Monday, August 10, 2009

Anlar - 4


12 Eylül 2003 günü sabahı..21 yaşındayım. Okyanusu aşmakta olan kocaman bir Lufthansa uçağındayım. İki yanımda da hiç tanımadığım insanlar, biri Hintli, biri Almana benziyor. Hayatımda ilk defa evimden bu kadar uzağa gidiyorum. Gittiğim ülkede tek bir insanı bile tanımıyorum. Sadece uçağın koltuğunda rahatsız bir şekilde oturan ben ve benden on metre kadar aşağıda uçağın deposunda kuzu kuzu bekleşen iki bavulum.. Üçümüz hep birlikte uçuyoruz Yeni Dünya'ya..

Sırt çantamı açıyorum, içinde beyaz bir zarf.. Üzerinde 'Kızıma...' yazıyor. Canım babam, uçakta açıp okumamı istediği bu mektubu yazıp vermişti bana, İstanbul'da. Hemen çantama atmıştım ben de. Açıyorum, okumaya başlıyorum. Canım babamın hayata dair nasihatlerini, beni ne kadar çok sevdiğini söylediğini satırları okumaya başlıyorum.. Ama o da nesi? Bir anda, gözlerime doğru yaşların yükseldiğini hissediyorum. Bir an, oracıkta, hiç tanımadığım insanların arasında hüngür hüngür ağlamaya başlamaktan çok korkuyorum. Hemen tuvalete koşturuyorum. Aynaya, kocaman açılmış gözlerime bakıyorum. İçimde garip bir korku.. Öyle ya, ben gittiğim ülkede beni nelerin, nasıl bir hayatın beklediğini bilmiyorum. Nasıl insanlarla karşılaşacağımı bilmiyorum. Daha önce de yurtta kalmışım yıllarca, yurtdışına da çıkıp gezmişim ama, ilk defa 'koza'mdan, yani baba evimden böylesine uzak kalacağım, bu kadar uzun bir süre uzak olacağım. Belirsizlikler ürpertiyor beni..

Gözlerime kadar gelen yaşlar inmiyor aşağı nedense. Bir süre daha aynaya bakıyor ve yüzümü soğuk suyla yıkayıp yerime dönüyorum. Cesaretle derin bir nefes alıyorum. Chicago'ya inmemize 1 saat kadar kala, saatimi A.B.D. zamanına göre 8 saat geriye alırken, ön sırada oturan genç bir çocuğun dikkatini çekiyorum. 'Amerika'ya ilk defa mı geliyorsun?' diye soruyor gülümseyerek. 'Evet' diye utanarak cevap veriyorum, bir yandan da kendi kendime 'Acemiliğim bu kadar mı belli oluyor acaba?' diye sorup kızarıyorum. Amerika'ya, ülke çapında en iyi üniversitelerden biri kabul edilen üniversiteme master için kabul edildiğim için geldiğimi söylüyorum ona. 'Çok güzel zamanlar geçireceksin burada, eminim buna.' diyor. Gözlerinin içi gülüyor. İçim ferahlıyor bir nebze. Kendimi biraz daha az yalnız hissediyorum. İsmi Konstantin'miş, Yunan asıllıymış ve havayolu şirketinde çalışıyormuş. Konstantin, Allah'ın masum ve yardıma ihtiyacı olan kullarına gönderdiği meleklerden biri gibi sanki. Uçaktan iniyoruz, benim minicik cüssemle nasıl taşıyacağımı kara kara düşündüğüm bavullarımı taşıyor ve gümrükten geçirmeme yardım ediyor. Zaten havaalanındaki görevliler de onu tanıyorlar. Ne kadar şanslıyım ki karşıma oradaki nemrut suratlı adamları tanıyan, bilen birisi çıkıyor. Sorun olmadan pasaport kontrolü ve gümrükten geçiyoruz. Konstantin'e çok teşekkür ediyorum, vedalaşıyoruz. 'I've always depended on the kindness of strangers' sözü aklıma geliyor, ünlü 'Arzu tramvayı' oyunundan.

Beni havaalanından kalacağım yurt olan 'International House'a taşıyacak olan 'Omega Shuttle' adındaki dolmuşu bekliyorum. Daha önceden Türkiye'den internetten bakıp saatlerini bile yazmıştım bir kenara. Durakta 10 dakika kadar bavullarımla bekledikten sonra geliyor dolmuş. Zenci, irikıyım bir kadın, bavullarımı alıp arkaya koyuyor, ben de kadının bir arkasındaki deri koltuklara yerleşiyorum. Önce dolmuşun ücretini ödüyorum, biraz bekliyoruz ve başka kimsenin gelmeyeceğinden emin olduktan sonra yola çıkıyoruz.

Bizi Chicago'ya götürecek olan otobana çıkıyoruz. Ben sürekli etrafımı, bütün sesleri, görüntüleri ve konuşmaları kayıt halindeyim. Zenci kadın bir şeyler söylüyor. Aksanı öyle değişik ki, neredeyse hiç bir şey anlamıyorum! Hiç de bizim İngilizce öğrendiğimiz kitapların kasetlerinde konuşan İngiliz aksanlı kadınların seslerine benzemiyor. Anlamak için tekrarlatmam gerekiyor söylediklerini. Meğerse bana 'Emniyet kemerini tak' diyormuş. Türkiye'de biz arka koltukta neredeyse hiç kemer takmadığımız için bu bana garip gelse de takıyorum.




1 saate yakın süren yolculuğun ardından dolmuş International House'un önünde duruyor. Kadın bavullarımı indiriyor ve dolmuşla uzaklaşıyor. Sıcak bir gün.. I-House'un önünde çimenlerde çocuklar oynuyor. Ben ve iki bavulum, I-House'un önünde duruyoruz bir süre. O bir kaç merdiveni bavullarımla çıkmak bile bana çok zor geliyor. Neyse ki içeriden gülümser yüzlü zenci bir teyze çıkıyor, bana yardım edebileceğini söylüyor ve birlikte girişe taşıyoruz bavullarımı. Orada gerekli formları dolduruyor ve odamın anahtarını alıyorum. Artık sonunda odama çıkıp bavullarımı boşaltabilirim.

Ama ondan önce yapmam gereken bir şey var. Türkiye'den almış olduğum ödemeli telefon kartının numarasını arıyor ve 01190'la başlayıp bizim evin numarasını çeviriyorum. Telefon 1 kere çaldıktan sonra açılıyor. Annemin sesi ne kadar uzak geliyor. Okyanuslar ötesinden, dağlar, kıtalar ötesinden.. Sağ salim vardığımı söylüyorum onlara, 'Çok iyiyim annecim, merak etmeyin, çok güzel bir yer burası, odama gideceğim birazdan.. Ben de çok seviyorum sizi, çok öpüyorum, yine ararım, hiç merak etmeyin..' Telefonu kapatıyorum. Bir an önce odama çıkmak istiyorum. Odam 5. katta, 515 numaralı oda. Hemen buluyor ve kapıyı açıyorum. İki bavulumla giriyorum küçücük odaya.

İşte o anda, üzerime dünyanın en ağır yorgunluğu ve hüznü çöküyor. Odadaki eski mobilyalara, parmaklıklı pencereye, küçücük dolaba bakıyorum. Bir anda, uçakta gözlerimden inmeyen yaşlar, sel olup akmaya başlıyor. Hüngür hüngür ağlıyorum.. Ama sarsıla sarsıla, titreye titreye.. Ağladıkça kendime daha çok acıyıp daha da çok ağlıyorum. 'Ben bu küçücük odada 2 sene ne yapacağım? Ben mis gibi evimi ve ailemi bırakıp buralara niye geldim? Ben burada hiç kimseyi tanımıyorum, nasıl yaşarım?' gibi düşünceler geçiyor aklımdan habire. Hiç tahmin etmiyorum tabii o zaman, bu ülkede en az 5-6 sene kalacağımı, doktora için kalıp bir yandan evleneceğimi, bir süre sonra kardeşimin de aynı şehre geleceğini. Bir yandan da bavullarımı boşaltmaya başlıyorum. Bavullarımı boşalttıkça, annemin elleriyle sardığı, paketlediği giysilerimi, eşyalarımı gördükçe daha da şiddetli ağlıyorum. Bir türlü duramıyorum.

İnsan sonsuza kadar ağlayamaz, bir noktada durması gerekir. Hıçkırıklarım seyrekleşince, gözlerimde artık yaş kalmayınca, gidip ortak banyoda yüzümü yıkıyorum. En sevdiğim pembe pijamalarımı giyip, yatağa çarşaflarımı seriyorum. Saat Chicago saatiyle 4, ama benim için (Türkiye saatine göre) geceyarısı. Ve ben zaten yaklaşık 30 saattir ayaktayım. Yatağa yığılıyorum ve koma gibi bir uykuya dalıyorum. Arada uyanıp kardeşimin ismini sayıklıyorum, annemle ve babamla konuştuğumu sanıyorum. Hani insan bir otelde ilk defa kaldığında sabah uyanır da nerede olduğunu anlayamaz ya.. Saat 8'e doğru uyandığımda ben de bir an nerede olduğumu şaşırıyorum.

Üzerimi değiştiriyorum, uykunun verdiği güçle moralim biraz yerine gelmiş, hemen aşağıya inip internet odasına giriyorum. Bilgisayardan annemlere uzun bir e-mail atıyorum, sanki onlar yanımdaymış da onlarla konuşmuşum gibi rahatlıyorum. Sonra ortak oturma / yemek odasına gidiyorum I-House'un.. Orada bir çok insan, bana 'hoşgeldin' diyorlar, benimle aynı yollardan geçen insanlar olması ne güzel şeymiş, burada herkes benim gibi 'yabancı', herkes öğrenci.. Bir anda bir çok arkadaşım oluyor. 'Seni birisiyle tanıştırmak istiyoruz' diyorlar, ben Türk olduğumu söyledikten hemen sonra. Bir masada genç bir çocuk oturuyor, o da Türkmüş! Elimi sıkıyor, gülümseyerek 'Merhaba!' diyorum ona, o da 'Merhaba!' diye cevap veriyor bana.

Ağzımızdan çıkan o kelime, anadilimdeki o kelime, o anda bana dünyanın en güzel sesinden daha da güzel geliyor.... Merhaba..

Merhaba, yeni hayatım..Merhaba..


6 comments:

  1. "eylül.." başlıklı yazıma bıraktığınız yorum için teşekkür etmek için uğramıştım. ne güzel yazıyorsunuz, kitap okur gibi okudum. ellerinize sağlık. =)

    ReplyDelete
  2. Aglattin yahu. Cidden. Firk firk.

    ReplyDelete
  3. Anonymous4:06 PM

    gercekten harika bir yazi olmus uzun zamandan beri hayata dair bukadar güzel bir yazi okumamistim hangu universiteye gittiginizi merak ettim acaba o universiteden türkiye ile egitim farklarindan sosyal olanaklarindan hocalarindan bahsedebilirmisiniiz ilerleyen haftalarda eminim bircok insan bunu zevkle okuyacaktir :) ben sizin yazilarinizi 1.5senedir takip ediyorum bilmiyorum istek yazida bulunabiliyormuyuz ama benim ders calismada büyük bir sorunum war acaba siz nasil konsantre oluyorsunuz derslere taktiginiz nedir birkac satirda ilerleyen aylarda müsait bir zamaninizda paylasirsaniz cok memnun olurum :) hoscakalin iyi günler diliyorum :)

    ReplyDelete
  4. Az da olsa tanıdık geldi bana bu hikaye. Çok güzeldi. :)

    ReplyDelete
  5. Merhaba PrettyinPink ve Pratik Anne,

    Yazimi begendiginize sevindim :)

    Merhaba Anonymous,

    Yazimi begendigine cok sevindim, guzel yorumun icin cok tesekkurler! Doktora sureci ve buradaki hocalardan bahsettigim bir yazi yazacagim ilerideki haftalarda (ayni zamanda doktora sinavlari yazim da geliyor:)

    Konsantre olmak gercekten basari icin sart olan bir kosul, bu konuda da yazi yazacagim yakinda, not aldim bir kenara.

    Merhaba zuspus,

    Hepimiz ayni yollardan geciyoruz aslinda, nerede olursak olalim.. Cok tesekkurler yorumun icin!

    Herkese sevgiler,

    Moonshine

    ReplyDelete
  6. Çok duygulandım,çok hüzünlendim...Ve bu hikayenin sonrasını deli gibi heyecanla bekliyorum...

    Başarmışsın Moonie,büyük bir başarı bu gurbette ayakta kalabilmek,hedeflerine ulaşabilmek.Kutluyorum ve nice güzelliklerin seni bulmasını diliyorum...
    ( Canım, bizim işyerinde blogundaki yorum tipine yorum yazamıyoruz,pop-uplara izin veriyor sadece,ben de burdan sana yolluyorum,atarsan yorum olarak sevinirim)


    --

    Delfina

    ReplyDelete