Tuesday, February 27, 2007

Çikolatanın sarhoş edici büyüsü



Ön uyarı: Bu yazı dünyanın en keyif verici ve bağımlılık yaratıcı maddelerinden birine adanmıştır ve bu maddenin aşırı tüketimini tetikleyebilir, uyarmadı demeyin:)


Çocukluğumuzdan beri vazgeçemedik ondan, onu sevmeyene neredeyse hiç rastlamadık. Kahvenin çeşitli tonlarındaki renklerinde, o başdöndürücü kokusu ve tadıyla her yerde karşımıza çıktı ve bizi yoldan çıkardı her seferinde. Bu da yetmezmiş gibi kendine bağladı bizi, bir süre yemediğimizde canımız onu istedi durup dururken mesela, şaşırdık kendimize ne zaman girmiş kanımıza böyle diye. Ne olursa olsun o vazgeçilemez bir tat ve keyifti, insana sunulan en büyük armağanlardan biriydi ve onsuz yaşamın çok da fazla tadı olmazdı.

Çikolata ilk defa Maya ve Aztek uygarlıklarında keşfedilmiş ve o zamanlar bir içecek olarak tüketiliyormuş. Kakao çekirdekleri suyla karıştırılarak içilen bu içeceğe (kakaonun kendiliğinden olan acılığı sebebiyle) 'Chocolatl' yani 'acı, ekşi içki' deniyormuş. Ayrıca kulağa garip gelse de Aztekler bu içeceği içine acı biber ve baharatlar katarak içiyorlamış. Kakaoyu tatlandırmayı ilk İspanyollar akıl etmiş ve ancak 100 yıl sonra, 17. yüzyılda bu güzel içecek Avrupa'ya yayılabilmiş.




18. yüzyılda İngilizler kakaonun içine süt katarak bildiğimiz çikolataya daha çok yaklaşmışlar, 1876'da ise İsviçreliler (kanımca dünyanın en güzel çikolatalarını yapan insanlar:) sütle çikolatayı birleştirerek bildiğimiz çikolataları yapmışlar.

Şu anda dünyadaki çikolata üretiminin çoğu Amerika (Hershey's, Kraft Foods, Mars Incorporated), İngiltere (Cadbury), İtalya (Ferrero SpA) ve İsviçre'de (Nestle) yapılıyor. Ayrıca çikolatanın beyinde mutluluk hormonu 'serotonin'in salgılanmasını tetiklediği ve içindeki kafein dahil bir çok maddenin bağımlılık yaptığı da kabulu edilen bilimsel gerçekler arasında.

Kendimi bildim bileli çikolatanın sarhoş edici büyüsüne karşı koyamadım, ve mümkün olduğunca çok çikolata çeşidinden tattıktan sonra siyah çikolata (dark ya da bittersweet deniyor Amerika'da) karar kıldım. Sevdiğim çikolata ve çikolatalı şekerleme çeşitlerini en sevdiğimle başlamak üzere sırasıyla paylaşmak istedim:

1- VosGes truffle'ları



Bu elyapımı özel hazırlanan truffle'ları tek kelimeyle özetleyebilirim: İnanılmaz. VosGes firması Amerika'da bir kaç büyük şehirde şubesi olan çikolata 'butik'leri açmış, ve çikolatanın içine hiç tahmin etmeyeceğiniz bir çok şeyi karıştırarak inanılmaz güzellikte tatlar yaratıyorlar. Wasabilisinden tutun da siyah susamlı, acı biberli, paprikalı, zencefilli, anasonlu, körili, kalamata zeytinli çikolataya kadar! Bildiğimiz çikolata kavramının çok dışına çıkıyorlar ancak kulağa garip gelse de bir kez denedikten sonra bağımlısı oluyorsunuz bu çikolataların. Ayrıca çikolata barları da var, ben şahsen %70 kakao oranında olan ve Meksika acı biberi içeren 'Oaxaca bar'ına bayıldım.

http://www.vosgeschocolate.com 'dan bu sihirli dünyaya dalabilirsiniz, Amerika'daysanız sipariş verebilirsiniz.

2- Lindt %70 Kakao oranlı çikolatası



Bu çikolatayı ilk denediğimde 'İsviçreliler bu işi biliyor' demiş ve bağımlısı olmuştum. O andan sonra da bu %70 kakao oranındaki siyah çikolata benim klasik çikolatam oldu. Nereye gidersem, hem Amerika'daki evimde hem de İstanbul'da bu çikolatadan mutlaka bulunduruyorum kriz anları için :) Zaten bir kez siyah çikolataya alıştınız mı bir daha sütlüsüne dönüş yapamıyorsunuz. Gerçek çikolata sevenlerin tercihi genelde bu oluyor.


3- Lindt Intense Orange %70 Kakao



Bu da yukarıdaki çikolatanın portakal kabukları ve bademlerle süslenmiş hali. Kokusu ve tadıyla portakal ve çikolatanın nasıl güzel bir uyum oluşturduğunun kanıtı. Çayla inanılmaz güzel yakışıyor ve yine İsviçrelilere teşekkür etmemizi gerektiriyor bu da:)

4- Godiva Sıcak Çikolata tozu




Godiva'nın çikolatalarını çok fazla sevemesem de kakao tozu içtiğim en güzel sıcak çikolatayı keşfetmemi sağladı. Buz gibi bir kış gününde eve gelip sıcacık bir fincan sıcak çikolata içmek gibisi yoktur!

5- Ghirardelli Karamel dolgulu kareler



Ghirardelli'nin de sütlü çikolatalarını çok sevmesem de içine karamel doldurulmuş minik kareler şeklinde sattığı bu çikolataları gerçekten çok başarılı olmuş. Bir oturuşta çok fazla kalori de aldırmadığı için (küçük boyutta kareler halinde geldiği için) kilosuna dikkat etmek isteyenler için ideal:)

6- Ferrero Rocher çikolata topları



İçindeki bütün fındığı, gofret gibi çıtır çıtır bir maddeyle kaplı oluşu ve fındık parçalarıyla bu minik toplar sanki başlı başına küçük bir ziyafet gibi gerçekten. Çikolatanın içine bir şeyler karıştırma taraftarı değilimdir pek genelde ama bu versiyon gerçekten çok başarılı olmuş. Dikkat edin bir oturuşta birden fazla yeme ihtimaliniz çok fazla! :)

7- Nestle After Eight naneli çikolata



After Eight'i bilen bilir. Yıllar önce içinin ferahlatıcı nane püresi tadıyla, dışındaki ince siyah çikolata kaplaması ve zarif, teker teker sarılmış kareleriyle bize nane ve çikolatanın ne kadar güzel uyabileceğini gösterdi birbirine. Bazıları 'Aristokrat çikolatası' bile der ona. Yurtdışı ziyaretlerinde Türkiye'ye götürülen başlıca hediyelerdendir.

8- Ülker Bitter Çikolata



Ülker'in de bir Türk markası olarak bitter çikolata üretiminin altından başarıyla kalktığını düşünüyorum. Her ne kadar kakao oranı %52 olsa da şu anda bence Türkiye'de en yenilebilir siyah çikolatayı Ülker üretiyor. Nestle'nin siyah çikolatasını denedim Türkiye'de ve hiç beğenmedim. Amerika'da ise Herhey's çikolatası tam bir hayal kırıklığı.

9- Nestle Raisinettes



Kuru üzümleri teker teker çikolataya daldırırsanız ne olur? Şaşırtıcı derecede lezzetli ve aynı zamanda da tabii ki çok kalorili bir tatlı çeşidi! Amerika'da keşfettim Nestle'nin bu güzel lezzetini ama kısa sürede o da bağımlı olduğum tatlar arasına girmeyi başardı. Tek avuntum içinde kuru üzüm de olduğundan arada yararlı bir şeyler de yiyorum düşüncesiyle kendimi kandırmak:D

10- Milka yoğurtlu-çilekli



Üniversite yıllarımızın favorisiydi bu çikolata da. Amerika'da bulunamıyor ama eğer Türkiye'deyseniz ve hala yemediyseniz kaçırmayın derim bu tadı, o zamanlar kalıp şeklinde alıp oda arkadaşları arasında paylaşılırdı yurtta kaldığım zamanlarda. Ne günlerdi:) Üniversitenin son yıllarında aldığım kiloları ben bu çikolataya borçluyum:D


Aslında sevdiğim o kadar çok çikolata çeşidi var ki hepsini yazmaya kalksam saatler alır, ancak bunları en çok sevdiklerim şeklinde sıralamak istedim. Ne de olsa çikolata hayatımızda hep vardı ve hep olacak. En neşeli anlarımızda, hep birlikte ya da yalnızken bizi mutlu etmeye, o güzel kokusu ve tadıyla başımızı döndürmeye devam edecek.

Bol çikolatalı ve mutlu günler:)

Sunday, February 25, 2007

Bir haftasonuna sığdırılabilecekler





Kar, dolu ve yağmur karışımı bir yağış, ıslak ve soğuk sokaklar, nar ve blueberry suyu ve soda karışımı içecek, Arrested Development, 3 aydan sonra ilk defa pizza yemek, Türk kahvaltısı, Museum of Science and Industry gezisi, hayatımda ilk defa bir civcivin yumurtadan çıkma anını görmek, olağanüstü güzel devasa ekranlı Omnimax Theater'da izlenen The Human Body belgeseli, kısmen donmuş Michigan gölü, fotoğraf çekme denemeleri, Indian Garden'da enfes Hint yemekleri, sıcak Nan ekmeği ve leziz Mango Lassi, göletler ve buzlar üzerinde kayarak yolculuk etmek, Lindt'in insanı bambaşka diyarlara götüren 'Intense Orange' çikolatası, tekrar Arrested Development, Japonais'de güzel doğumgünü kutlaması ve Blueberry Sake Martini, sohbetler, kahkahalar, güzel insanlar, Pazar günü mahmurluğu, Afrika menekşemi sulamak, camdan kar yağışını izlemek, haftalık yemek alışverişi, kırtasiye çılgınlığı sonucu pastel boya ve yapıştırıcı alışverişi, eve geri dönüş, maalesef ders çalışmak zorunda olunuşunun farkedildiği an. Herkesin nefret ettiği Pazar akşamüstü anı. Acaba hayatımız boyunca kaç kere istedik Pazar akşamüstü sıkıntıyla otururken haftasonunu geri sarıp Cuma öğleden sonraya dönmeyi?

Güzel haftasonu bitti:(

Tuesday, February 20, 2007

Özlem, longing, sehnsucht




Hangi dilde olursa olsun aynıdır adı.. Özlem, hasret, iştiyak.. Sevdiklerinden çok uzaklarda olanlar en iyi bilir onu, tanır hemen görür görmez uzaktan bile olsa. Bir kere girdi mi insanın içine, sinsice yerleşiverir oraya.

Çok garip bir duygudur özlem, diğer duygulara benzemez hiç. Aslında hep vardır içimizde de, arada bir uzatır başını dışarı, tesadüfi zamanlarda. Dalga dalga gelir özlem, zaten öyle olmasa nasıl dayanır insan yüreği bu kadar yoğun ve acı verici bir duyguya? Bunu biliyormuş gibi ara ara vurur özlem, sessiz ve derinden. Dalgalar çekildiğinde bir daha hiç gelmeyecekler sanırız. Yanılırız.

Özlemin ne zaman geleceği belli olmadığı gibi onu neyin tetiklediği de belli değildir. Gündelik yaşamın içinde birden gördüğümüz bir detay, hiç tahmin etmediğimiz bir şekilde gelen bir koku, bir ses, bir ışık, birden açar yüreğimizin pencerelerini sonuna dek ve içeri dolar bir sel gibi özlem. Neye uğradığımızı şaşırırız bu nereden geldiğini anlayamadığımız yoğun sel karşısında. Sendeleriz, dolar gözlerimiz, yutkunuruz, şaşkın, kalakalırız öylece. Çaresiz ve sessiz duraklarız.

Özlem çeşit çeşittir, anne özlemi başkadır, baba özlemi başka, kardeş, arkadaş, sevgili, anneanne başka, dede başka.. Hepsinin kendi rengi ve kokusu vardır ayrı ayrı. Ortak olan tek bir nokta vardır. Özlemlerin hepsi buruk ve acı zeytin tadındadır.

Özlemin kendisi gibi özlenilenler de farklılık gösterir andan ana. Bir anda, yaşamınızın akışına kapılmış giderken, kendinizi tanıştığınızı bile hatırlamadığınız, şu anda nerede olduğunu bilmediğiniz bir insanı özlerken bulursunuz. O insanla belki de yıllar önce bir hastanede gözgöze gelmişsinizdir ve hayatınızda uzun zamandır varolan çoğu insandan daha derin bir iletişim kurmuşsunuzdur o kısacık anda. Özlem bir anda o insanı gözünüzün önüne, yüreğinizin içine getirip bırakır, şaşırırsınız.

Özlem acı mıdır, tatlı mı, belli değildir. Bir yandan çok acı verir insana, ama aynı zamanda da kavuşma anlarını ve birlikte geçirilen zamanları sihirli anlara dönüştürür. Özledikçe birlikte geçirilen zamanın değeri artar, bu zaman dünyadışı ve büyülü bir hal alır gözönünüzde, özledikçe kavuşunca hissedilen duygu yoğunluğu artar. İnsanın yüreğine çektikçe acıtan tırnaklarını batırır özlem, kendinizi geri çekemezsiniz, daha da çok batar içinize, ama ileriye doğru da gidemezsiniz, arada takılır kalırsınız öyle.

İnsanın yüreğini alır, parçalara bölüp sonra tekrar birleştirir özlem.. Acımasızdır, can acıtır, kanatır, titretir, ağlatır.. Gecenin kör saatlerinde çaresizce nefessiz bırakır.

Onu çok iyi biliriz biz, sevdiklerinden böylesine uzakta olanlar. Biz biliriz gecenin kucağında aniden uyandığımızda yüreğimize saldıran sivri bıçaklarını, o acıyı.

Özlem acıtır.









Resim: Gustav Klimt - Müzik I

Sunday, February 18, 2007

Arrested Development




Blog'umun 'Televizyonsuzluk' başlıklı entrysinde de yazdığım gibi, televizyon izlemiyorum. Her 5 dakikada bir giren reklamlara, çoğu programın kalitesizliğine, haberlerin (özellikle Amerika'da) tek taraflı iletilmesine...bunların hiçbirine dayanamadığım için çıkardım televizyonu hayatımdan ve bu kararım dolayısıyla çok mutluyum. İzlemek istediğim diziler olursa DVDlerini kiralıyor, hem istediğim zaman, istediğim kadarını izliyor, hem de sinir bozucu reklamlara maruz kalmak zorunda kalmıyorum.

Bir arkadaşımın önerisi üzerine DVDsini kiraladığım Arrested Development dizisinin müptelası oldum adeta. Bu kadar komik ve zekice yazılmış bir 'sit-com' izlememiştim. Zaten normalde dizi izleyen biri değilim, üniversite yıllarımdaki Friends ve Buffy the Vampire Slayer çılgınlığını saymazsak. Herkesin bildiği ve çok sevdiği Lost, 24, X-files, Sex and the City, Desperate Housewives, Grey's Anatomy, ya da Türkiye'de Bir İstanbul Masalı, Yabancı damat....vs. gibi hiç bir diziyi bilmem. Böylece arkadaşlarımla toplanılan mekanlarda bu tür konuşmaların olduğu zaman herkes heyecanla bir dizinin herhangi bir sahnesinden bahsederken kendimi dünyaya düşmüş bir uzaylı gibi hissediyorum! İnsanlar konuşurken Fransız Fransız bakıyorum onlara adeta, bir anda ortamda yabancılaştığımı hissediyorum. 'Populer kultur' denilen şey bu olsa gerek, bir kez uzak kaldığınız anda toplumun dışına atılmış gibi hissediyorsunuz kendinizi. Herkesle aynı şeyi konuşuyor olmak, aynı programları izliyor olmak gerekiyor takip edebilmek için bu kültürü.

Sit-com'lara da artık dayanamaz olduğumu hissediyordum son zamanlara kadar. Arrested Development'ı ilk izlediğimde neden bu kadar çok sevdiğimi anlayamamıştım, ancak şimdi farkediyorum: Klasik Amerikan izleyicilerine sunulan düşük tempolu, benzer esprilerle dolu sit-com'ların tersine Arrested Development inanılmaz zekice kurgulanmış, çok hızlı tempoda giden ve çok komik göndermelerle dolu bir dizi. Ayrıca sit-com'larda en nefret ettiğim özellik olan arkaplanda her 30 saniyede bir tekrarlanan kahkaha sesleri de yok bu dizide! Ayrıca karakterlerin oyunculukları, mimikleri de inanılmaz başarılı. Ortalama Amerikan izleyicisinin nelere güldüğünü ve neleri sevdiğini düşündüğümüzde, bu güzel dizinin 3. sezondan sonra yayından kaldırılması hiç de şaşırtıcı değil! Dizi bir Amerikalı'nın takip edebileceğinden çok daha hızlı bir tempoda ilerliyor.

Beni bu kadar güldürebildiği için Arrested Development'ı çok seviyorum:) Keşke hiç yayından kaldırılmamış olsaydı.

春节




Bugün itibariyle dünyanın dört bir yanındaki Çinliler için Bahar Bayramı'yla birlikte Year of the Pig (domuz yılı) başladı. Çin yeni yılınız kutlu olsun:)

Thursday, February 15, 2007

Sevgi nedir? Ne değildir?




Sevgi kalp şeklinde çikolatalar, kredi kartının üst limitiyle belirlenmiş 'hediye'ler, bir oda dolusu kırmızı gül, pırlanta yüzükler, pahalı akşam yemekleri, satın alınmış 'mutluluk'lar değildir.

Gösteriş olsun diye, sadece başka insanlar duysun, görsün diye sarmaş dolaş dolaşmak, sonra iki kişi başbaşa kaldığında kendi cehennemini yaratmak sevgi değildir.

İyi ve mutlu zamanlarda yanyana durduğun, elini tuttuğun sevgiliyi sana en ihtiyaç duyduğu anda, dibe vurduğunda, sonu gördüğünde terkedip gidivermek sevgi değildir.

Sevgi sabahın 3ünde ağlarken yanına gelip saçlarını okşayan, 40 derece ateşle yatarken önüne bir kase çorbayı koyan ellerdir, çaresizlikten ne yapacağını bilmediğinde bir sarılışıyla yüreğine ferah sular serpen kollardır, koltuğun üzerinde uyuyakalmışken üzerine şefkatle örtülen battaniyedir, panikten elin koluna dolaştığında sakinleşmen için bir bardak çay yapıveren nazik yürektir, sana bir bakışıyla dünyaları anlatabilen gözlerdir, üşümüş ve titrerken ruhun, içini ısıtan o bir kaç kelimedir. Ne olursa olsun, sonun başlangıcında bile olsan, o acı dolu yolda seninle yürümeye razı olmasıdır kaderini paylaştığın kişinin.


Sevgi tabaktaki iki portakal diliminden daha büyük olanını sevdiğine ayırmak, ona vermektir. O üzülecek diye içinin gitmesidir, bir şeyler ya da birileri canını acıtmasın diye onu dünyanın bütün kötülüklerinden korumak, saklamak istemektir.


Yüklü meblağlar taşıyan çeklerle, hediyelerle, mal ve mülklerle ölçülmez sevgi. Sandığımız gibi çok büyük ve çok önemli görünen kavram ve tanımlarla tanımlanmaz. Ayrıntılarda gizlidir sevgi, günlük yaşamın içinde onlarca kez belli eder kendini, görmesini bilene..

Sevgi özendir.

Wednesday, February 14, 2007

Küçük kurşun asker



Mucizelere ve kaderleri birlikte yazılmış iki kişinin ne olursa olsun eninde sonunda birbirlerini bulacağına inanın.

Masallara ve sevginin gücüne inanın.

Sevgililer Günü'nüz kutlu olsun:)

Sunday, February 11, 2007

Üç şirin film

İçimizdeki çocuğu kaybetmek, yaşam sevincimizi kaybetmek demek. İşte bu yüzden çocukluğun o sihirli bahçesine yakın olmak isteyişim. Masalları ve efsaneleri, mitleri ve destanları çok sevmem bu yüzden, 'gerçeküstü'nün gerçeğin biraz ötesinde olduğunu bildiğimden, gerçek ve rüya arasındaki çizginin, yaşamla masal arasındaki çizginin, tarih ve efsane arasındaki çizginin çok ince olduğunu bildiğimden. Bildiğimiz 'gerçek'ten mümkün olduğunca uzaklara götürsün istiyorum beni okuduğum kitaplar, izlediğim filmler.. Fantastik, bilim-kurgu ve animasyon türlerinde kitap ve filmleri sevmem bu yüzden, beni günlük gerçeklerden uzaklaştırdıkları, bambaşka dünyalara götürebildikleri için.

Geçtiğimiz iki hafta içinde izlediğim üç tane şeker gibi film:

1- Pan'ın Labirenti (El Labirento del Fauno)



Sinemada gidip izlediğim için kendimi çok şanslı hissettiğim bu film, 'büyükler için bir peri masalı' adeta. Hüzünlü ve çok gerçekçi bir peri masalı aynı zamanda, Franco'nun faşist İspanya'sında geçiyor. Küçük bir kızın etrafında olanlara bakışından yola çıkarak bize hem şeker tadında, hem de buruk ve acı bir masal anlatmış yönetmen Guillermo del Toro. Son zamanlarda sinemaya gitmek isteyenlere hep önerdiğim bir film oldu Pan'ın Labirenti, inanılmaz güzellikte müzikleri de cabası. (Müzikleri http://www.panslabyrinth.com/ adresine gidip dinleyebilirsiniz, bütün soundtrack'i koymuşlar siteye) Genç bir kadının içinde hiç bir zaman ölmeyen o küçük kıza çok güzel sesleniyor film, hepimizin bir zamanlar yaşamı onun gibi algıladığımızı, masalların hiç ölmediğini ve içimizde bir yerde hep bizimle olduğunu anlatıyor. Bütün masallar aynı başlamaz mı aslında.. Hace mucho, mucho tiempo... Bir varmış, bir yokmuş...


2- Komşum Totoro (Tonari no Totoro)




Japon animasyonlarını, özellikle de Hayao Miyazaki'nin yönettiği filmleri ne kadar çok sevdiğimi her fırsatta söylüyorum. Miyazaki'nin güzel masalı Spirited Away (Ruhların kaçışı) ve Princess Mononoke (Prenses Mononoke) filmlerini izlediğimde bayılmıştım adeta, hayalgücüne, yaratıcılığına ve yarattığı karakterlerin gerçekçiliğine. My Neighbor Totoro'da da yine karşımıza pamuk şekeri gibi bir film koymuş Miyazaki, izlediğinizde kendinizi çocukluğun o güvenli, yumuşacık bulut gibi sıcaklığında buluyorsunuz, kendinizi çok iyi hissetmemeniz imkansız bu filmi izledikten sonra. Özellikle minik 3-4 yaşlarındaki kız çocuğu Mei inanılmaz tatlı olmuş. Filmi izledikten sonra, 'keşke benim de böyle zor zamanlarımda yardımıma koşacak yumuşak, sevimli ve kocaman bir dostum olsa' diye düşünmekten kendinizi alamıyorsunuz. Ayrıca filmin içinde yer alan Miyazaki buluşlarından en güzeli bence 'kedibüs' de denebilecek, kedi-otobüstü:) Keşke öyle bir otobüs olsa içi yumuşacık böyle, gülümseyerek götürse bizi her yere!


3- Arabalar (Cars)




Pixar animasyonlarının hepsine bayıldığım için Cars'ın da beni hayalkırıklığına uğratmayacağını biliyordum. Zaten küçük bir erkek kardeşi olan her kız çocuğu gibi ben de oyuncak arabalara ve onların dünyalarına çok aşina büyüdüm (Majorette'ler vardı bizim zamanımızda, bir de minicik Matchbox'lar:) Arabalara insan karakteri verilmesi fikri de çok şirin bence, ve Pixar bu filmde de yine yarattığı karakterlerle çok iyi bir iş başarmış. Sadece küçüklere değil, büyüklere de bir çok ders veriyor film, zaten Finding Nemo (Kayıp Balık Nemo)da da olduğu gibi bu filmde de küçük çocukların yakalayamayacağı bir çok ince espri var. İnsan ilişkilerinin önemini, dostluğun ve yardımlaşmanın paradan ve dünyevi zenginlikten çok daha önemli ve güçlü olduğunu, kibir ve gururun zararlarını anlatması bakımından çok başarılı bir filmdi bence. Ayrıca izlerken gerçekten çok eğlendim, çok güldüm (özellikle İtalyan aksanıyla konuşan arabalara) ve izledikten sonraki bir kaç günü yolda gördüğüm arabaların yüz ifadelerini aramakla geçirdim:) Gerçekten çok keyifli bir animasyondu.


Beni çocukluğuma geri götüren, ya da aslında içimde hiç yokolmamış o minik kız çocuğunu bulup çıkaran fimleri çok seviyorum. Sinema iyi ki var hayatımızda, ve iyi ki onun sayesinde bazen bu dünyanın acı gerçeklerinden uzağa, bambaşka, pespembe dünyalara gidebiliyoruz bir iki saatliğine de olsa.

Friday, February 9, 2007

Özlem

Nereden aklıma geldi bilmiyorum ama ben üniversitede okurken ve yurtta kalırken bir gün çok sıkılıp annemleri aramıştım, gerçekten kampüsten ve derslerden çok bunalmıştım ama şehre gitmek için otobüse binmek, 1 saat beklemek...vs. bana çok zor gelmişti. Canım babam da 15 dakika içinde arabasıyla kampüse gelip 'Saraydan kız kaçırma operasyonu' adını verdiği bir operasyonla beni alıp hemen eve götürmüştü:) Eve gitmek bana ne kadar iyi gelmişti, kampüsten çıkmak ve oradan hemen, o anda uzaklaşmak..

Keşke şimdi de ne zaman canım sıkılsa babiş yine gelip beni alıp götürebilseydi.. Oysa artık çok, çok uzaklardayım. Babamı çok özledim.

Sunday, February 4, 2007

Doğru beslenmek, sağlıklı yaşamak




Obezitenin dünya üzerinde en yaygın olduğu ve şişmanlığın az görülen bir vakadan çok normal sayıldığı bir ülkede yaşıyorum. Porsiyon büyüklüklerinin neredeyse 3 kişiyi doyuracak miktarda hazırlandığı, 'hızlı yemek' kültürünün yaygın olduğu ve sağlıksız seçeneklerin sağlıklı olanlardan çok daha kolay ve erişilebilir olduğu bu ülkede 'sağlıklı' beslenebilmek için gerçekten de büyük bir çaba harcamak gerekiyor.

Sağlıklı beslenmenin sadece 'rejim yapıyorum bu hafta hiç bir şey yiyemem'den öte bir yaşam tarzı değişikliği olduğunu, insanların alışkanlıklarını tümden değiştirmeleri gerektiğini farkettiğim zaman sanırım işin püf noktasını kavradığımı anladım. Gördüğümüz rejimler, diyetler, hızlı kilo verme yolları....vs., hepsi de insanların zayıflama isteklerini kullanarak para kazanmayı amaçlayan tuzaklar. Gerçekten zayıflamak isteyen bir insanın yapması gereken tek bir şey var: Kalori alımını azaltıp kalori harcamasını arttırmak! Ve maalesef vücudunuzun dengesine zarar vermeden kilo vermenin 'kolay ve hızlı' bir yolu yok! Bu gerçeği bilmelerine rağmen çoğu insan kolay yoldan hızla kilo verebilmek için bu sahte diyetlere, metabolizma hızlandırıcı haplara, şuruplara...vs. tonlarca para harcıyorlar maalesef.

Vücudumuz sahip olduğumuz en karmaşık alet, o yüzden ona çok iyi bakmamız, bir 'çöp torbası' gibi ne bulduysak içine atmamamız gerekiyor. Bu karmaşık ve güzel sisteme layık olduğunu vermeliyiz, ne yediğimize, ne içtiğimize özen göstermeliyiz. Ben günlük hayatımda bunu mümkün olduğunca yapmaya çalışıyorum, ve kendi alışkanlıklarıma da dayanarak sağlıklı beslenme için ipuçları vermek istedim blog'umda, umarım yardımcı olur:

Moonshine'ın sağlıklı beslenme rehberi:

- Alışveriş yaparken eve vücudunuza yarar getirmeyecek hiç bir şeyi almayın, özellikle bir oturuşta bitirdiğinizi bildiğiniz cips, kurabiye, şeker....vs. gibi abur-cuburdan eve hiç sokmayın. Eğer evde bunlardan yoksa, dalgın bir anınızda yeme ihtimaliniz sıfıra düşüyor!

- Her mevsim, o mevsimin meyvelerinden bir kaç çeşitten mutfak tezgahınızın üzerinde (ya da buzdolabının orta rafında, ya da kolayca görebileceğiniz ve elinizin altı olan herhangi bir yerde) bolca bulundurun. Canınız bir şey atıştırmak istediğinde seçiminiz bir meyve olsun mesela.

- Suyun en iyi içecek olduğunu aklınızdan çıkarmayın. Gün içinde en az 8 bardak (mümkünse 10 bardak) su ya da sıvı alımını ihmal etmeyin. Kafeinli içecekleri en aza indirmeye çalışın, bunlar vücutta var olan suyu dışarı atarak vücudu kurutur. Suyun vücudunuza ne kadar iyi geldiğini hatırlatması açısından bir haftadır sulamadığınız menekşenizin haline bir bakın, sonra sulayıp bir kaç saat sonra tekrar bakın!

- Gazlı içeceklerden ve gazozlar gibi şeker deposu içeceklerden ise tamamen uzak durun! Meyve suları da sağlıklı görünse de sandığımızdan çok daha fazla şeker ve kalori içerir, içindeki koruyucu maddeler de cabası. Meyve suyu içmek yerine o meyveden yiyin (mesela portakal suyu içmek yerine bir portakal yiyin). Bu sayede meyvenin içerdiği lif ve posadan da yararlanabilir vücudunuz.

- Kendinizi hiç bir şeyden tamamen mahrum bırakmayın. Çok sevdiğiniz tatlı, abur cubur...vs varsa arada bir küçük bir porsiyon onlardan da yiyin. Benim gibi çikolata düşkünüyseniz kendinizi ödüllendirmek için mümkün olan en yoğun siyah çikolatadan (%70 kakao oranı) alıp iki parça yiyin mesela. Siyah çikolata hem antioksidanlar açısından çok zengin, hem de çok yoğun olduğu için birazcık yemek bile yetiyor çikolata yeme isteğimizi tatmin etmeye. Amerika'da benim tercihim Lindt'in Extra Dark %70 kakao oranında çikolatası, Türkiye'ye gittiğimde gördüm ki Ülker de bunun bir benzerini çıkarmış şimdi Gusti diye, o da %70 kakao oranlı ve bence gayet başarılı olmuş.

- Her şeyde olduğu gibi yeme tarzınızda da arada istisnalar olabileceğini, ama önemli olanın günlük yeme alışkanlıklarının aynı kalması ve değişmemesi olduğunu unutmayın. Bir yemekte çok fazla kalori aldınız diye moralinizi bozup kendinizi bırakmayın. Önemli olan 'sağlıklı beslenme' tarzınıza ertesi sabah geri dönebilmektir, aklınızdan çıkarmayın.

- Basit karbonhidratlar yerine 'kompleks karbonhidratlar' denen gruptan beslenin, tam tahıllı ekmeği beyaz undan yapılmış ekmeğe tercih edin. Sanılanın aksine bu iki tip ekmeğin de kalorileri aynıdır, ancak tam tahıldan yapılmış olan ekmekler insanı çok daha uzun süre tok tutup kan şekerinin ani düşüşlerini engeller.

- Dışarıda yeme alışkanlığınızı mümkün olduğunca aza indirgeyin. Kendi pişirdiğiniz yemeklerde içine ne kadar yağ, tuz, şeker...vs. koyduğunuzu bildiğinizi, porsiyon büyüklüğünü de kendiniz çok daha iyi ayarlayabileceğinizi unutmayın. İnsanların çoğu çok daha az para harcayarak çok daha sağlıklı beslenebileceğini unutuyor çoğunlukla.

- 'Çorbanın gücü'ne inanın. Yaz kış, yemeklerden önce yiyeceğiniz sıcak bir kase çorbanın hem sıvı alımınızı arttıracağını ve tokluk hissinizi çok daha çabuk getireceğini bilin. Özellikle sebze ve baklagillerden yapılan çorbalar hem kalori açısından düşük, hem de gerçekten doyurucu oluyor.

- Kahvaltınızı mutlaka yapın, ancak unutmayın ki işe ya da okula giderken çayın ya da kahvenin yanına aldığınız simit, poğaça, Amerika'daysanız muffin ya da donut...vs. gibi şeyler kahvaltı değildir! İyi bir kahvaltıda protein (yumurta, süt, yoğurt...vs.) ve karbonhidrat (portakal, muz, elma, kepekli ekmek...vs.) dengesi iyi kurulmalıdır. Tamamen karbonhidratlardan oluşan bir kahvaltı kan şekerinizi birden yükseltip bir iki saat sonra tekrar hızla düşmesine ve yeniden acıkmanıza yol açar!

- Yemek pişirirken kızartmalardan ve ağır, şuruplu tatlılardan, hamurişlerinden uzak durun. Mümkün olduğunca az tuz kullanın, yağ seçiminizi hep zeytinyağından yana kullanın. Akdeniz çevresindeki ülkelerde insanların sofralarındaki zeytinyağı mucizesi sayesinde sağlıklı ve uzun ömürler yaşadıklarını hatırlayın.

- Sucuk, salam, sosis gibi şarküteri ürünlerinden ve işlenmiş etlerden uzak durun. Kırmızı eti mümkün olduğunca seyrek yiyin, daha çok balık ve tavuk eti tüketmeye odaklanın. Et yerine bazı yemeklerde soya ürünlerini kullanabilirsiniz (tofu gibi).

- Akşam yemeğini yatmadan en az 3-4 saat önce yiyin. Benim gibi geç saatlere kadar ders çalışıyorsanız tabii ki acıkacaksınız, yatmadan önce hafif bir şeyler yiyin, bir bardak süt içebilirsiniz mesela ya da bir kase yoğurt yiyebilirsiniz. Kalsiyum açısından zengin olan bu yiyecekler hem protein içerikleriyle doygunluk hissi veriyor hem de iyi uyumamızı kolaylaştırıyor.

- Size her yönden, her şekilde saldırmaya hazır bekleyen ıvır zıvır-abur cubur canavarlarına karşı kendi silahlarınızı yanınızda taşıyın! Öğün aralarında atıştırmaktan vazgeçmenize gerek yok, ancak sağlıklı 'snack'ler yani atıştırmalıklar taşıyın yanınızda. Çantanızda her zaman bir elma ya da muz, bir avuç fındık ya da badem, küçük meyveli yoğurt, havuç dilimleri...vs. gibi sağlıklı snackler olsun. Kendinizi asla aç bırakmayın, sık sık ve az az yiyin.

- Yemeğinizi yerken çatalınızı arada sırada tabağın yanına koyup çevrenizdekilerle konuşun, etrafı izleyin...vs. Kısaca yavaş yavaş ve tadına vara vara yiyin, çok yeme olasılığınızı azaltacak, çünkü doyma sinyali mideden 20-30 dakikada ancak ulaşıyormuş beyine.

- Söylememe gerek var mı sanırım bilmiyorum artık tabii ki ama sağlıklı bir yaşam tarzı için başta olan gerekliliklerden biri: Sigaradan uzak durun, alkol alımınızı minimuma indirin. Özellikle bira, votka, viski...vs. gibi içkilerin birer kalori bombası olduğunu ve vücudunuza hiç bir yarar getirmedikleri gibi yüzlerce kaloriyi de beraberinde getirdiklerini aklınızda tutun. 'Sosyal içici'yseniz bir bardak kırmızı şarabı diğer içkilere tercih edin, artık herkes tarafından bilinen yararları ve antioksidan özellikleri sebebiyle. Bu arada sigaradan uzak durmanın sadece sigara içmemek değil, sigara dumanının havada asılı kaldığı her yerden uzak durmak olduğunu unutmayın.

Ve tabii ki bu beslenme ve yaşam tarzı önerilerine ek olarak spor yapma gerekliliği her zaman için var. Ancak gerçekçi olmak gerekiyor, biliyoruz ki çoğumuzun yaşam tarzı her gün spor salonuna gidip 1.5-2 saatimiz harcayarak spor yapmaya imkan vermiyor. Bunun yerine (özellikle kışın Chicago'da da havanın -30 derece gibi korkunç bir soğukluğa ulaştığı zamanlarda) yaptığımız başka küçük değişikliklerle hareketliliğimizi arttırabiliriz. Gün içinde bir yerden bir yere yapılacak 10 dakikalık kısa bir yürüyüş, 5. kata asansörle değil de merdivenden yürüyerek çıkmak, aynı ofiste çalıştığınız insanlara e-mail atmak yerine yanlarına kadar gidip konuşmak, otobüsten bir durak önce inmek...vs. gibi çok küçük değişikliklerle bile hareketlenebilirsiniz gün içinde. Bu tür değişiklikler için spor salonlarına tonla para ödemeye ve karmaşık makineler kullanmaya da gerek yok üstelik.


Eğer bu ipuçlarını ana hatlarıyla uygulayabilirseniz vücudunuzdaki ve ruh halinizdeki değişimi hissedeceksiniz. Ben, bu rehberdekileri kendi yaşamıma uygulayınca bir kaç sene öncesine oranla çok daha zinde ve enerjik hissettiğimi farkettim. Vücudumuz iyi çalışmıyorsa bizim kendimizi iyi hissetmemiz imkansız, ona iyi bakalım ki o da bizim için en iyi şekilde çalışabilsin. 'Yaşam kalitesi'ni yükseltmek gerçekten çok önemli ve sanıldığının aksine sağlıklı beslenmenin yolu pahalı ve zor yöntemlerden geçmiyor.

Friday, February 2, 2007

Kazım Koyuncu anısına



Gözlerinden ışıklar saçarak söylediğin şarkılar şimdi dilimde.. Gözlerimden yaşlar akarak yas tutuyorum gidişine, geride sadece bu şarkıları bırakarak sonsuzluğa doğru. Kulaklarımda sesin, büyük bir coşkuyla söylüyor o güzel Karadeniz ezgilerini.. Gerçekten gittin mi? Gözlerimin önünde sahnenin bir kenarından diğer kenarına koşarak, zıplayarak, gitar çalarak uçan çocuk, gittin mi sen gerçekten?

Bu akşam sahneye çıkıp senin şarkını söylerken ben, yüreğimde, yüreğimizde o şarkıyı söyleyen aslında sen olacaksın. Bizimle birlikte, sahnede gülümseyeceksin. Gitmedin aslında, buradasın.