Monday, September 10, 2012

Sosyal medyadan tiksindiğim an


Ne zamandır kafamda böyle bir yazı yazma fikri vardı aslında ama Olmadık İşler Peşinde'nin şu enfes yazısı sonunda gerek ilhamı verdi!

Öncelikle yazmalıyım ki bu yazıda bahsettiğim şeylerin çoğunda ben de (çoğu yaşıtım gibi) suçluyum. Ben de bu çarkın içine girmiş, paylaşımlar, ego okşayan 'layk'lar ve renkli yaşamlar arasında kaybolmuşum..

Birden...durdum. Durdum ve düşündüm.

İnsanların en özel duygularının dünyaya ilan edildiği bir devirdeyiz gerçekten. Şimdiye kadar en yakınımızdakilerden başkalarının bilmediği şeyleri, bir anda 700 kişiyle birden paylaşıyoruz. Facebook, Instagram, Twitter, Pinterest...vb. gibi oluşumlar sayesinde her aklımızdan geçeni, her yaptığımızı paylaşmak zorunda hissediyoruz kendimizi. Her yediğimizi, her okuduğumuzu, her içtiğimizi, her gittiğimiz konseri....vs...vs. 'Instagram'da yazın sahilde yatmış ayağını uzatmış kitap okuyan fotoğrafını koymayanı dövüyorlarmış' diye dalga geçiyordum geçenlerde :)

Karı kocaların (aynı evin içinde) facebook üzerinden birbirine ilan-ı aşk ettiği bir devirdeyiz. Yeni doğmuş bebeğimizin fotoğrafını koyuyoruz, evlendiğimiz günün, çıktığımız tatillerin, gezdiğimiz yerlerin.. Bunların hepsini yaparken, herkesin bilinçaltında aslında aynı düşünce yatıyor: 'Bakın bana, (büyük harflerle) ne kadar da MUTLUYUM! Ne kadar mükemmel bir evliliğim, eğlenceli bir yaşamım var, ne çok yer geziyorum, kocama ne kadar da aşığım, ne güzel çocuklarım var, ne kadar sevdiğim bir işim, arkadaşlarım, hayatım var...' Aslında içinde kimbilir ne dertleri olan insanların, hayatlarının zahiri (açıkta) olan yanını görüyoruz sadece.. Batın (gerçek olan, içeride kalan öz) gizli kalıyor. Kimseyi derinden tanıyamıyoruz.

Aslında bunun güzel bir yanı var tabii ki. Yeni müzikler, yeni kitaplar, yeni arkadaşlıklar keşfediyoruz bazen bu sayede. Yeni yerler görüyor, başka insanlardan ilham alıyoruz. Özellikle de mesleksel açıdan zor zamanlarda (doktora tezi yazarken mesela gibi) bizimle aynı yoldan geçen insanlardan motivasyon alıyor, onların desteğiyle kendimizi çok daha iyi hissediyor, yanlız olmadığımızı anlıyoruz.

Ancak..

Farkettim ki:

Birisi yeni doğmuş bebeğinin fotoğrafını koyduğunda, hiç bir zaman çocuğu olamayacak bir arkadaşı, o fotoğrafa gözyaşlarıyla bakıyor olabilir.

Birisi mutlu mutlu gülümseyen gelinlikli fotoğrafını koyduğunda, evlenmeyi çok isteyen ama doğru insana henüz rastlayamamış olan bir arkadaşının içi acı acı burkulabilir.

Başka birisi dünyanın değişik şehirlerinden gezi fotoğrafları koyduğunda, (normalde sadece kendi albümünde kalacak olan) bu fotoğraflara bakan arkadaşı, keşke param ya da zamanım olsa da böyle gezebilsem, ne kadar sıkıcı bir hayatım var diye üzülebilir..

Kısacası biz mutluluğumuzu dünyaya ilan etmek isterken, istemesek de başka insanların mutsuzlukları, ikiye, üçe, beşe katlanabilir. Tabii facebook olmasa da olabilir bunlar, ama facebook insanların hayatını sadece bir yönüyle (mutlu, eğlenceli anlar) dışarıya açıp, başka insanlarda feci yanılsamalara yol açıyor..

Arkadaşım, eskiden olsa sadece bir çocuğum olduğu haberini alacaktı. Ama şimdi, kendi bilgisayarında çocuğuma sevgiyle bakan fotoğrafımı görüyor. Aradaki farkı, bilmem anlatabildim mi.. Ben birden, mutluluğumu başkasının gözünün içine soka soka yaşıyor oluyorum.  

Sosyal medyanın işte böyle iğrenç bir yönü de var. Bunu farkettiğim anda her türlü sosyal medya oluşumundan adeta tiksindim. Instagram hesabımı sildim, (Twitter ve Pinterest'e zaten hiç bulaşmadım). Ailemin, çocuğumun fotoğraflarını mümkün olduğunca facebook'tan kaldırdım. Sadece mesleksel paylaşımlar yapmaya başladım. Bir de Chicago'daki etkinliklere, düzenlediğimiz festivallere insan çekmek için reklam gibi olan paylaşımlar. Çünkü sanki yüzlerce insan benim özelime çok fazla girmiş gibi kendimi adeta çıplak ve savunmasız hissettim. Hala kendimi soyutlayabilmeyi tamamen başarmış değilim, çünkü bu sosyal medya denen meret bir bataklık gibi, bazen çırpındıkça daha çok batıyorsunuz. Ama elimden geleni yapıyorum. Her türlü bağımlılık gibi, gittikçe azaltarak kesmeyi umuyorum bu alışkanlıkları da.

Bazen herkesin mutluluğunun ya da mutsuzluğunun kendine olduğu, çok daha basit yaşamlar yaşadığımız eskilere geri dönmek istiyorum.

 


7 comments:

  1. elinize sağlık, sanırım herkes bıktı ve tiksindi çevremde kimi görsem artık bıkkınlık geldiğini söylüyor sizin gibi ama kimse kopamıyor, öyle feci bir durum hastalık! hayatımızı paylaşmaya alışmışız..

    ReplyDelete
  2. Deniz'le cok dalga gectigimiz ve bazen de ciddi ciddi konustugumuz bir konuya parmak basmissin. Eminim dünyanin bir yerinde, hatta ayni anda bircok yerinde piskologlar, toplum bilimciler konuyu akademik olarak ele almistir coktan, ya da aliyorlardir, cok enteresan bir konu cünkü. Sunlari konusmustuk bir keresinde:
    "Talep" kismi biraz mahrem merakindan geliyor: Insanlar mahremi görmeyi seviyorlar, iyi ya da kötü, reality showlar, yerin dibine gecirildikleri yarisma programlari, ekstrem durumda porno vs.
    "Arz" kismi - onay ihtiyacimizdan doguyor: Herkesin onaylanmaya, begenilmeye ihtiyaci var, bazilarinin digerlerinden biraz daha fazla. Bu insanlari, sosyal medyada degil, gercek hayatta görsen yine sürekli gözüne sokmaya kasarlar ne muhtesem olduklarini:)... Yaratamiyorsak, ya da isimizde, yakin cevremizde begenilme ihtiyacimizi bir sekilde tatmin edemiyorsak, bir ciglik seklinde sosyal medyaya bagriyoruz belki de.
    Ikisini de dogal karsiliyorum, anliyorum, her duygu insana özgü. Tatmin oldugumuzda gececek. Kendi adima samimi oldugu sürece, paylasmayi seviyorum, icsel motivasyonum biraz yanlizlik olabilir. Paylasimdaki samimiyeti hissedersem hem mutluluga hem aciya ortak olmak cok hosuma gidiyor, kisaca sadece iyiyi degil, kötüyü de paylasabilenlerle sorunum yok:).

    ReplyDelete
  3. Tesekkurler yorumunuza,

    Cigdemcim, evet bir kac doktora tezi cikar bundan :) Arz talep konusuna kesinlikle katiliyorum, evet, insanin takdir edilme ihtiyaci dedigin gibi en buyuk ihtiyaci hayatta. benim farkettigim sey, bizim gibi yurtdisinda yasayanlar icin bu paylasma ihtiyacinin daha da guclu oldugu. Sanki Turkiye'deki aile ve arkadaslarimizla bagimizi daha da guclendiriyormus gibi. Ama bazen bu, sadece sanal ortamda devam eden iliskiler bizi o insanlarla hala "arkadas"misiz yanilsamasina dusurebiiyor, ki arkadaslik nedir? bu da tamamen ayri bir yazi konusu :)

    ReplyDelete
  4. tam dusuncelerime tercuman olmus, cok hosuma gitti bu yazi.. ben de new york'ta yasiyorum, tum ailemiz Istanbul'da.. sosyal paylasim sitelerine (facebook, instagram gibi) iletisimi devam ettirmek icin giriyorum, bir de burda sonucta begendiklerimizi ve hayatimizi paylasacagimiz cok az insan var... yurt disinda yasamak kolay degil.. Oteki turlu olsa kesin yalnizligi daha da derin hissedecegiz, sanki tamamen kopmus gibi olacagiz sevdiklerimizden... tabii bu sekilde olunca da araya cok fazla gereksiz paylasim giriyor. velhasil hem memnun degilim, hem de mecburiyetten devam ediyorum durumu hakim bende :(

    ReplyDelete
  5. Fulya Türk4:56 AM

    Merhaba,
    Ben bu yazını bugun gordum, facebook hesabımı bir ay once deaktive ettim, artık telefona da yukleyince surekli bir rontgen halindeydim cunku:) Hem acayip vakit alıyordu hem de dediğin gibi mutsuz bir anıma denk gelirse bu abartılı mutluluk fotografları, daha beter bunalım olup hayattan soguyordum :)Alıskanlıktan kurtulduguma emin olunca tekrar girecegim, iletişim icin.Çok enterasan ki Alacatı'ya hic gitmemiş olmama ragmen ordaki butun 'beach'leri ve restoranları 'check-in'ler sayesinde biliyorum :)Bu arada o tarz resimleri koyan bir cok kişinin de hayatında ciddi sıkıntıları oldugunu da cok iyi biliyorum aslında.
    Zaytungda fb fotografları ile ilgili dalga gecen bir yazı vardı cok komik, Umraniyeden bir cift bogaza kahvaltı keyfine gidiyorlar ama tabi trafik, otopark, yer bulma vs sebebiyle gunleri zevkten cok eziyet ve kavga dovus seklinde geciyor ama gunun sonunda kız fb a 'askitomla bogazda kahvaltı keyfi' isimli album yukluyor :)

    ReplyDelete
  6. Fulyacim,

    Ayni sebeplerden ben de deaktive etmeyi dusunuyordum, ama dedigim gibi doktora konusunda motivasyon veren insanlar iyi oluyor :) Zaytungdaki habere cok guldum, enfesmis, hissettiklerimi ozetlemis tam :)

    ReplyDelete
  7. Güzel bir yazı, ilginç bir yaklaşım. Kalemine sağlık.
    Bu işi değişik boyutlarıyla ele alan, doktora tezine varan çalışmalar üreten toplumbilimcilerin yorumlarını gerçekten merak ediyorum.
    Uluslararası faaliyet gösteren bir şirkette üst yönetimde yer aldığı için vaktinin çoğunu vatanının dışında, evinden ve yakın çevresinden uzak geçiren bir arkadaşım "Sosyal paylaşım siteleri olmasa, ailemle, arkadaşlarımla iletişim kuramayacağım." yorumunu yapmıştı. Buradan yola çıkarak, çok yerinde bulduğum "arz-talep" yorumuna, "zamanın gereklikleri"ni eklemek isterim. Eskiye göre çok hızlı akan ve kullandığımız zaman sebebiyle mesela cep telefonsuz yaşayamamız gibi, ben de dünyanın her yerinden haberlere anında erişmek için Twitter kullanıyorum.
    Bir de kişisel yaklaşımla ilgili ekleme yapayım. Birçok arkadaşım, "Ah, dağ başında ya da sakin bir sahil kasabasında bir eve gitsem, bir süre kafamı dinlesem" diye yorum yapıyordu (halen de yaparlar). "Ama cep telefonu, dizüstü, dvd oynatıcı olmayacak" dediğimde "Ama..." der gibi bakıyorlardı.
    Ben sosyal paylaşımın da artık hayatımızda yeri doldurulamaz bir konuma sahip olduğunu düşünüyorum. Ama her gün görüştüğü arkadaşıyla sohbet odasında saatlerce sohbet etme saçmalığı gibi bunda da neyi neden yaptığını paylaştığını biraz bilmeli kişi.
    Komik bir örnekle bitireyim kısa(!) yorumumu. "Günaydın" diyerek sabah kalkışını, "Ne yorulmuşum" diye işten eve gelişini, hatta kek yapışını adım adım Facebook'ta paylaşan arkadaşım, sayfamda ne kadar yer kaplıyor dersiniz?

    ReplyDelete