Tuesday, October 18, 2005

Born into brothels, Sinema, Hayat


(Bu yazı Çalıcan'ıma adanmıştır:)




Tamamen tesadüfen elime geçen bu filmi, şaşkınlık, hüzün, kızgınlık, hayret karışımı duygularla izledim. Kalkütta'daki 'Kırmızı Işık bölgesi'ni ele alan belgesel niteliğindeki film, oraya gidip uzun bir süre orada, bu hayatların tam ortasında yaşamış Batılı bir kadının gözünden bu yaşamları her yönüyle aktarıyor bize. Bu filmin en çarpıcı özelliği bence bize şu soruyu sordurabilmesi: "Ben, böyle bir hayatın ortasında doğmuş bir çocuk olsaydım, nasıl bir gerçekliğin içinde yaşardım?" Bu filmin bizlere sunduğu iyimser çocuklar kadar hayata bağlı olabilir miydim, gözlerimden aynı onlarınki gibi bir yaşam enerjisi fışkırır mıydı diye düşündüm... Cevabını veremedim kendime, her yıl bu şekilde doğan ve önceden belirlenmiş sınırlar içinde, onlara biçilmiş, öngörülmüş hayat rollerini oynamak zorunda kalan binlerce kız çocuğu geldi aklıma, ürperdim.....

Filmde başrolde bu çocuklara fotoğrafçılık yapmayı öğreten kadını, Çalıcan'ın da söylemiş olduğu gibi, çocuklarla her ne kadar yakın temas kurmuş da olsa, onların dillerini bilememekten ötürü çocuklardan bir hayli ayıran bir duvar vardı sanki..Dilin ne kadar önemli bir iletişim aracı olduğunu, 'Bir dil, bir insan' sözünün ne kadar doğru, hatta aslında gerçeğin azımsanması dahi demek olduğunu öğrendim. Dil, bir insandan çok, bir dünya açıyor insanın önüne. Öğrendiğim diller oranında ne kadar şanslı olduğumu düşündüm.

İnsanın gözünü var olan bir çok gerçeğe açan filmler izlemeyi seviyorum. Aynı zamanda, var olan gerçeklikten kaçabildiğim, kendimi 2 saatliğine de olsa bambaşka bir dünyaya atabildiğim filmler izlemeyi de seviyorum. İlk kategoridekiler, bana 'Bunlar şu anda oluyor, hepsi gerçek bunların, bazı insanlar böyle yaşıyor' gerçeğini hatırlatıp ürpertiyor, ikinci kategoridekiler ise 'Belki bir gün gerçek olur bunlar, neden olmasın?' gibi keyifli sorular sorduruyor bana, bir çocuk gibi gülümsetiyor beni.

Sinema, önümüzdeki yüzyıla damgasını vuracak gibi duruyor. Hatta macerası daha yeni başladı bence, çünkü edebiyat, resim, müzik, heykel, drama gibi bir çok öğeyi içinde bu denli birleştirebilen ve her kesimin meraklılarını aynı ölçüde tatmin edebilmeyi başarabilen başka bir sanat dalı yok şu anda.

Biz de arkamıza yaslanıp, sinemanın hükümranlığını seyredebiliriz böylece keyifle, kocaman beyaz perdede...

No comments:

Post a Comment