Sunday, July 22, 2012
1Q84
Önce bu yazımı bir daha okuyun lütfen sevgili okuyucular.
O yazıyı yazdıktan sadece bir kaç gün sonra, bu romanda şu aşağıdaki paragrafı okudum: (İngilizce okuduğum için Türkçe çevirisini bulamadım kusura bakmayın)
Sayfa 685: Tengo, demanslı babasını hastane odasında ziyaret ederken düşünür:
'When he tired of reading aloud, Tengo sat there, gazing at the form of his sleeping father and trying to surmise what kinds of things were going through his brain. Inside - in the inner parts of that stubborn skull, like an old anvil - what sort of consciousness lay hidden there? Or was there nothing left at all? Was it like an abandoned house from which all the possessions and appliances had been moved, leaving no trace of those who had once dwelled there? Even if it was, there should be the occasional memory or scenery etched into the walls or ceilings. Things cultivated over such a long time don't just vanish into nothingness. As his father lay on his plain bed in the sanatorium by the shore, at the same time he might very well be surrounded by scenes and memories invisible to others, in the still darkness of a back room in his own vacant house.'
Şimdi söyleyin bana, ben bu adamın kitaplarını sevmeyeyim de ne yapayım? 'Aklımın diliyle kitap yazıyor' demiştim ya bir zamanlar, işte aynen öyle. Kendi düşüncelerimin yazılı halini okumak gibi, Murakami kitapları okumak benim için.
1029 sayfalık, okuduğum en uzun roman rekoruna ulaşan bu kitap bugün bitti. İçimde garip bir boşluk duygusu oluştu, ayrılmak zor geliyor.
Bir de, Murakami ile karşılıklı otursak saatlerce sohbet edebilirmişiz gibi hissediyorum.
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
No comments:
Post a Comment