Saturday, August 26, 2006

Evim, güzel evim





12 senedir oturmakta olduğumuz evimizden ayrılıyoruz bu sonbahar. Oturmakta olduğumuz diyorum ama gerçi ben çoğunlukla dünyanın ve İstanbul'un başka çeşitli yerlerinde yaşıyor olduğum için tabii ki bu 12 yılın tamamını bu evde geçirmedim, ama yine de nereye gidersem gideyim koordinat düzlemimin hani o en ortası, o (0,0) ile ifade edilen yeri burasıydı. Referans noktam burasıydı, dünyanın neresine gidersem gideyim kendimi buranın konumuna göre tanımlıyordum ben. Gezdiğim şehirler, yaşadığım yerler, yürüdüğüm sokaklar neresi olursa olsun, eninde sonunda "yuva"ya dönecek olmanın verdiği güven ve huzur vardı içimde.

Şimdi hüzünlüyüm, bu kadar hüzünlü oluşuma şaşarak. Bu evde yaşadığımız herşey geçiyor gözlerimin önünden, ben bu eve geldiğimizde henüz minicik bir kız çocuğuydum. İnanılası gibi değil. Çocukluktan çıkış, ortaokul, lise, üniversite, kendini bulmaya çalışmak, hastalıklar, kazalar, büyük, korkunç bir deprem, korku, hüzün, yalnızlık... ama tabii ki sevinçler ve mutluluklar da. Mezuniyet balolarına gidiş, coşkuyla kutlanan doğumgünleri, uzun ve keyifli Pazar kahvaltıları, ağaçların ve çiçeklerin tanığı olduğu sohbetler, kahkahalar, kucaklaşmalar, gülümseyişler... Şafak vakti güneşin doğuşu, öğlen rehavetleri, akşam insanın içine çöken keskin hüzün, gece ve dolunayla gelen balkon sohbetleri. Evimizde içilen binlerce bardak çay. Yenilen onca yemek. Pencereden kimbilir kaç kez içimde artan bir melankoliyle izlediğim yağmur. Kar. İlkbahar sonra ve çiçekler, meyve ağaçları...





Vişne ağacımız, çam ağaçlarımız, portakal ağacımız, çimlerde çıplak ayakla yürümenin o eşsiz duygusu.. Evimizi çok özleyeceğim, en çok da ağaçlarımızı, hani o bütün mutluluk ve hüzünlerimize ortak olan, rüzgarda fısıltılarını işittiğim ve bazen sırlarımı onlarla paylaştığım ağaçlarımızı çok özleyeceğim..

Bir ev, ne zaman "bizim" olmaya başlar? Orayı kendimizin addettiğimiz, içinde uyuyacak kadar güvende ve huzurlu hissettiğimiz yer, ne zaman "yuva" sözcüğünü hakeder kalbimizin içinde? Duvarlara sinen anılarımız mıdır o evi evimiz yapan? Odalarda çınlayan kahkahalarımız mı, yoksa aynalarda aksini izlediğimiz gözyaşlarımız mı? Acılarımız ve mutluluklarımızla birlikte ne zaman tam olarak yerleşiriz biz dört duvarın arasındaki o sınırlı yere? Ne zaman orayı sığınacak en güvenli limanımız olarak görmeye başlarız?

Ve bir ev ne zaman bizim olmaktan çıkar? Yeni "sahipleri" kendi hikayeleri, kahkahaları ve gözyaşlarını içine taşıdıktan sonra mı? Onların bu evde uyudukları ilk gece mi? O sessiz ve sakin duvarlar bizim anılarımızı hiç unuturlar mı acaba? Yoksa nesiller boyu süren hayatların, o evde yaşayan her ailenin kendine has mutluluk ve mutsuzluklarının her ayrıntısını işlerler mi belleklerine?

Bir ev ne zaman benim "güzel evim" değildir artık? Benim burada bıraktığım parçalarım dağılır mı acaba dört bir yana? Ağaçlar sırlarımı dağıtırlar mı rüzgara, gökyüzüne? Hatırlarlar mı bir zamanlar buradaki bahçede 12 yaşında küçük bir kız çocuğunun dolaştığını?

Evim, güzel evim.. Yuvam. Ne zaman beni unutur?

No comments:

Post a Comment