Bazen, kış mevsiminin yüreğinde, kucağında, akşamüstü bir kaç saat uykudan sonra, kafam dumanlı, sarhoş.. Bir kaç kelime gelir dudaklarımın ucuna. Gerçekle gerçeküstü arasındaki belirsiz çizgi, daha da silinir. Alacakaranlık geceye yer açarken, eski dostlarım melankoli ve nostalji, gelip karşımdaki koltuklara yerleşir. Durduramam battaniyenin altında, elimdeki çay fincanından medet uman bedenimin titremesini. İçim üşür, kitap dahi okuyamayacak kadar bitaptır bedenim. Bırakıverir kendini unutuş gibi derin bir uykunun kollarına. Sonra uyanırım gecenin ortasında. Uykunun tatlı kollarına geri dönmek ister yorgun ruhum. Kalakalırım, ne uyur, ne uyanık, arada, arafta.
Bazen, koskocaman, simsiyah uzayda yüzen şu küçücük mavi noktada geçirmek için bize verilen kısacık süreden geriye kalacak en anlamlı şey, işte bu yazdığımız satırlar gibi gelir. Sözlerimiz, ruhumuz, hayatımız uçup gittikten sonra, geride bir tortu gibi kalacak olan şu kelimeler.
Bazen, insanı yaşama bağlayan en büyük sebeplerden biri, onda bulduğumuz ulvi, derin anlamlar değil, aynı şehrin banliyölerinden birinde, orman içinde bir evde başka bir kadının, elinde bir fincan kahveyle, geceyi yoldaş edinerek kendine, sayfalarca okuyor, sayfalarca yazıyor olduğunu bilmektir o anda.
Beethoven'ın 8. keman ve piyano sonatıdır, hayatı yaşamaya değer kılan bazen. Yüzyıllar öncesinden gelip insanın yüreğinin içinde bir yere dokunabilmeyi başaran bir eldir.
Bazen, kalırız arada, karanlık ve aydınlığın, gerçekle gerçeküstünün kesiştiği, buluştuğu o noktada. Yazmaktan başka bir şey gelmez elimizden.
Bazen, geceyi yoldaş bilip kendimize, veririz yüreğimizin dizginlerini melankoliye.