Saturday, October 22, 2005

Waking Life - Dream is destiny


Gerçekle düşlerin, yaşamla ölümün birbirine karıştığı bir film Waking Life. Bu filmle karşılaşmam çok ilginç bir şekilde, Gramercy adındaki bir barda, sabaha karşı 2 civarlarında, beynimde dumanlar uçuşurken duvara yansıtılan görüntülere gözlerimin takılmasıyla oldu. Aman Allahım, o da ne? Bu bir animasyon muydu? Eğer animasyonsa neden ve nasıl bu kadar gerçekçiydi? Eğer gerçek oyuncularsa etraftaki rüya etkisi veren öğeler nereden gelmişti? İnatla ve ısrarla duvara yansıtılan ve aslında kimsenin bangır bangır müzikten ve dumanaltı ortamdan dolayı dikkat bile etmediği filmin bitmesini bekledim. Bitince DVD ana menüsü çıktı ortaya bir güneş gibi, 'Waking Life' başlığını görür görmez hemen aklımın bir köşesine kaydettim.

Geçen gün internette Netflix denen güzel servis sayesinde binlerce film arasında dolaşır ve hangisini seyredeceğime karar veremezken birden aklımın bir köşesinden çıkıverdi işte bu isim aniden. Heyecanla hemen sitede arayıp izlenecekler listemin en başına yerleştiriverdim, ve geçtiğimiz Çarşamba akşamı eve yorgunluktan ölür bir halde döndüğümde *lo and behold!* posta kutumda kuzu kuzu duruyordu kırmızı güzel zarf. Hemen paketi yırtıp merakımı daha fazla bastıramayarak kendimi yatağa atıp bir solukta izledim filmi.

Şimdi bu film için, klasik Hollywood filmlerine ve bir filmi izlerken düşünmemeye alışmış olan herkesin 'sıkıcı film' gibi bir nitelendirme yapmakta gecikmeyeceğinden eminim. Ancak benim uzun zamandır izlediğim ve izlerken beynimin gerçekten çalıştığını hissettiğim tek filmdi. Film gerçek ve rüya arasında dönüp dolaşır, felsefenin yorucu ancak bir o kadar da sarhoş edici diyalogları ve monologlarıyla bizi bombardımana tutarken yaşamı ve ölümü sorgulatıyor bize. İzlerken gerçekten de iyi uyumuş olmak, her bir cümlesi ayrı bir tartışmaya giriş cümlesi olabilecek güzellikte ve derinlikte dialogları izlerken dikkati dağıtmamak gerek. Ama bunca çabaya değiyor bence film ve izleyiciyi son derece büyülü bir yolculukla ödüllendiriyor, sanki üniversitede felsefe okuyan bir çok kişiyle saatlerce bir odada kapalı kalıp hararetli tartışmaların ortasında kendinizden geçiyor gibi oluyorsunuz.

Film, daha önceden de tahmin ettiğim gibi, önce gerçek oyuncularla dijital bir kamerayla çekilmiş ve daha sonra üzerine 'Rotoscoping' denen özel bir yöntemle, animasyon öğeleri eklenmiş. Ortaya çıkan sonuç o kadar başarılı ki, ben daha önce gerçekten hiç böyle bir animasyon izlememiştim. Felsefik tartışmalar ve toplum düzeni eleştirileri filmin içerisine bol bol serpiştirilerek adeta bir felsefe patchworkiu oluşturulmuş. Benim gibi felsefeden hiç anlamayan ve oturup doğru düzgün felsefe kitabı okumamış olan bir insan dahi bu filmden bu denli zevk alabildiyse, filmin jargonlarla doldurulmuş olmadığını ve gerçekten çok geniş bir kesime hitap ettiğini söyleyebiliriz.

İnanılmaz güzellikteki tango sahnesi, müziğin ve dansın büyüsü, ve nereden çıktığı belli olmayan gizemli kadının şu monologu, filmin beni en çok etkileyen bölümüydü:

Soap Opera Woman: Hey. Could we do that again? I know we haven't met, but I don't want to be an ant. You know? I mean, it's like we go through life with our antennas bouncing off one another, continously on ant autopilot, with nothing really human required of us. Stop. Go. Walk here. Drive there. All action basically for survival. All communication simply to keep this ant colony buzzing along in an efficient, polite manner. "Here's your change." "Paper or plastic?' "Credit or debit?" "You want ketchup with that?" I don't want a straw. I want real human moments. I want to see you. I want you to see me. I don't want to give that up. I don't want to be ant, you know?



Kısacası, şöyle bir silkelenip, yaşamınıza ve yaşamın anlamına daha derin bir bakış atmak istiyorsanız, bir yerlerden bulun, izleyin. Ne de olsa düşler bizim kaderimizdir ve köprünün üzerindeki adamın da dediği gibi: 'On really romantic evenings of self, I go salsa dancing with my confusion.'


http://www.wakinglifemovie.com

1 comment:

  1. Hi Esra. Thanks for your comment on my blog and thanks too for your text message today. So, you're blogging too. Fantastic. Hopefully one day I'll learn Turkish so I can finally know what your site is all about. By the way, how do add counters and links to your template? Where in the template do you add the new features? I like how your's looks.

    Best,
    Duane

    ReplyDelete