Friday, February 22, 2013
Ah, dünya.
Bugün karanlığım. İçim karanlık, ruhum karanlık, sanki bir ağırlık oturmuş kalbimin üstüne, kalkmıyor. Aldığım nefesler yetmiyor.
Bugün ben, ben değilim, kendim değilim. İçimden hiç bir şey gelmiyor. En sevdiğim şey olan kitap okumayı bile istemiyorum. Yediğim ekmeğin tadı, kartondan farksız. İçtiğim çay, su da olabilirdi, farketmezdim. Bugün, öyle karanlık, öyle tatsız bir gün. Tünelin ucunda ışık filan görünmüyor.
Cılızım ben bugün, güçsüz. Hayatın yükü binmiş gibi omuzlarıma, bedenim halsiz, dermansız. Karşıma çıkan hiç bir güçlüğe meydan okuyamıyorum. Gülümseyemiyorum. Ağlayamıyorum. Kolumu kaldıracak kuvveti bile kendimde bulamıyorum.
"Gel anne" diyorsun. Birlikte çadırının içine giriyoruz. Sanki bütün dünyayı dışarıda bırakıyoruz. Burası bir sığınak adeta, bir korunak, bir "tarafsız bölge". Sığınağımızın içinde birlikte oturuyoruz anne-kız. Bildiğim ve tanıdığım dünyadan uzaklaşınca, dünyayla arama bir duvar örülünce, işte o zaman yuvarlanmaya başlıyor gözlerimden yaşlar. Patır patır dökülüyorlar. Bir anda içim çekiliyor adeta, boşalıyor ruhum, akıyor dışarıya. Gözlerimin içine endişeli gözlerle bakıyorsun. "Napıyor anne?" diyorsun, endişeli bir sesle. Bilmiyorsun çünkü henüz gözyaşlarının anlamını, insanın içini karartan ağırlığı, annenin sandığın kadar güçlü olmadığını, ruhunun çizilebileceğini onun da, endişelerinin bazen yüreğine fazla gelip dışarı taşacağını.
Sadece seziyorsun, o inanılmaz hassas ruhunla, bir şeylerin yolunda gitmediğini. Dokunuyorsun yüzüme, ıslak tenime. Ellerin bir şifa gibi, yumuşacık, küçük ellerin, şefkatle dokunuyor yüzüme. "Korkma" demek istiyorum sana, "korkma bir tanem, bir tanecik kızım, hayat bazen fazla gelir insana ve ağlamak bir ayıp değildir, bir günah değildir böyle zamanlarda.."
İçim boşalmış, kof bir kabuk gibi çıkıyorum çadırdan. Birlikte pencereye gidip, çıplak dallarını göğe uzatmış ağaçları seyrediyoruz sessizce. Dışarıda pek bir kıpırtı yok. Eline bir tarak alıp, "yat" diyorsun. Sessizce boyun eğiyorum. Önüne, halının üstüne uzanıyorum boylu boyunca. Gözlerim hala gökyüzünde. Saçlarımı okşayıp tarıyorsun dünyanın en şefkatli, en yumuşak, en küçük, en güzel elleriyle. O anda ben mi anneyim, sen mi belli değil. Ben mi senin kızınım, sen mi benim kızımsın, belli değil. O anda benim sana, senin bana olduğundan çok daha fazla ihtiyacım var. O anda ben küçücük bir kızım, sen ise olgun, anlayışlı, şefkatli ve merhametli annemsin. O anda sana olan sevgimin boyutları bu dünyaya bile sığmayacak bir hal alıyor.
Beni o karanlık yerden sen çekip çıkariyorsun. İki yaşındaki kızım. Sıcacık gülüşlü, merhametli, yüreği insan sevgisi dolu, biricik, güzel kızım. Herşeyim.
Küçücük elini tutup çıkıyorum o karanlık, korkunç yerden. Derin bir nefes alıyorum sonunda. Sana yaşlarla ıslanmış, yorgun gözlerimle bakıyorum. Gülümsüyorum.
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
Ahhh.... Çocuklarımız iyi ki varlar, onlar olmasa bu yasam sevinci nereden gelecekti yorgun yüreklerimize???
ReplyDeleteevet...
ReplyDeleteDun seni ruyamda gordum, umarim ferahlamistir yuregin. Herkesin dert ile bogustugu bir donem sanirim:( Iyi ki Z. var hayatinda.
ReplyDeletetesekkurler Nurvenur, daha iyiyim simdi, arada boyle karanlik zamanlar oluyor, napalim, hayat boyle.. Bir iniyoruz, bir cikiyoruz.
ReplyDeleteSen de umarim biraz olsun ferahlamissindir. En azindan birbirimizin yazdiklarini okuyup haberdar olmak bile iyi geliyor bana.
Evet, iyi ki var o hayatimda.. En buyuk "iyi ki" lerimden biri o...