokul mezunu bir kadın.. Minyon, ufak tefek, ama çelik gibi kuvvetli bir azme sahip olan, küçük ama dev bir kadın. İleri eğitimin safhalarından geçmese de kendince dünyayı öğrenmiş, aklı ve zekası çok keskin, çok zeki bir kadın.
Bu kadın, kocası ve çocuklarıyla İstanbul'a göç eder. Evi, dünyasıdır. Evinden çok dışarı çıkmaz. Evinin içinde yemekten çamaşıra, temizlikten dikişe kadar herşey ona bakar.
Bu kadın, çamaşır makinesi, kurutma makinesi, elektrikli ütü ya da bulaşık makinesi olmayan bir devirde, hazır bezlerin, hazır kıyafetlerin alınamadığı bir devirde, merkezi ısıtma olmayan sobalı bir evde, tek başına 4 çocuk yetiştirir. Her birini normal ve ağrı kesicisiz doğumlarla doğurur, hepsini tam 1 sene emzirir, yemeklerini yapar, kıyafetlerini kendi elleriyle diker. Eşi ve misafirleri için günde bir kaç çeşit yemeği eksik etmez. O zamanlar babalar çocuklarıyla da ilgilenmiyor ki! Hiç kimseden yardım almadan, eşinden bile hiç bir yardım görmeden (çocuklarının başını bile okşamaktan korkan eski erkeklerden bahsediyorum burada, onlara dokunmaya bile çekinen) dört çocuk yetiştirir. Azmiyle, çalışkanlığıyla, o dört çocuğu da, o zamanlar Türkiye'nin en büyük ve iyi üniversitelerinden olan İstanbul Üniversitesi'nden mezun eder.
Kadının kızlarından biri, ekmeğini eline alır, o da en az annesi kadar azimlidir. Çalışır, çabalar, kendi işini kurar, kendi eczanesinde yıllarca gıkını çıkarmadan, azimle, sebatla, sabah 8-akşam 8 ve haftada 6 gün gibi korkunç bir tempoyla ve yoğunlukta çalışır. Çalışırken bir de iki çocuk doğurur, önce bir kız, dört sene sonra bir erkek. O da hiç kimseden yardım almadan, gerekirse kızını eczaneye götürerek, çocuklarını nöbetlerdeki uzun geceler boyunca üst katta uyutarak, küçük kuzular gibi nereye gitse peşinden sürükleyerek, şefkatle, azimle, sebatla büyütür.
Kendi biricik kızını da kendi değerleriyle büyütür kadın, ona Türkiye şartları içinde sahip olunabilecek en iyi eğitim imkanlarını sunar.. Kız da büyük bir aşkla sever okumayı, yazmayı, okulunu.. Öylesine çok sever ki, eğitime ve öğrenmeye, kendini geliştirmeye devam etmek, belki bir gün öğrendiklerini sonraki nesillere aktarmak ister üniversiteden sonra bile.. Üniversitede derslerin, ders dışı aktivitelerin, bütün yoğunluğunun ortasında GRE ve TOEFL sınavlarına girer, hocalardan tavsiye mektuplarını toplar, A.B.D'nin en iyi 6 üniversitesinin lisansüstü programlarına başvurur.
Bir Mart sabahı, kocaman, güzel bir zarf gelir bu kıza postadan. We are pleased to inform you..' diye başlayan bir mektup çıkar içinden, bir de broşürler ve kayıt belgeleri.. O üniversitelerin birinden kabul gelmiştir, 'sizi kampüsümüzde görmekten mutluluk duyacağız' diye yazmıştır fakültenin dekanı o kıza. Kız mutluluktan havalara uçar.
Yeni bir maceraya başlamak üzere hayatında ilk defa ailesini ve bütün sevdiklerini, arkadaşlarını, tanıdıklarını geride bırakıp okyanus ötesine uçar kız.
Şimdi bu kız, hani o Trabzon'da küçük bir köyde doğan, ilkokul mezunu kadının torunu, A.B.D'nin en iyi üniversitelerinden birinde tam burslu doktora yapmakta.
Trabzon'da bir ufak köyde doğan, sadece ilkokul mezunu olan, minyon ama çelik gibi kuvvetli bir azme sahip olan, küçük ama dev kadın.. Kendi çocuklarına verdiği eğitimle, torununun kaderine de yön vermiş olan o elleri öpülesi kadın, benim anneannem. Onun Trabzon'da başlayan hikayesi, eğitimin gücü sayesinde benimle birlikte dünyanın öteki ucunda, Chicago'da devam ediyor.
Eğitimin gücü, dünya üzerindeki bütün güçlerin toplamından daha muhteşem, daha etkili, daha büyük.
Kendi çocuklarına azmiyle, çalışkanlığıyla, bu imkanları sunan, kızlarına da en az oğulları kadar iyi eğitim imkanları sağlayan, bu sayede benim hayatımı da şekillendiren güzel yüzlü, mis kokulu, akıllı, tatlı kadın. Canım anneannem. Emeklerinin boyutunu, çabanın büyüklüğünü, şimdi kendi kızımı büyütürken anlıyorum.
Anlıyor ve seni çok seviyorum. Kutlu olsun 'anneler günü'n. Işık dolsun her günün.
No comments:
Post a Comment