İçimizdeki çocuğu kaybetmek, yaşam sevincimizi kaybetmek demek. İşte bu yüzden çocukluğun o sihirli bahçesine yakın olmak isteyişim. Masalları ve efsaneleri, mitleri ve destanları çok sevmem bu yüzden, 'gerçeküstü'nün gerçeğin biraz ötesinde olduğunu bildiğimden, gerçek ve rüya arasındaki çizginin, yaşamla masal arasındaki çizginin, tarih ve efsane arasındaki çizginin çok ince olduğunu bildiğimden. Bildiğimiz 'gerçek'ten mümkün olduğunca uzaklara götürsün istiyorum beni okuduğum kitaplar, izlediğim filmler.. Fantastik, bilim-kurgu ve animasyon türlerinde kitap ve filmleri sevmem bu yüzden, beni günlük gerçeklerden uzaklaştırdıkları, bambaşka dünyalara götürebildikleri için.
Geçtiğimiz iki hafta içinde izlediğim üç tane şeker gibi film:
1- Pan'ın Labirenti (El Labirento del Fauno)
Sinemada gidip izlediğim için kendimi çok şanslı hissettiğim bu film, 'büyükler için bir peri masalı' adeta. Hüzünlü ve çok gerçekçi bir peri masalı aynı zamanda, Franco'nun faşist İspanya'sında geçiyor. Küçük bir kızın etrafında olanlara bakışından yola çıkarak bize hem şeker tadında, hem de buruk ve acı bir masal anlatmış yönetmen Guillermo del Toro. Son zamanlarda sinemaya gitmek isteyenlere hep önerdiğim bir film oldu Pan'ın Labirenti, inanılmaz güzellikte müzikleri de cabası. (Müzikleri http://www.panslabyrinth.com/ adresine gidip dinleyebilirsiniz, bütün soundtrack'i koymuşlar siteye) Genç bir kadının içinde hiç bir zaman ölmeyen o küçük kıza çok güzel sesleniyor film, hepimizin bir zamanlar yaşamı onun gibi algıladığımızı, masalların hiç ölmediğini ve içimizde bir yerde hep bizimle olduğunu anlatıyor. Bütün masallar aynı başlamaz mı aslında.. Hace mucho, mucho tiempo... Bir varmış, bir yokmuş...
2- Komşum Totoro (Tonari no Totoro)
Japon animasyonlarını, özellikle de Hayao Miyazaki'nin yönettiği filmleri ne kadar çok sevdiğimi her fırsatta söylüyorum. Miyazaki'nin güzel masalı Spirited Away (Ruhların kaçışı) ve Princess Mononoke (Prenses Mononoke) filmlerini izlediğimde bayılmıştım adeta, hayalgücüne, yaratıcılığına ve yarattığı karakterlerin gerçekçiliğine. My Neighbor Totoro'da da yine karşımıza pamuk şekeri gibi bir film koymuş Miyazaki, izlediğinizde kendinizi çocukluğun o güvenli, yumuşacık bulut gibi sıcaklığında buluyorsunuz, kendinizi çok iyi hissetmemeniz imkansız bu filmi izledikten sonra. Özellikle minik 3-4 yaşlarındaki kız çocuğu Mei inanılmaz tatlı olmuş. Filmi izledikten sonra, 'keşke benim de böyle zor zamanlarımda yardımıma koşacak yumuşak, sevimli ve kocaman bir dostum olsa' diye düşünmekten kendinizi alamıyorsunuz. Ayrıca filmin içinde yer alan Miyazaki buluşlarından en güzeli bence 'kedibüs' de denebilecek, kedi-otobüstü:) Keşke öyle bir otobüs olsa içi yumuşacık böyle, gülümseyerek götürse bizi her yere!
3- Arabalar (Cars)
Pixar animasyonlarının hepsine bayıldığım için Cars'ın da beni hayalkırıklığına uğratmayacağını biliyordum. Zaten küçük bir erkek kardeşi olan her kız çocuğu gibi ben de oyuncak arabalara ve onların dünyalarına çok aşina büyüdüm (Majorette'ler vardı bizim zamanımızda, bir de minicik Matchbox'lar:) Arabalara insan karakteri verilmesi fikri de çok şirin bence, ve Pixar bu filmde de yine yarattığı karakterlerle çok iyi bir iş başarmış. Sadece küçüklere değil, büyüklere de bir çok ders veriyor film, zaten Finding Nemo (Kayıp Balık Nemo)da da olduğu gibi bu filmde de küçük çocukların yakalayamayacağı bir çok ince espri var. İnsan ilişkilerinin önemini, dostluğun ve yardımlaşmanın paradan ve dünyevi zenginlikten çok daha önemli ve güçlü olduğunu, kibir ve gururun zararlarını anlatması bakımından çok başarılı bir filmdi bence. Ayrıca izlerken gerçekten çok eğlendim, çok güldüm (özellikle İtalyan aksanıyla konuşan arabalara) ve izledikten sonraki bir kaç günü yolda gördüğüm arabaların yüz ifadelerini aramakla geçirdim:) Gerçekten çok keyifli bir animasyondu.
Beni çocukluğuma geri götüren, ya da aslında içimde hiç yokolmamış o minik kız çocuğunu bulup çıkaran fimleri çok seviyorum. Sinema iyi ki var hayatımızda, ve iyi ki onun sayesinde bazen bu dünyanın acı gerçeklerinden uzağa, bambaşka, pespembe dünyalara gidebiliyoruz bir iki saatliğine de olsa.
No comments:
Post a Comment