Thursday, August 24, 2006

Beyoğlu'na "çıkmak", hikayeler, fotoğraflar





Boğaz köprüsünün üzerinden geçerken, hep kendimi denizin tam da o kadar üzerinde uçmakta olan bir kuş gibi hissediyorum. Özellikle içinde bulunduğum araç çok hızlı gitmekteyse, ve trafik de yoksa bu his katmerleniyor adeta. İstanbul'a her seferinde bir kez daha dönüp bakmamak elde değil o anda. Her seferinde yeniden aşık olduğum bu kente insanlar o kadar alışmış ki artık okumakta oldukları gazetelerinden dönüp bakmıyorlar bile o güzel yüzüne. Şaşırıyorum.

Yüzümü dolmuşun penceresinden içeri dolan rüzgara verip, elimdeki kitaba daha da sıkıca sarılıyorum. Türk edebiyatının bir çok ustasının eserlerinden derlenmiş minik bir kitap, adı "Beyoğlu Öyküleri". Hepsi kısa hikaye türünde, hepsinde Beyoğlu'nun o eşsiz ruhundan bir parça var. Ama aralarındaki hikayelerden en baştakinin, Sait Faik'in olanının en güzeli olduğunu farketmem uzun sürmüyor okudukça. Sait Faik'in hikayelerinin güzelliği sadeliklerinde ve gizli. Bu kitaba da "Tüneldeki Çocuk" adında bir hikayesini koymuşlar.




Bence Sait Faik hikayeleri Ara Güler fotoğraflarına benziyor. İnsan yaşamının kısa bir anını önümüze tüm sadeliği ve güzelliğiyle koyuveriyor ikisi de. İkisinde de hikayesi anlatılan ya da fotoğrafı çekilen insanın ruhunun derinliklerine bakıveriyoruz bir an için. Ara Güler'in de İstanbul ve Beyoğlu'nu ne kadar çok sevdiği ve "Bir daha dünyaya gelirsem tramvay olmak isterdim" sözleri geliyor aklıma, gülümsüyorum..


İstiklal Caddesi'nde henüz sabah serinliği hüküm sürüyor, o kalabalık ve karmaşık halini almamış. Caddede yürümeye başlıyorum, ağır ağır, hiç acelem olmadan. Gün ilerledikçe ve güneş daha da çok ısıttıkça kalabalık artıyor. Mağazalar. Gölge ve güneş ışığı. Sinemalar. Konsolosluklar. Yemek kokuları. Ara sokaklar. Etnik müzik melodileri havada. Bana "hello" diyen mağaza sahiplerine gülümseyerek "merhaba" diye cevap veriyorum.

Bu şehirde bir büyü var, evet, diyorum kendi kendime, insanlarında da, binalarında da, sokaklarında da. Bu şehir öyle yabana atılacak gibi değil.

Sokaklarda akan kalabalık içinde olmaktan aldığım enerjiyle yürüyor, yürüyorum. Şehrin atardamarlarından birinin içinde, o şehre güç ve hayat veren kan misali kıpkırmızı ve sıcak, akıyor olmak, mutlu ediyor beni.

Yazın sonlarına doğru sarı ve sıcak bir Ağustos gününde sevdiğim herkesle birlikte işte bu gücün ve enerjinin tadını çıkarmanın keyfi eşsiz. Gözlerimi güneşte uyuyakalmış bir kedi gibi mutlulukla sımsıkı kapatıyorum.



Şu anda dinlediğim: Pinhani - İstanbulda

4 comments:

  1. kaybetmeden kıymeti anlaşılamıyor çünkü maalesef...

    istanbulu'un da...

    ReplyDelete
  2. evet, hayatta her şey için olduğu gibi bu şehir için de böyle..

    ReplyDelete
  3. Anonymous3:35 PM

    Demir Özlü'nün Bir Beyoğlu Düşü'nü de katmak lazım,

    ReplyDelete
  4. Anonymous3:38 PM

    Demir Özlü'nün Bir Beyoğlu Düşü'nü de katmak lazım.
    Yukarıda site adresimi yanlış yazmışım. Tekrar eklemek zorunda kalıyorum.

    ReplyDelete