Kahire.. Çığırından çıkmış, canlı bir organizma gibi büyüyen bütün devasa şehirler gibi (İstanbul, New York, Hong Kong...vs.) insanda hayret uyandıran, şaşkınlık yaratan, sevgi-nefret ilişkisi doğuran bir şehir. 10 gündür yaşıyorum bu şehirde ve bir 15 gün daha yaşayacağım, bana sorduklarında, nasıl özetlerim Kahire'yi?
Kalabalıklar, kızgın ama nemsiz bir sıcak, yanık ezanlar, nargile kokuları, naneli siyah çay, inanılmayacak kadar karmaşık ve kuralsız bir trafik, bağırarak konuşan Araplar, şehirde herşeyin üzerinde birikmiş o eski zamanın tozu, türbanlı ancak dar jeanler ve t-shirtler giyip yüzlerinde çok ağır makyajlarla dolaşan tombul kadınlar, gölgeli ara sokaklar, eski arabalar, siyah-beyaz taksiler, Nil kenarında gece parlayan ışıklar, 20 cente satın alabileceğiniz kocaman bir bardak mango suyunun lezizliği, acı kahve kokusu, palmiye ağaçları, yollarda atlar, atlı araba ve faytonlar, sokağımın gerisindeki eski ve güzel bakkal, ufukta cami silüetlerine karışmış piramitlerin silüetleri, eski hanlar, zamanın durduğu kahvehaneler, kuşburnu çayı kokusu, cızırtılı kasetlerden yükselen Ümmü Gülsüm ve Feyruz şarkıları.. Herşeye rağmen, bütün fakirliklerine rağmen hala gülümseyebilen sımsıcak insanlar.. Yiyecek bir lokma ekmekleri kalmış olsa onu size verip kendisi aç kalabilecek olan insanlar..Doğu'nun insanları..
Geçmişte, kayıp bir zamanda takılıp kalmış olmasına, geçmişi bazen gelecekle birlikte yaşayabilmesine, birbirine zıt bir çok şeyin yanyana varolabilmesine rağmen Kahire'de, Batı'nın çoğu şehrinde olmayan o ruh var. Sadece Doğu'nun şehirlerinde gördüğüm bir ruh. İstanbul'da, Mardin'de, Urfa'da, Trabzon'da... İçinize işleyip sizi ısıtan o ruh. Kendinizi buralara çok da yabancı hissedemeyeceğinizi, çünkü buralara ait olduğunuzu anlatan o sımsıcak his, kalbinize yayılan.. Kahire'de işte o Doğu esrarı var. Her şeye rağmen, bütün teknolojik gelişmelerine, bazen insanı delirten trafiğine ve karmaşasına rağmen hala ve inatla var.
Hem size bütün her şeyini, her sırrını bir anda, kolayca ve bir tabağın üzerindeymişçesine rahatça sunan bir şehri herkes sever! Batı'nın çoğu şehrini sevmek çok kolaydır bence bu yüzden: Londra'yı, Paris'i, Stockholm'u, Chicago'yu.. Bu şehirlerde herşey önünüze konulmuştur çünkü, çok 'user-friendly'dir bu tür şehirler:) Yani kullanılması kolay ve rahattır herşeyin. Bir turist olarak giderseniz gitmeniz gereken yerler belli, yapmanız gereken şeyler bir liste olarak önünüzdedir.
Ama asıl zor ama çok keyifli olan, sizi zorlayan, sırlarını öyle hemencecik ortaya dökmeyen bir şehri sevmektir. Gizlerini keşfe çıkmaktır arka sokaklarında, fakir, hüzünlü mahallelerinde, çamaşırların asıldığı boyası dökülmüş balkonlarında, sokaklarda koşuşturan kıvır kıvır saçlı, simsiyah gözlü çocuklarında.. Eğer bir şehri sevmemek için yüzlerce neden gösterebiliyorsanız ama yine de onsuz yaşayamacağınızı düşünüyorsanız ve ondan vazgeçemiyorsanız, işte bir şehri gerçekten sevmek budur.
Ve bu ölçülere göre benim ilk ve tek aşkım güzel İstanbul'dur.. :)