Wednesday, October 15, 2008

The Diving Bell and the Butterfly



'Dalgıç giysisi ve Kelebek'. Şiir gibi, senfoni gibi bir film. Çok acıtıyor. Biraz da ağlatıyor. Hikayesi çok derin ve anlamlı çünkü. İnsan ruhunun ta içine, derinliklerine bir bakış. Bizi insan yapan herşeyi 2 saatte gözler önüne seren bir şaheser.

Vücudunun her yanı felç olmuş, yalnızca tek bir göz kapağını oynatabilen bir adam nasıl yaşar? Neler yapar, çevresi ile nasıl iletişim kurar, neler düşünür, kendini hayata nasıl bağlar? Gerçek bir hikayeden uyarlanılmış bu Julian Schnabel filmi bize bu soruların cevaplarını veriyor. Ve sadece cevaplarını vermekle kalmayıp, bizi o adamın yerine koyuyor, hayata onun gözünden bakmamızı sağlıyor. Böyle bir hayat yaşamak durumunda kalmak nasıl bir şey olurdu? Filmde bunu görüyoruz.

Filmin dayandığı gerçek hikaye şöyle:
Fransız Elle dergisinin editörü Jean Dominique Bauby 1995 yılının soğuk bir Aralık gününde aniden ve bilinmeyen bir sebepten beyin kanaması geçiriyor. Girdiği komadan 3 hafta sonra vücudunun, sol gözü dışında bütün her yeri felç olmuş olarak uyanıyor. Çok çok nadir olarak görülen bu duruma 'locked-in syndrome' yani 'kendi vücudunun içinde kilitli kalma sendromu' deniyormuş. Çoğumuz için en kötü kabuslarımızdan daha da kötü bir duruma eşdeğer aslında. İnsan beyni çalışıyor ve aktifken, vücudunun hiç bir yerine hakim olamamak..

Jean-Do, ilk başlarda cehennemi yaşıyor gibi hissediyor. Adeta ağır bir dalgıç giysisinin içinde hapsolmuş gibi çaresiz hissediyor kendini, çok doğal olarak ölmek istiyor. Ancak zamanla kendi deyimiyle 'kendine acımayı bırakıyor' ve kaybetmediği en güçlü varlığının hayalgücü ve zekası olduğunu farkediyor. Konuşma terapisti ile
oluşturdukları özel bir sistemle dış dünyayla iletişime geçiyor. Sadece tek gözünü kırparak diyaloglar kuruyor, sorular soruyor, cevap veriyor. Onun 'kelebek' dediği de hayalgücünün sınırsız ufukları zaten. Dalgıç giysisi ne kadar ağırsa, kelebek de bir o kadar hafif ve uçucu. Kelebeği sayesinde hayal edebildiği her yere gidebiliyor, hayal ettiği her şeyi yazabiliyor. Ve yardımcısı sayesinde sadece tek gözünü kırparak yaşam öyküsünü yazıyor. (Fransa'da ve dünyanın çoğu yerinde en iyi satan kitaplar listelerine girmiş bu kitabın adı da 'Le scaphandre et le papillon' (Dalgıç giysisi ve kelebek)

İnsanın en dayanılmaz sandığımız durumlara bile nasıl uyum sağlayabildiğine bir örnek bu öykü. İnsanın azmedip hayata bağlanınca neler yapabileceğinin, en aşılmaz engelleri bile aşabileceğinin gerçek kanıtı. Böylesine anlamlı bir hikayeye oturtulmuş, böyle başarılı filmler çok nadir bulunuyor günümüzde. Şiddetle tavsiye ediyorum.


4 comments:

  1. bu filmi izlerken aklımın bir köşesine, içimdeki deniz (mar adentro) filminden ramon sampedro gelip yerleşmiş idi. o film de gerçek yaşam öyküsünü anlatan bir kitaptan uyarlama idi yanlış hatırlamıyor isem. felçli bir dalgıcın "ötenazi" talebi üzerineydi. ve filmin bir yerinde ramon şöyle haykırıyordu gözyaşları içinde: "ben neden ölmek istiyorum?". bu iki filmi mukayese ederken hep hayatın bizim algımızdan ibaret olduğu gerçeğiyle yüz yüze geliyorum.. benim için enteresan bir karşılaşma olmuştu içimdeki denizi izledikten sonra kelebek ve dalgıç'ı izlemek..

    ReplyDelete
  2. Evet, benim de aklima "Mar Adentro" geldi hemen..Ve Javier Bardem'in oradaki mukemmel oyunculugu. Zaten konu olarak da bu iki film birbirine cok benziyor, ama sanirim orada Javier Bardem konusabilmesine ragmen olmek istiyor, yasami reddediyordu. Jean-Do ise sadece bir gozunu kirpmasina ragmen yasama tutunuyor, en azindan kitabi yayinlanana kadar.

    Surasi kesin ki iki film de harika :)

    ReplyDelete
  3. Ben de bu filmi yazacaktim blogumda, biraz yazdiktan sonra draftta kaldi oylece alti aydir. Cok guzel bir film kesinlikle. Ben "icimdeki deniz'e" nazaran bunu daha cok sevdim, bunda her turlu duygu ozellikle yasama sevinci ve istegi daha baskindi, belki o yuzden. Bir yani batsa da diger yaninda kelebekler ucusuyordu hastamizin. Filmde en utumadigim sahne ise, eşinin telefonda kocasi ve kocasinin sevgilisi arasindaki tercumanligi. Ask'in emekle ve sevgiyle hic alakasi olmadigini gosteren cok gercekci bir sahneydi.

    ReplyDelete
  4. Merhaba nurvenur,

    Evet ben de kesinlikle bu filmi cok daha yapici ve umut dolu buldum. Bahsettigin sahne ise bayagi huzunlu bir sahneydi bence. Ama hala iddia ediyorum ki ask emek ve sevgiyle buyur. Filmlerde olur ancak boyle sebepsiz asklar hehe :)

    ReplyDelete