Wednesday, September 10, 2008

Koyaanisqatsi (Düzensiz yaşam)


Bir film düşünün. Bütün film boyunca hiç bir konuşma geçmiyor. Konuşmanın yerine inanılmaz güzellikte bir görsellik ve muhteşem bir müzik. 'Zaman atlaması' adı verilen fotoğraf tekniğiyle yavaşlatılmış ya da hızlandırılmış kareler. Hiç konuşma olmamasına rağmen 90 dakika boyunca koltuğunuza mıhlanmış bir şekilde bu muhteşem görselliği izliyor, bu harika müzikle hipnotize oluyorsunuz. İnsanlığın ve dünyanın durumu gözlerinizin önünden akıyor, dünyanın her yeri, sular, bulutlar, dünyadaki bütün insanlar, trafik, nehirler.. Hepsi sürekli akıyor.

1980'de çekilmiş bir 'kült film' olan Koyaanisqatsi'yi izledik bu akşam. Bu ilginç filmi çok az insan biliyormuş, ben de tesadüf eseri keşfettim. Keşfettiğime de çok mutlu oldum doğrusu, gerçekten çok başarılı buldum. Filmin verdiği mesaj çok basit aslında: İnsanoğlu doğa karşısında çok küçük, güçsüz ve önemsiz... Buna rağmen doğayı ve doğanın düzenini bozarak kaos, yıkım ve düzensizlik getiriyor. Etrafıyla uyum içinde yaşamak şöyle dursun, etrafında önceden var olan uyumu da bozarak dünyayı kendi istediği gibi değiştiriyor.

Filmin bu kadar etkili olmasının en büyük sebeplerinden biri bence ünlü müzisyen Philip Glass'in bestelediği müzikleri. Müzikler gerçekten de görsellerle inanılmaz bir uyum içinde, kendi başlarına bir hikaye anlatıyor. Sanırım filmde sözlere gerek kalmamasının sebebi de bu zaten. Müziğin dili o kadar başarılı ki, kelimeler gereksiz kalıyor.

Philip Glass'i de bu film sayesinde keşfettim ve müziklerine hayran kaldım. Biraz hayatını araştırınca bizim üniversiteden mezun olmuş olduğunu öğrendim, ona daha da bir ısındım :) Gerçekten dahi denebilecek derecede başarılı bir müzisyen. Web sitesinden müziklerini de dinleyebilirsiniz.

Aşağıda filmde en sevdiğim ve en çok etkilendiğim bölüm olan Pruit-Igoe'yi izleyebilirsiniz. Pruit İgoe, St Louis - Missouri'de gettolarda yaşayan halkın en fakir bölümü için yapılan bir dizi apartman projesi (housing project)'in ismi. Filmin bu kısmı, bu metruk ve harabeye dönmüş binaların ve yıkılmaya yüz tutmuş evlerin içinde belki de hala sürdürülmeye çalışan hayatları anlatıyor. Sanki kötü bir kabus gibi ya da distopya gibi, bu dünyaya ait olmayan bir yer adeta.

Amerika gerçeğinin filmlerde izlediğimiz bahçeli, garajlı, Golden Retriever köpekli ve Noel ağaçlı iki katlı evlerden ibaret olmadığının en güzel kanıtlarından biri bu sahne.. 'Amerikan rüyası'nın belki de daha önce hiç görmediğimiz çok acı, insanın yüzüne bir tokat gibi çarpan başka bir yüzü. Hala böyle yerlerde yaşayan çok fazla insan olduğu gerçeği, 1980'den sonra geçen 28 senede hiç ama hiç değişmedi. Ve insanoğlu o günden bu yana sebep olduğu yıkımlardan da, maalesef, vazgeçmedi.

İşte karşınızda, Pruit-Igoe:





Cities are the abyss of the human species.

-Jean-Jacques Rousseau

2 comments:

  1. Yazınız çok sürükleyici,filmi izlemiş kadar oldum ve çok merak ettim.Şimdi Philip Glass'in sitesindeki müzikleri dinleyerek ruhumu biraz dinginliğe kavuşturmayı planlıyorum.

    Paylaşım için tşkler,

    ReplyDelete
  2. Cok tesekkurler Delfina, evet Philip Glass'in muziklerine ben de hayran kaldim. Tavsiye ederim :)

    Sevgiler

    Moonie

    ReplyDelete