Monday, October 3, 2005
Hayat
Bildiğimiz ve yaşadığımız her şey, bir rüyadan ibaret aslında. 'Yaşam' adını verdiğimiz şey yüzeysel ve geçici, ama aynı zamanda içine girilince monotonluğuna kapılmak bir o kadar da kolay... İnsanlar ölümü yaşamlarının o denli gerisine itiyorlar ve o yokmuş gibi davranıyorlar ki, son derece doğal ve hayatın bir parçası olan bu gerçeklikle yüzleşince bir şok içine giriyor, ne yapacaklarını şaşırıyorlar. Halbuki gece olmadan gündüz olmadığı ve kış olmadan yaz olmadığı gibi, ölüm olmasaydı hayat da olmazdı bu dünyada. Varlığımız, bir gün yok olacağımız gerçeğiyle perçinleniyor her an. Yaşlanmaktan son derece korkulu, bu yaşlanma sürecini geciktirmek için elinden gelen her şeyi yapabilecek insanlarla karşılaşıyoruz sonunda. Halbuki yaşamı ve ölümü, doğada her şeyin dengesinin de gösterdiği gibi her şeyin bir sonu olacağı gerçeğini biraz kabul edebilmeye başlasa insanoğlu, yaşamın her safhasından aynı tadı alabilmeyi başarabilse, çok daha keyifli bir yaşam sürebilir bu dünya üzerinde. Gençlik ve güzellik gibi değerlere tapınmayı bırakarak, her yaşı kendisi ile birlikte getirdiği güzellikler ile yaşayabilsek, yaşamın her anını lezzetli ve güzel kokulu bir kahve gibi, yudum yudum tadabilsek...Sürekli geçmişimizden utanıp, geleceğimiz hakkında endişelenmeyi bıraksak ve bu iki kavramın aslında tamamen kafamızda var olduğunu, birinin yaşanıp bitmiş, diğerinin de aslında daha oluşmamış olduğunu anlayabilsek...Her şey daha kolay, daha sorunsuz yaşanmaz mıydı? Yaşamın içinden, güzel bir bahçeden geçerken attığı her adımda durup bahçenin her ayrıntısının güzelliklerinin farkına varabilmek ve bunu patikanın başında da, sonunda da aynı zerafet ve çocuksu hayretle yapabilmek değil midir en güzeli? Yaşam, içimizden bir hayalet gibi geçip giderken, onu avucumuzda yakalayabilmek ve bir anın içinde tüm hayatı baştan yaşayabilmek değil midir herşeyin sırrı?
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
No comments:
Post a Comment