Sabah 6da uyandım. Kalorifer çalışması gerektiği kadar çalışmamış, ev buz gibi. Ürpererek sırtıma bir yelek geçirip (Annemin düsturudur, 'kalkınca ayağına çorap, sırtına yelek' diye söyler hep!) içeri gittim. Isıtma sistemini kapatıp tekrar açtım, yatağa üşüyerek geri döndüm. Biraz döndüm sağa sola, tekrar uyuyamayacağımı anlayınca 6 buçuğa doğru kalktım, çayı koydum.
Elektrik sobasını yaktık, masanın yanına koyduk. Ilık ılık, ısıtıyor insanı, iyi geliyor.
İnsan hafızası nasıl bir dehliz... Aklıma ortaokul sabahlarım geldi. Dragos'taki ev çok katlı olduğundan ve çok zor ısındığından sabah kalktığımızda serin olurdu epeyi. Kardeşimle biz sıcak çaylarımızı içerken ve evin içine kızarmış ekmek kokusu yayılmışken, annem tüpgaz sobasını masanın yanına çekerdi. Onun önünde ısınarak kahvaltı eder, hiç kalkmak istemezdik. O kadar soğuk günlerde okula gitmek zorunda olmak ölüm gibi gelirdi. Sıcacık soba öylesine cazip olurdu ki, önüne kıvrılıp biraz daha uyumak isterdim.
Şimdi buz gibi, -12 derecelerde gezinen bu ürpertici Chicago sabahında, İstanbul'a giden aklım ve ben.. Uyandık ve birazdan güne başlayacağız. Vücudum aklımın peşinde yorulmuş, kendimi safi hafızadan oluşan bir anılar bütünü gibi taşıyorum bazen.. Geçmiş, bir rüya yumuşaklığı, bulanıklığı kazanıyor. Şimdiki zaman belirsizleşiyor. İkisi birbirine giriyor. Hafızamın koridorlarında gezmeye çıkıyorum bazen. Hayat yekpare, tek ve bütün bir 'an'dan ibaret gibi geliyor.
Son birkaç cümleden cok etkilendim. Tekrar tekrar okudum, iyi ki varsın :)
ReplyDeleteNe guzel bir yorum bu! Cok mutlu oldum :)
ReplyDelete