Monday, May 28, 2007
Chicago Türk Festivali!
Chicago'muz 4 günlüğüne bir Türk Festivali'ne ev sahipliği yapıyor. Buralarda olan herkesi bekleriz!
Etiketler:
gunce
Wear sunscreen
Çok sevdiğim ve arada sırada baştan tekrar tekrar okuduğum bir yazı:
“’97 sınıfının mezunları;
Güneş kremi kullanın!
Eğer size geleceğe dair tek bir tavsiyede bulunabilseydim, bu, güneş kremi kullanmak olurdu. Güneş kreminin uzun vadedeki faydaları bilim adamları tarafından kanıtlanmıştır. Oysa tavsiyelerimin geri kalan kısmı benim dolambaçlı kişisel tecrübelerimden öte bir dayanağa sahip değildir.
Şimdi size bu tavsiyeleri sunacağım:
Gençliğinizin güç ve güzelliğinin tadını çıkarın; ya da boş verin, ikisi de sönüp gidene kadar gençliğinizin gücünü ve güzelliğini anlamayacaksınız nasıl olsa. Ama inanın bana, yirmi yıl geçmeden, eski resimlerinize şöyle bir baktığınızda, şimdi kavrayamayacağınız bir şekilde, önünüzde ne kadar çok seçenek olduğunu ve ne kadar muhteşem göründüğünüzü anlayacaksınız.
Düşündüğünüz kadar şişman değilsiniz.
Gelecek hakkında endişelenmeyin. Ya da endişelenin, ama endişelenmenin ancak bir cebir problemini sakız çiğnemek suretiyle çözmeye çalışmak kadar faydalı olduğunu bilin.
Hayatınızdaki asıl problemler, asla aklınızın ucundan geçmeyenlerdir. Öyle ki, sıradan bir Salı akşamında sizi en savunmanız yerinizden vuruverirler.
Her gün sizi korkutan bir şey yapın.
Şarkı söyleyin.
Başkalarına karşı acımasız davranmayın: Size karşı öyle davrananlara da tahammül etmeyin.
Diş ipi kullanın.
Kıskançlıkla vakit kaybetmeyin. Bazen ileridesinizdir, bazen de geride. Bu uzun bir yarış ve son bulduğunda sadece kendinizle olacaksınız.
Aldığınız övgüleri hatırlayın, saldırıları unutun. Bunu başarabilirseniz, nasıl yaptığınızı bana da anlatın.
Eski aşk mektuplarınızı saklayın; eski banka bildirimlerinizi atın.
Gerinin.
Ne yapmak istediğinizi bilmiyorsunuz diye suçluluk hissetmeyin. Tanıdığım en ilginç insanlar 22 yaşındayken ne yapmak istediklerini bilmiyorlardı. Tanıdığım 40 yaşındaki en ilginç insanlar hâlâ bilmiyorlar.
Bol bol kalsiyum alın.
Dizlerinize iyi davranın. Sizi bırakıp gittiklerinde onları özleyeceksiniz.
Belki evlenirsiniz, belki de evlenmezsiniz. Belki çocuklarınız olur, belki de olmaz. Belki 40 yaşında boşanacaksınız, belki de 75. evlilik yıldönümünüzde “funky chicken” oynayacaksınız.
Ne yaparsanız yapın, ne kendinizi aşırı övün, ne de aşırı eleştirin. Tüm seçeneklerinizin başarı şansı yarı yarıyadır, tıpkı diğer herkeste olduğu gibi.
Bedeninizin tadını çıkarın. Mümkün olan her şekilde kullanın, bunu yapmaktan ya da yaparsanız çevrenizdekilerin ne düşüneceğinden korkmayın. Bedeniniz, sahip olabileceğiniz en muhteşem enstrumandır.
Oturma odanız dışında bir yer bulamasanız bile dans edin.
Yazılanları yapmasanız bile kullanım kılavuzlarını okuyun.
Güzellik dergileri okumayın, tek yaptıkları sizin kendinizi çirkin hissetmenize neden olmaktır.
Akrabalarınızı tanıyın. Onları ne zaman kaybedeceğinizi asla bilemezsiniz. Kardeşlerinize iyi davranın. Onlar, geçmişinizle kurabileceğiniz en iyi bağ, ve gelecekte sizinle bağını sürdürme ihtimali en yüksek olan insanlardır.
Arkadaşlıkların –değerli bir azınlık dışında- gelip geçici olduğunu kabul edin.
Coğrafyadan ve yaşam tarzlarından doğan farklılıkları kapatmaya uğraşın. Yaşlandıkça, gençken tanımış olduğunuz insanlara daha fazla ihtiyaç duyacaksınız.
En az bir kere New York City’de yaşayın, ama sizi fazla sertleştirmeden oradan ayrılın. En az bir kere Kuzey California’da yaşayın, ama sizi fazla yumuşatmadan oradan ayrılın.
Seyahat edin.
Bazı faydalı gerçekleri kabul edin: Fiyatlar yükselecek, politikacılar sizinle oynayacaklar, ve siz yaşlanacaksınız. Yaşlandığınızda, siz gençken fiyatların mâkul, politikacıların asil, ve çocukların da büyüklerine saygılı olduğunu iddia edeceksiniz.
Büyüklerinize karşı saygılı olun. Onlar dışında hiç kimsenin sizi desteklemesini beklemeyin. Belki bir hayat sigortanız olur, ya da zengin biriyle evlenirsiniz. Ama bunların ne zaman tükeneceğini asla bilemezsiniz.
Saçınızla fazla uğraşmayın, yoksa 40 yaşına geldiğinizde, 55 yaşındaymış gibi görünürsünüz.
Kimin öğüdünü dinlediğinize dikkat edin. Ama öğüt verenlere karşı da sabırlı olun. Öğüt, bir çeşit nostaljidir. Öğüt vermek, geçmişe dair dileklerde bulunmak, bir kısmını silmek, çirkin kısımların üstünü boyamak, ve değerinden daha pahalıya satmaktan ibarettir.
Ama güneş kremi konusunda bana güvenin.”
Mary Schmich, Chicago Tribune, 1 Haziran 1997
İngilizce orjinali için buraya bakabilirsiniz.
“’97 sınıfının mezunları;
Güneş kremi kullanın!
Eğer size geleceğe dair tek bir tavsiyede bulunabilseydim, bu, güneş kremi kullanmak olurdu. Güneş kreminin uzun vadedeki faydaları bilim adamları tarafından kanıtlanmıştır. Oysa tavsiyelerimin geri kalan kısmı benim dolambaçlı kişisel tecrübelerimden öte bir dayanağa sahip değildir.
Şimdi size bu tavsiyeleri sunacağım:
Gençliğinizin güç ve güzelliğinin tadını çıkarın; ya da boş verin, ikisi de sönüp gidene kadar gençliğinizin gücünü ve güzelliğini anlamayacaksınız nasıl olsa. Ama inanın bana, yirmi yıl geçmeden, eski resimlerinize şöyle bir baktığınızda, şimdi kavrayamayacağınız bir şekilde, önünüzde ne kadar çok seçenek olduğunu ve ne kadar muhteşem göründüğünüzü anlayacaksınız.
Düşündüğünüz kadar şişman değilsiniz.
Gelecek hakkında endişelenmeyin. Ya da endişelenin, ama endişelenmenin ancak bir cebir problemini sakız çiğnemek suretiyle çözmeye çalışmak kadar faydalı olduğunu bilin.
Hayatınızdaki asıl problemler, asla aklınızın ucundan geçmeyenlerdir. Öyle ki, sıradan bir Salı akşamında sizi en savunmanız yerinizden vuruverirler.
Her gün sizi korkutan bir şey yapın.
Şarkı söyleyin.
Başkalarına karşı acımasız davranmayın: Size karşı öyle davrananlara da tahammül etmeyin.
Diş ipi kullanın.
Kıskançlıkla vakit kaybetmeyin. Bazen ileridesinizdir, bazen de geride. Bu uzun bir yarış ve son bulduğunda sadece kendinizle olacaksınız.
Aldığınız övgüleri hatırlayın, saldırıları unutun. Bunu başarabilirseniz, nasıl yaptığınızı bana da anlatın.
Eski aşk mektuplarınızı saklayın; eski banka bildirimlerinizi atın.
Gerinin.
Ne yapmak istediğinizi bilmiyorsunuz diye suçluluk hissetmeyin. Tanıdığım en ilginç insanlar 22 yaşındayken ne yapmak istediklerini bilmiyorlardı. Tanıdığım 40 yaşındaki en ilginç insanlar hâlâ bilmiyorlar.
Bol bol kalsiyum alın.
Dizlerinize iyi davranın. Sizi bırakıp gittiklerinde onları özleyeceksiniz.
Belki evlenirsiniz, belki de evlenmezsiniz. Belki çocuklarınız olur, belki de olmaz. Belki 40 yaşında boşanacaksınız, belki de 75. evlilik yıldönümünüzde “funky chicken” oynayacaksınız.
Ne yaparsanız yapın, ne kendinizi aşırı övün, ne de aşırı eleştirin. Tüm seçeneklerinizin başarı şansı yarı yarıyadır, tıpkı diğer herkeste olduğu gibi.
Bedeninizin tadını çıkarın. Mümkün olan her şekilde kullanın, bunu yapmaktan ya da yaparsanız çevrenizdekilerin ne düşüneceğinden korkmayın. Bedeniniz, sahip olabileceğiniz en muhteşem enstrumandır.
Oturma odanız dışında bir yer bulamasanız bile dans edin.
Yazılanları yapmasanız bile kullanım kılavuzlarını okuyun.
Güzellik dergileri okumayın, tek yaptıkları sizin kendinizi çirkin hissetmenize neden olmaktır.
Akrabalarınızı tanıyın. Onları ne zaman kaybedeceğinizi asla bilemezsiniz. Kardeşlerinize iyi davranın. Onlar, geçmişinizle kurabileceğiniz en iyi bağ, ve gelecekte sizinle bağını sürdürme ihtimali en yüksek olan insanlardır.
Arkadaşlıkların –değerli bir azınlık dışında- gelip geçici olduğunu kabul edin.
Coğrafyadan ve yaşam tarzlarından doğan farklılıkları kapatmaya uğraşın. Yaşlandıkça, gençken tanımış olduğunuz insanlara daha fazla ihtiyaç duyacaksınız.
En az bir kere New York City’de yaşayın, ama sizi fazla sertleştirmeden oradan ayrılın. En az bir kere Kuzey California’da yaşayın, ama sizi fazla yumuşatmadan oradan ayrılın.
Seyahat edin.
Bazı faydalı gerçekleri kabul edin: Fiyatlar yükselecek, politikacılar sizinle oynayacaklar, ve siz yaşlanacaksınız. Yaşlandığınızda, siz gençken fiyatların mâkul, politikacıların asil, ve çocukların da büyüklerine saygılı olduğunu iddia edeceksiniz.
Büyüklerinize karşı saygılı olun. Onlar dışında hiç kimsenin sizi desteklemesini beklemeyin. Belki bir hayat sigortanız olur, ya da zengin biriyle evlenirsiniz. Ama bunların ne zaman tükeneceğini asla bilemezsiniz.
Saçınızla fazla uğraşmayın, yoksa 40 yaşına geldiğinizde, 55 yaşındaymış gibi görünürsünüz.
Kimin öğüdünü dinlediğinize dikkat edin. Ama öğüt verenlere karşı da sabırlı olun. Öğüt, bir çeşit nostaljidir. Öğüt vermek, geçmişe dair dileklerde bulunmak, bir kısmını silmek, çirkin kısımların üstünü boyamak, ve değerinden daha pahalıya satmaktan ibarettir.
Ama güneş kremi konusunda bana güvenin.”
Mary Schmich, Chicago Tribune, 1 Haziran 1997
İngilizce orjinali için buraya bakabilirsiniz.
Etiketler:
gunce
Wednesday, May 23, 2007
'Güzellik' nedir? Güzel kimdir?
Diye bana sorsalar vereceğim cevaplar ve göstereceğim örnekler şunlar olurdu herhalde:
Güzellik:
Zerafettir.
Esrarengizdir.
Farklı olmaktır.
Umursamazlıktır.
Hüzündür.
Doğallıktır.
Kararlılıktır.
Sessizliktir bazen.
Kendine güvendir.
Kısacası bence güzel olmak kendin olmak, kendini kimseyi taklit etmek zorunda hissetmemek, kendi kurallarını kendin koymaktır. Güzellik ikonlarım bu yukarıdaki bayanlarsa, güzellik anti-ikonlarım da: Paris Hilton, Nicole Richie, Jessica Simpson, Mary-Kate ve Ashley ikizleri....vs gibi hepsi birbirine benzeyen, aynı kalıptan çıkmış, sıskalıklarıyla birbirleriyle yarışan 'modern zaman Barbie'leri' olurdu heralde :) Güzellik bence kendine ait bir stil sahibi olmaktır.
Güzellik:
Zerafettir.
Esrarengizdir.
Farklı olmaktır.
Umursamazlıktır.
Hüzündür.
Doğallıktır.
Kararlılıktır.
Sessizliktir bazen.
Kendine güvendir.
Kısacası bence güzel olmak kendin olmak, kendini kimseyi taklit etmek zorunda hissetmemek, kendi kurallarını kendin koymaktır. Güzellik ikonlarım bu yukarıdaki bayanlarsa, güzellik anti-ikonlarım da: Paris Hilton, Nicole Richie, Jessica Simpson, Mary-Kate ve Ashley ikizleri....vs gibi hepsi birbirine benzeyen, aynı kalıptan çıkmış, sıskalıklarıyla birbirleriyle yarışan 'modern zaman Barbie'leri' olurdu heralde :) Güzellik bence kendine ait bir stil sahibi olmaktır.
Etiketler:
deneme
Saturday, May 19, 2007
Şafak
'Tanyerleri ışıdı, ışıyacaktı. Deniz sütlimandı, apaktı. Küreklerin şıpırtısından başka ses yoktu. Martılar daha uyanmamıştı. Gün doğmadan önceleri, dünya dümdüzken, deniz işte böyle sonsuz bir aklığa keser...'
Yaşar Kemal - Bir Ada Hikayesi - 1
Güneş doğmadan hemen önceki o sihirli anda neredeyse bir deniz kadar büyük gölün kenarında oturduk.. Yemyeşil çimenlerin üzerinde. Her yer sessiz, gölün doğu yanı utangaç bir çocuğun yanakları gibi kızarmaya başlamış, gölün diğer yanıysa film negatifleri gibi, koyu mavi ve gri renklerde.. Sanki iki taraf, birbirlerinden tamamen ayrı iki dünya olmuş. Şehrin gökdelenlerinin ışıkları henüz sönmemiş, bütün alem bir mucizeyi bekliyormuşçasına sessiz, beklentiyle yüklü. Her sabah yeniden tekrarlanan bir mucize bu, her seferinde farklı ve her seferinde daha da nefes kesici..
Gölün yüzeyi gerçekten de dümdüz ve ışıl ışıl.. O pembemsi ışık, tam önümüzde, kayaların ardında uzun bir yol çizmiş suyun üstünde kendine. Uzakta, ufuk çizgisinde eflatun bulutlar toplanmış. Ve bir umudun, bir sevincin, hiç bitmeyen bir neşenin temsilcisi gibi gelmesini bekliyoruz güneşin. Nefeslerimizi tuttuk, herşeyin gerçeküstü gibi geldiği o anda çaylarımızı yudumlayarak bu mucizenin sayılı bir kaç şahidinden biri olmanın keyfini çıkarıyoruz.
'Bakın, kuşlara ne oluyor öyle?'
Gerçekten de kuşlar delirmiş gibiler. 'Gece kuşu' denen cinsten, küçük ve siyah kuşlar, başımızın üstünde bir o yana, bir bu yana savuruyorlar kendilerini. Gerideki ağaçlara bakarken aramızdan biri küçük bir çığlık atıyor. Bir anda ufuk çizgisine baktığımızda altın suyuna batırılmış bir yuvarlağın tepesi gibi adeta gölün içinden çıkan güneşi görüyoruz birden. Yüzümüze bir gülümseme yayılıyor hemen, yaşam sevinciyle doluyor içimiz. Susuyoruz. Bu mucizeyi izliyoruz, kuşlar da şimdiki an güneşin doğma anı olduğundan böyle davranıyor olmalılar. Adeta güneşi selamlıyorlar.
Adeta gözle görünür bir hızla yukarıya doğru çıkan güneşi izliyoruz gözlerimiz yanana, yuvarlak parlaklığı beynimize işlenene kadar. Etrafımıza baharla donanmış ağaçlar, çiçekler, önümüzde uçsuz bucaksız su birikintisi, solumuzda şehir, altımızda toprak.. Hayatı hissediyoruz yüreğimizde. 'Hoşgeldin güneş' diyoruz, 'Hoşgeldin yeni gün, hoşgeldin hayat..'
Güneş doğdu.
Thursday, May 10, 2007
Anneler ve kızları
Anneler ve kızları, hep birbirine benzer. Her kız, içinde, yüreğinde annesinin izlerini taşır. Onun özüyle mayalanmıştır ruhu, onun kokusu geçmiştir tenine, onun bakışları parlar gözlerinde, onun elleri can bulur kendi ellerinde.. Annesinden bilinçli olarak hiç bir şeyi öğrenmeye çaba göstermemiş bile olsa, yıllar sonra hiç tahmin etmediği bir anda, bir çiçeği vazoya yerleştirirken mesela, kendisinde annesini görür kız.. Ellerinin bir hareketinde, aynada farkettiği bir bakışında, vücudunun bir duruşunda annesini yansıtır. İnkar etmeye çalışması ya da kabullenmesi pek bir şeyi değiştirmez, her kız, annesinin kızıdır.
Anneler ve kızları, sadece iki kişinin bildiği bir çok gizli sırrın tek ortaklarıdır. Eğer yakalayabilecek kadar şanslıysa anne ve kızı bu derin dostluğu, köklü paylaşımı, hayat boyu sırdaşlığı, dert ortaklığını... O zaman dünyaları bir cennet olur. Sabaha karşı 3te mutfakta oturup ellerinde buharı tüten nane-kekik çayı fincanlarıyla hayat hakkında saatlerce süren uzun sohbetlere dalar anne ve kızı.. Başka hiç kimseye anlatamadıklarını dökerler birbirlerine, ve konuştukça ne kadar da çok birbirlerine benzediklerini keşfederler, hayretle..
Anneler ve kızları, başka hiç kimsenin yaşamayacağı ve yakalayamayacağı kadar güçlü, görünmez bağlarla bağlıdırlar birbirlerine.. Anneyle kızı dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar değişmez bu bağların kuvveti. Mesafeleri, okyanusları, kıtaları aşar. Dünyanın uzak bir kıtasında kızının gözleri nemlense, annenin gözlerinden bir yaş damlar.. Telefonu açtığında daha konuşmadan, sadece alıp verdiği nefesten kızının hüzünlü mü, mutlu mu, neşeli mi, şaşkın mı olduğunu anlar. Yüreği onunla çarpar, gözleri onunla bulutlanır, onunla parlar.
Anneler ve kızları, yıllar geçse de kuvvetli kalacak, diğer çoğu arkadaşlıkların aksine zamanın yıpratıcı darbelerini hissetmeyecek, aksine zamanla güçlenecek bir güven ve sevgiyle bağlıdırlar birbirlerine.. Anneler ve kızları, birdir, tek yürektir, tek nefestir. Kızının üzüntüsü, annenin yüreğinde yara, mutluluğu ise açan binlerce çiçektir.
Bana bütün kararlarımda güvenen, benim de kendime güvenmemi sağlayan, hep destek olan, günde 11 saat ve haftada 6 gün çalışan bir kadının da gayet mükemmel bir şekilde çocuk yetiştirebileceğini gösteren, çabalamayı, uğraşmayı, vazgeçmemeyi, hayatta bir kere 'üf' dememeyi, yılmadan, yorulmadan, içinde çelik gibi bir iradeyi ve karakteri besleyip büyütmeyi öğreten, kişiliğimi yaralamadan beni hep takdir eden, yanımda olan, ne olursa olsun koşulsuz ve sınırsız bir sevgi veren anne... Seni çok seviyorum.
Etiketler:
deneme
Friday, May 4, 2007
Büyük haberler!
Son 2 hafta içinde:
- Doktora'nın Second year review'undan alnımın akıyla geçip 2. master derecemi aldım! Master tezim başarılı bulundu, kabul edildi ve seneye doktoraya devam etmem kurul tarafından uygun görüldü.
- Middle East Studies Association'ın alanımızda en büyük konferans kabul edilen ve bu sene Montréal'de yapılacak olan konferansına gönderdiğim paper'ım kabul edildi! Kasım'da paper'ımı sunmak üzere Kanada'ya uçuyorum:)
- University of Chicago bünyesinde senede sadece iki lisansüstü öğrenciye verilen Sawiris Fellowship'i kazandım! Bu yazın ikinci yarısını Mısır-Kahire'de International Language Institute'ta Arapçamı geliştirerek geçireceğim.
Hayat ne kadar garip, bazı şeyler hiç beklemediğimiz zamanlarda oluyor ve bizi şaşırtarak sevindiriyor:)
Image: 'light at the end of the tunnel'
(http://planeimages.smugmug.com/gallery/1308419/2/61694895#61694895)
Etiketler:
gunce
Tuesday, May 1, 2007
Suşi gecesi
Kurduğumuz sofranın fotoğrafları:) Yeni mutfaklar ve tatlar denemeyi çok seviyorum!
Fotoğraftakiler: Deniz yosunu salatası, zencefil turşusu, wasabi, spicy salmon roll (baharatlı somon balığı), spicy tuna roll (baharatlı ton balığı) Suşilerin bu şekilde sarılıp yapılanlarına 'Maki sushi' deniyor.
Bu fotoğrafta: Yasemin çayı (içinde durduğu çaydanlık, 'tetsubin' denen Japonların özel dökme demir çaydanlıklarından), ortada maki roll'ları, ve appetizer olarak da miso çorbası
Miso çorbasının yakından görünümü: Bunu ben yaptım :) 'Soy Paste' adında yoğunlaştırılmış bir macunun suda eritilerek ısıtılmasından ibaret (bizdeki tarhana çorbası mantığı gibi) İçine kestiğimiz tofu küplerini attık ve bir 15 dakika daha pişirdik. Bildiğiniz gibi tofu da soyadan oluştuğu için bu çorba gayet doyurucu. Normalde içine yeşil soğan doğranıyor ama ben evde o olmadığından maydanoz koydum, o da gayet güzel oldu.
Japonların neden kilo almadıkları belli oluyor. Böylesine yağsız ve sade, hafif yemekler ve küçük porsiyonlarla insan kilo mu alır?
Yaşasın yemek yemek! :)
Subscribe to:
Posts (Atom)