Sunday, November 29, 2009
Döndüm!
Saatlerce uçak yolculuğu, onlarca saat araba yolculuğu ve aştığım binlerce kilometreden sonra yine evimdeyim.. Sağ salim döndüm, çok şükür!
Bu hafta da çok yoğun geçecek. Ama yazacağım. Mutlaka! Yazmadan yaşayamam :)
Fotoğraf: Missouri eyaletinde gezdiğimiz Dogwood Canyon Doğa Parkı
Etiketler:
gunce
Saturday, November 21, 2009
Seyahatler
Yaklaşık bir hafta kadar blog'umdan uzak kalacağım. Önce Boston'a bir makalemi sunmaya gidiyorum, bizim alanımızın en büyük konferansında. Pazartesi sabahı 8:30da sunumum. Bana şans dileyin a dostlar :)
Salı akşamı Boston'dan Chicago'ya dönüyorum, ertesi sabah da Şükran günü tatili için 5 günlüğüne buraya 8 saat uzaklıkta bir yere gidiyoruz. Missouri eyaletinde.
Yani leyleği havada gördüm şu sıralar. Bakalım hayırlısı. Şu grip mevsiminde bu kadar seyahat edip sonra sağ salim Chicago'ya dönebilirsem iyi!
1 hafta sonra görüşmek üzere!
Sevgiler
Moonie
Salı akşamı Boston'dan Chicago'ya dönüyorum, ertesi sabah da Şükran günü tatili için 5 günlüğüne buraya 8 saat uzaklıkta bir yere gidiyoruz. Missouri eyaletinde.
Yani leyleği havada gördüm şu sıralar. Bakalım hayırlısı. Şu grip mevsiminde bu kadar seyahat edip sonra sağ salim Chicago'ya dönebilirsem iyi!
1 hafta sonra görüşmek üzere!
Sevgiler
Moonie
Etiketler:
gunce
Kaspar Hauser Bilmecesi
The Enigma of Kaspar Hauser (Jeder für sich und Gott gegen alle) - İlk defa Almanya'da yaşarken, Almancasından izlemiştim bu filmi. O zaman da epeyi etkilendiğimi hatırlıyorum. Aradan 8 sene geçmiş izleyeli, yine aynı şekilde etkilendim. Sessiz, sakin, hüzünlü bir film. İnsanı hayat hakkında düşünmeye itiyor.
Film, gerçek bir hikayenin uyarlaması aslında. 1828 yılında bir gün Almanya'da Nurnberg sokaklarında doğru düzgün yürümeyi beceremeyen, sadece tek bir cümleyi kekeleyerek söyleyebilen, şaşkın bir genç adam bulunur. Nereden geldiği bir muamma olan bu adam, adeta şokta gibidir. Farklılığı ve bir çocuk gibi şaşkın hareketleriyle herkesin dikkatini çeker Kaspar. Daha sonra anlaşılır ki Kaspar Hauser, o yaşına gelinceye kadar bir kilerde kapalı tutulmuş, hayatını yarı karanlıkta geçirmiş ve o güne kadar kendi babasından başka hiç kimsenin yüzünü görmemiştir!!
Bir insan, toplumun örf ve adetlerini, konuşmayı, kültürel kodları öğrenemeden büyürse neler olur? Ortaya çıkan, bizim bildiğimiz anlamıyla bir 'insan' mıdır? İnsanı insan yapan konuşma becerisi, muhakeme ve karşılaştırma yeteneği, uyduğu kültürel normlar olmadan, nasıl büyür bir çocuk? Herşeyi sıfırdan başlayarak öğrenebilir mi 25 yaşındaki bir insan? Toplumla ilişkisi nasıl olur? Nasıl uyum sağlar etrafına? Ne kadar acı çeker?
Kaspar Hauser'i oynayan Bruno S'in kendi hayat hikayesi de filmdeki rolüne çok uzak değil. 'Hayata baştan yenik başlayan insanlar' kategorisinde sayabiliriz bu oyuncuyu. Hayatı boyunca başta bir hayat kadını olan annesi olmak üzere bütün toplum tarafından dışlanan Bruno, yaşamının çoğunu akıl hastanelerinde geçirmiş. 3 yaşında annesi onu çok feci bir şekilde hırpalayınca geçici olarak sağır da olmuş. Galiba bu yüzden, rol yapıyor gibi değil de, kendini oynuyor gibi filmde. Kaspar'ın ta kendisini görüyoruz Bruno'da. İçimiz acıyor, merhamet duygusuyla sarsılıyoruz.
İnsanı düşünceler içinde bırakıyor film. Sinematografi çok güzel, özellikle filmin posterinde gördüğümüz sahne enfes. Benim 'iz bırakan filmler' listeme girdi bile.
Etiketler:
sinema
Tuesday, November 17, 2009
Kasım akşamı
Gün boyu dışarıda hem donuk, hem mat, beyaz bir kış mevsimi ışığı. Etraf sükunet içinde. Akşama doğru bir hüzün çöküveriyor insanın içine, saydam, tüle benzeyen bir sis iniyor sokaklara. Dışarıda tek tük yürüyen insanlar. Kasım akşamının karanlığı, aniden çöküveriyor şehrin üstüne. Hiç haber vermeden geliyor sanki, birdenbire basıyor şehri.
Elimde küçük bir fincan acı kahve. Diğer elimde bir kitap.
Kışın kapısında değiliz artık, çoktan eşikten geçtik, soğuk kollarıyla sarmalandık bile. Martın sonuna kadar uzanacak olan o uzun, buz gibi gecelere, kısacık günlere, ürperten ayaza, donuk kış güneşine merhaba dedik.
Hoşgeldin kış. Merhaba..
Elimde küçük bir fincan acı kahve. Diğer elimde bir kitap.
Kışın kapısında değiliz artık, çoktan eşikten geçtik, soğuk kollarıyla sarmalandık bile. Martın sonuna kadar uzanacak olan o uzun, buz gibi gecelere, kısacık günlere, ürperten ayaza, donuk kış güneşine merhaba dedik.
Hoşgeldin kış. Merhaba..
Etiketler:
gunce
Monday, November 16, 2009
Yeni bir kitap mimi
Sevgili Kitap Kurdu sobelemiş beni. Konu kitap ve edebiyat olur da hemen yazmadan durur muyum :)
1. Şu an okumakta olduğunuz kitap nedir? Kısaca konusunu anlatır mısınız?
Ben de Kitap Kurdu gibi tesadüftür ki bir Ayşe Kulin kitabı okuyorum şu sıralar. Veda adında. Konusu, Osmanlı'nın son demlerinde işgal altındaki İstanbul'da bir konakta yaşananlar, ilişkiler.. Olaylar benim araştırma alanım (19. yüzyıl sonu, 20. yüzyıl başı Osmanlı) dahilinde geçtiği için ilgimi çekti ve okumak istedim. Aslında Ayşe Kulin'in tarzını hiç bir zaman çok sevememiştim (Okuduğum kitapları Adı Aylin, Sevdalinka). Ancak bu kitap fena değil gibi. En azından keyifle okunan bir kitap olduğunu söyleyebilirim.
2. En son aldığınız kitap?
En son Türkiye'deyken internetten kitap alışverişi yapmıştım. Yaşar Kemal - Bin Bir Çiçekli Bahçe
3. Şimdiye kadar aldığınız kitaplar içinde en sevdiğiniz hangisidir?
Cevaplanması inanılmaz zor bir soru. Her kitabı, farklı sebeplerle, ayrı ayrı çok seviyorum çünkü. Bu soruya şöyle cevap vereyim. Son zamanlarda beni en çok etkileyen kitap, 'Saatleri Ayarlama Enstitüsü' oldu.
4. Bir türlü bitiremediğiniz, bitirseniz de sizi illallah ettiren kitap hangisidir?
Emile Zola - Therese Raquin - Bu kitabı inat edip okuyup bitirdim ama gerçekten içimi sıkıntılar basmıştı.
5. Elinizdeki kitap bitince okumayı düşündüğünüz kitap nedir?
Tarihçilerin Kutbu 'Halil İnalcık Kitabı' - Emine Çaykara
Bol okumalı günler diliyorum size!
1. Şu an okumakta olduğunuz kitap nedir? Kısaca konusunu anlatır mısınız?
Ben de Kitap Kurdu gibi tesadüftür ki bir Ayşe Kulin kitabı okuyorum şu sıralar. Veda adında. Konusu, Osmanlı'nın son demlerinde işgal altındaki İstanbul'da bir konakta yaşananlar, ilişkiler.. Olaylar benim araştırma alanım (19. yüzyıl sonu, 20. yüzyıl başı Osmanlı) dahilinde geçtiği için ilgimi çekti ve okumak istedim. Aslında Ayşe Kulin'in tarzını hiç bir zaman çok sevememiştim (Okuduğum kitapları Adı Aylin, Sevdalinka). Ancak bu kitap fena değil gibi. En azından keyifle okunan bir kitap olduğunu söyleyebilirim.
2. En son aldığınız kitap?
En son Türkiye'deyken internetten kitap alışverişi yapmıştım. Yaşar Kemal - Bin Bir Çiçekli Bahçe
3. Şimdiye kadar aldığınız kitaplar içinde en sevdiğiniz hangisidir?
Cevaplanması inanılmaz zor bir soru. Her kitabı, farklı sebeplerle, ayrı ayrı çok seviyorum çünkü. Bu soruya şöyle cevap vereyim. Son zamanlarda beni en çok etkileyen kitap, 'Saatleri Ayarlama Enstitüsü' oldu.
4. Bir türlü bitiremediğiniz, bitirseniz de sizi illallah ettiren kitap hangisidir?
Emile Zola - Therese Raquin - Bu kitabı inat edip okuyup bitirdim ama gerçekten içimi sıkıntılar basmıştı.
5. Elinizdeki kitap bitince okumayı düşündüğünüz kitap nedir?
Tarihçilerin Kutbu 'Halil İnalcık Kitabı' - Emine Çaykara
Bol okumalı günler diliyorum size!
Etiketler:
kitap
Friday, November 13, 2009
Shine
Haftaiçi bir geceydi. Ertesi gün saat 8de kalkmam lazımdı. Epeyi yorgundum. Saat ise geceyarısına yaklaşıyordu. Buna rağmen kocaman bir bardak Dunkin Donuts kahvesi eşliğinde bu etkileyici filmi izledik. (Hiç kahve içmeyen biri olarak Dunkin Donuts kahvesini neden bu kadar seviyorum bilmiyorum. Geceyarısı o kadar kahveyi nasıl içtiğim de ayrı bir merak konusu)
Filmin enfes müzikleri, dahilikle deliliğin birleştiği yerde gezinen renkleri, aile / anne baba ve çocuk ilişkilerine dair verdiği dersler, bir müzisyenin biyografisinin son derece başarılı bir şekilde kotarılması....vesaire.... bir yanda dursun da..
Asıl Geoffrey Rush'a edecek bir çift sözüm var benim: Geoffrey bey, Seni kınıyorum ve sana laflar hazırladım !!! Yahu bu kadar iyi rol yapınca, ben seni David Helfgott'un ta kendisi sandım!! Böyle iyi oyunculuk olur mu yahu, el insaf! Başka aktörlere yazık. En son Dangerous Liaisons'ta John Malkovich'i izledikten sonra kendisini her gördüğüm yerde ona 'Sayın Vikomt' ve 'Pek değerli Mösyö Valmont' diye seslenmek istemişliğim vardır. Kendisi o filmde Vikomt'u oynamamıştı da, onun ta kendisi olmuştu çünkü. İşbu filmde de Sayın Rush'a aynı şekilde 'Davidciğim yazık sana' diyesim geldi. Öyle etkilendim yani. Öyle böyle değil.
Uzun lafın kısası şiddetle tavsiye ediyorum efenim. İzleyiniz Shine'ı. Sonra da biraz Rachmaninoff dinleyip beni anın. Üzerine de bir Dunkin donuts kahvesi için, tam olsun! :)
Etiketler:
gunce
Monday, November 9, 2009
Bahai Tapınağı
Chicago'nun kuzeyinde, Wilmette adında bir kasabaya gezmeye gittik. Sonbaharın (muhtemelen) son güneşli ve ılık gününün keyfini çıkarmak için. Wilmette, Illinois göl kenarında, çok güzel küçük bir kasaba. Evlere, sonbaharın renklerine, sokaklara ve göl kenarındaki parklara hayran kaldık.
Wilmette, Kuzey Amerika kıtasının en büyük Bahai Tapınağı'na ev sahipliği yapıyor. Tapınak 1953te yapılmış ve tamamen dökme betondan. Üzerinde ise oyma işlemeler, süslemeler var. İçerisi ise bir cami / kilise karışımına benziyor. Bir kilisede görebileceğiniz koltuk düzeni ve sütunlar var ama yukarıda dev, işlemelerle süslü bir kubbe ve içinde de Arapça bir yazı var (Ya Baha'ul Abha - Baha'i dininde bir dua)
Baha'i dini çok yeni bir din sayılmasına rağmen, şu anda dünya üzerinde yaşayan yaklaşık 5 milyon Baha'i bulunuyor. Dinin kuralları İslam'a yakın ama Hz. Muhammed'in değil, 1817-1892 arasında yaşamış olan Baha'ullah'ın elçiliğine inanıyorlar. Baha'ullah İran'da yaşamış, ancak görüşleri İslam sapkınlığı olarak nitelendirildiği için önce Bağdat'a, sonra da İstanbul, Edirne ve Akka'ya (1868) sürgüne yollanmış. Tarih boyunca Bahailer, İran ve Mısır başta olmak üzere bir çok ülkede dini fikir ayrılıklarından dolayı zulüm görmüşler ve eziyet çekmişler. Bu yüzden İran'ı terkedip başka ülkelere göç eden Bahai sayısı çok fazla. (Bunların başında da ABD geliyor)
Bahai dini başka dinlere karşı toleranslı görünüyor. Bana biraz soyut ve ütopik gelse de, işte bunlar da bu dinin prensipleriymiş:
- İnsanlık aleminin birliği
- Gerçeğin bağımsızca araştırılması
- Bütün dinlerinin temelinin birliği
- Bilim ve dinin uyum içinde olmasının gerekliliği
- Kadın ve erkek eşitliği
- Her tür bağnazlığın terk edilmesi
- Evrensel zorunlu eğitim
- Evrensel barış
Ben tapınağı görene kadar bu dinin varlığını sadece Bahai olan bir arkadaşım sayesinde biliyordum. Şimdi biraz daha çok şey öğrenmiş oldum hakkında. Daha ayrıntılı bilgi için şu makaleye göz atabilirsiniz.
Etiketler:
gunce
Sunday, November 8, 2009
Thursday, November 5, 2009
Kadeh
Fotograf: mike9alive
Burası dalyan kahvesi
Ortalık süt mavisi
Apostol bu ne biçim meyhane
Tabağımda bir bulut
Kadehimde gökyüzü
Oktay Rifat
Burası dalyan kahvesi
Ortalık süt mavisi
Apostol bu ne biçim meyhane
Tabağımda bir bulut
Kadehimde gökyüzü
Oktay Rifat
Etiketler:
siir
Tuesday, November 3, 2009
Kütüphane sefası
Kütüphanedeyim. Tezimin üzerinde çalışırken, sessiz kütüphanede benimle birlikte o anda çalışmakta olan yüzlerce öğrenciyi düşünüyorum.
Bazen sıkılıyorum çalışmaktan, dinlediğim şu şarkıyı kütüphanenin her köşesine kocaman hoparlörler koyup, hepsine birden kablo bağlayıp çalasım, sesini sonuna kadar açasım geliyor. Bütün sıkılmış öğrenciler aynı anda bir müzikal filmdeki gibi hep birlikte ayağa kalkıp koreografik danslar yapsın, çılgınca eğlensin istiyorum.
Kendimi Dancer in the Dark'taki Selma gibi hissediyorum işte böyle anlarda.
deli miyim neyim :)
Bazen sıkılıyorum çalışmaktan, dinlediğim şu şarkıyı kütüphanenin her köşesine kocaman hoparlörler koyup, hepsine birden kablo bağlayıp çalasım, sesini sonuna kadar açasım geliyor. Bütün sıkılmış öğrenciler aynı anda bir müzikal filmdeki gibi hep birlikte ayağa kalkıp koreografik danslar yapsın, çılgınca eğlensin istiyorum.
Kendimi Dancer in the Dark'taki Selma gibi hissediyorum işte böyle anlarda.
deli miyim neyim :)
Etiketler:
gunce
Sunday, November 1, 2009
İran'ın yıldızı: Kiarostami
İran sinemasının gözbebeklerinden biri olan Abbas Kiarostami'nin iki filmini izledim geçtiğimiz bir kaç ay içinde.
İlki Close-Up. Kameranın, filmin ismiyle müsemma bir şekilde çok yakın plandan insanların yüzlerini çektiği, daha çok diyaloglar üzerine kurulmuş bir film. Sanırım Kiarostami insanların yüzlerini ve mimiklerini çok yakından kaydetmeyi çok seviyor. Bu filmde bütün oyuncular kendini oynuyor aslında.
Hüseyin Sebzian ortahalli bir memurdur. Ünlü İranlı yönetmen Muhsin Mahmalbaf'ın filmlerini çok sever, hiç bir filmini kaçırmaz ve bu yönetmene hayrandır. Bir gün otobüste giderken Mahmalbaf'ın hayranlarından biriyle karşılaşır ve ona kendisinin Mahmalbaf olduğunu söyler. O günden sonra da kendisini bu ünlü yönetmenin yerine koyarak onun gibi davranmaya başlar. Ve olaylar gelişir!
Yine Kiarostami'nin çok sevdiği bir teknik olan belgeselle sinemayı, gerçeklikle filmi karıştırma mevcut bu filmde de. Bir yandan gerçekliğin filmin içine nasıl ustaca örüldüğünü izliyor, bir yandan da bir insanın sinema sevgisinin derinliğine tanıklık ediyoruz. Eşsiz bir deneyim gerçekten!
İkinci filmimiz ise Chicago'daki İran filmleri festivali sırasında izlediğim, Kiarostami'nin başyapıtları arasında sayılan 'On' filmi. Filmde, adından da anlaşılabileceği gibi on küçük diyalog var. Tahran'da yaşayan, dul bir kadın taksi şoförünün arabasına binen insanlara, ve onlarla olan diyaloglarına tanık oluyoruz. Kiarostami bu filmde kamerayı, arabanın ön panelinin tam ortasına (torpido gözünün yanına) yerleştirmiş ve filmi öyle çekmiş. Bu zekice yöntem sayesinde, ortada bir kameraman ve yönetmen olmadığı için çoğu oyuncu kameranın varlığını dahi unutmuş ve film böylece belgeselimsi bir hava kazanmış. Bu sayede inanılmaz doğal oyunculukların olduğu, gerçek hayattan ayırt edilemeyen bir film izliyoruz. Sanki bu insanların yaşamına doğrudan ve gizlice bir tanık olmuşuz gibi. Hayatın değişik safhalarından geçen, bir çok değişik insan biniyor bu genç kadının taksisine: Kendi oğlu ve kızkardeşinden tutun da bir hayat kadınına ve yaşlı, dindar bir teyzeye kadar.. Bu insanlar aracılığıyla biz de İran'daki yaşama biraz da olsun şahit oluyoruz.
Filmin en çok etkilendiğim, bence en duygusal anı, aşk acısı çektikten sonra başını kazımaya karar vermiş genç bir kadının anlamlı bakışları ve utangaç sessizliğiydi. Bu sahne aklıma öylesine kazındı ki, uzun bir süre çıkacağını sanmıyorum. Bu sahne esnasında gözümden küçük bir damla yaş yuvarlandı aşağıya sessizce..
Kiarostami'nin diğer filmlerini de izleyebilmek dileğiyle..
Bol sinemalı günler!
İlki Close-Up. Kameranın, filmin ismiyle müsemma bir şekilde çok yakın plandan insanların yüzlerini çektiği, daha çok diyaloglar üzerine kurulmuş bir film. Sanırım Kiarostami insanların yüzlerini ve mimiklerini çok yakından kaydetmeyi çok seviyor. Bu filmde bütün oyuncular kendini oynuyor aslında.
Hüseyin Sebzian ortahalli bir memurdur. Ünlü İranlı yönetmen Muhsin Mahmalbaf'ın filmlerini çok sever, hiç bir filmini kaçırmaz ve bu yönetmene hayrandır. Bir gün otobüste giderken Mahmalbaf'ın hayranlarından biriyle karşılaşır ve ona kendisinin Mahmalbaf olduğunu söyler. O günden sonra da kendisini bu ünlü yönetmenin yerine koyarak onun gibi davranmaya başlar. Ve olaylar gelişir!
Yine Kiarostami'nin çok sevdiği bir teknik olan belgeselle sinemayı, gerçeklikle filmi karıştırma mevcut bu filmde de. Bir yandan gerçekliğin filmin içine nasıl ustaca örüldüğünü izliyor, bir yandan da bir insanın sinema sevgisinin derinliğine tanıklık ediyoruz. Eşsiz bir deneyim gerçekten!
İkinci filmimiz ise Chicago'daki İran filmleri festivali sırasında izlediğim, Kiarostami'nin başyapıtları arasında sayılan 'On' filmi. Filmde, adından da anlaşılabileceği gibi on küçük diyalog var. Tahran'da yaşayan, dul bir kadın taksi şoförünün arabasına binen insanlara, ve onlarla olan diyaloglarına tanık oluyoruz. Kiarostami bu filmde kamerayı, arabanın ön panelinin tam ortasına (torpido gözünün yanına) yerleştirmiş ve filmi öyle çekmiş. Bu zekice yöntem sayesinde, ortada bir kameraman ve yönetmen olmadığı için çoğu oyuncu kameranın varlığını dahi unutmuş ve film böylece belgeselimsi bir hava kazanmış. Bu sayede inanılmaz doğal oyunculukların olduğu, gerçek hayattan ayırt edilemeyen bir film izliyoruz. Sanki bu insanların yaşamına doğrudan ve gizlice bir tanık olmuşuz gibi. Hayatın değişik safhalarından geçen, bir çok değişik insan biniyor bu genç kadının taksisine: Kendi oğlu ve kızkardeşinden tutun da bir hayat kadınına ve yaşlı, dindar bir teyzeye kadar.. Bu insanlar aracılığıyla biz de İran'daki yaşama biraz da olsun şahit oluyoruz.
Filmin en çok etkilendiğim, bence en duygusal anı, aşk acısı çektikten sonra başını kazımaya karar vermiş genç bir kadının anlamlı bakışları ve utangaç sessizliğiydi. Bu sahne aklıma öylesine kazındı ki, uzun bir süre çıkacağını sanmıyorum. Bu sahne esnasında gözümden küçük bir damla yaş yuvarlandı aşağıya sessizce..
Kiarostami'nin diğer filmlerini de izleyebilmek dileğiyle..
Bol sinemalı günler!
Etiketler:
sinema
Subscribe to:
Posts (Atom)