Monday, January 28, 2013
Yağmur sonrası
What if you slept? And what if, in your sleep, you dreamed? And what if, in your dream, you went to heaven and plucked a strange and beautiful flower? And what if, when you awoke, you had the flower in your hand? Ah, what then?
S.T. Coleridge
Huyumdur, yere bakarak yürürüm. Özellikle de müzik dinlerken. Yürümek benim için vazgeçilemez bir tutku halini aldı son zamanlarda. Mahallemin, şehrin sokaklarında, kulağımda Massive Attack müzikleri, doyasıya yürümek. Bacaklarım kalbimin ritmiyle bir pıt pıt atmaya başlayana, yorulana kadar. Bedenimin yorgunluğu, aklımın gürültüsünü bastırana kadar.
Yürüyorum yine yağmur sonrası, ılık bir günde. Gözlerim yerde. Hafif, yumuşak bir rüzgar esiyor. Yaşamın nefes alış verişlerini duyabiliyorum böyle zamanlarda. Havada ıslak toprak kokusu.. Yağmur sonrasının o deli eden, sarhoş eden büyülü kokusu.
Gözlerim yerde.. Birden bir su birikintisine rastgeliyorum. İçinde tersine çevrilmiş, çıplak dallarını yeryüzünün derinliklerine doğru uzatmış bir ağaç. Sanki dünya, benim kafamı kaldırıp o ağaçlara bakmayıp, görmeyişime kızmış gibi, ağaçları benim baktığım yere getirmiş. Sanki o su birikintisinin içine baksam, başım dönecek. Bizimkine çok benzeyen ama biraz farklı bir dünya göreceğim. Sanki içine atlasam, Alice gibi bir Harikalar Diyarı'nın içine doğru, uçar gibi, sessiz ve sakince düşeceğim.
Hangisi daha gerçek, ağaç mı, ağacın yansıması mı? Yaşam mı daha gerçek, ölüm mü? Rüyalarımız mı, 'Gerçek hayat' mı? Belki de 'gerçek hayat' sandığımız, başka birinin rüyası. Rüya sandığımız ise, gerçeğin ta kendisi.
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
No comments:
Post a Comment