Saturday, May 22, 2010

Almak, nereye kadar?


Modern yaşamın ve kapitalizmin bize dayattığı en büyük 'zorunluluk': Almak, satın almak.. Daha çok aldıkça kendimizi daha iyi hissedeceğimiz yanılgısına kapılmak, eşyalarımızın ve sahip olduğumuz bütün nesnelerin bizi mutlu edeceğı sanrısında kaybolmak. Biriktirmek, yığmak, toplamak, almak, daha çok almak...

Halbuki yaşamımız almak değil vermek üzerine kurulu olsa ne kadar daha huzurlu olacağız, mutlu ve keyifli kalacağız, farkında bile değiliz.. Zamanımızı, eşyalarımızı, paramızı, sahip olduğumuz bütün herşeyi, hatta en çok ihtiyacımız olduğunu düşündüklerimizi bile verebilsek kolayca, gönülden, içten..

Bir yerlere bağışlamak, fakirlere vermek için en sevmediğimiz, hiç giymediğimiz kıyafetleri, asla okumadığımız kitapları değil de, en sevdiğimiz kitabı seçebilsek mesela.. Bize en çok yakıştığını düşündüğümüz gömleği.. Özgürleştirsek kendimizi, nesnelere olan bağlarımızdan, bağımlılığımızdan kurtulsak ve her nesnenin özünde aynı ve yüzeysel olduğunu keşfetsek.. Asıl önemli olanın, güldürdüğümüz yüzler, hayatını kolaylaştırdığımız insanlar ve bu dünyada yarattığımız fark olduğunu farketsek.

'Asıl anlamlı ve zor olan, karşındakinin ihtiyacı olduğunu düşündüğün şeyi değil, senin en çok ihtiyacın olan, onsuz yaşayamayacağın şeyi verebilmektir.' demişti bir yazar. Bizim için en değerli, vazgeçilemez olduğunu düşündüğümüz ve ölesiye sahiplendiğimiz ne varsa, işte o eşyayı birisine verebildiğimiz anda, iç özgürlüğüne kavuşmuş oluyoruz. 'Bir lokma bir hırka' yaşayan dervişler gibi, bu dünyadaki bütün bağımlılıklarımızdan sıyrılıyor, kuşlar gibi hafif oluyoruz.

Bunları yazan ben de, tabii ki, mükemmel değilim ve hala bir çok eşyaya bağımlılığım var. Özellike teknolojik aletlere (iphone, ipod, Macbook) ve kitaplar.. Ama kendimi frenlemeye, bağımlılığımı törpülemeye, daha çok satın almamaya ve halihazırda sahip olduklarımın çoğunu da vermeye, bağışlamaya çalışıyorum.

Hemen bugün etrafınıza bakın: Sahip olduklarınız, vazgeçilmez mi? Hemen bugün, bir şey satın almak yerine, bir bağış yapın. Birilerini sevindirin. Satın alacağınız o lüks çantanın parasını, bir vakfa bağışlayın. Ondan sonra da kendinize sorun: Ölüm döşeğinizde geriye baktığınızda, 'o çantayı keşke almış olsaydım' diye sorar mısınız kendinize? Yoksa güldürdüğünüz bir kaç kimsesiz çocuğun gülümsemesi mi olur aklınızda?

Haydi hep birlikte soralım kendimize: Almak, nereye kadar?



4 comments:

  1. Oğuzhan8:12 AM

    Bağış yapmak güzel bir şey kuşkusuz. Özellikle eğitimle ilgili derneklere bağış yapılması gerektiğini düşünüyorum ben kişisel olarak.

    Ama...

    Şunu da sormamız gerek kendimize: Bağış yapmak, nereye kadar? Belki de olay bağışa muhtaç bırakmamaktadır.

    ReplyDelete
  2. Birilerinin mutluluğu bizim mutluluğumuz olmalı, tamamen tüketim toplumu olduk, ancak hep kendimiz için...Bu da psikolojik sorunlara neden oluyor. Doyumsuzluk, baş gösteriyor. Dikkat ettiğimizde minimalize yaşayan toplumların daha mutlu olduğunu görürüz.

    Ancak, neredeyse her yardım kurumundan da darbe aldık.

    ReplyDelete
  3. Oguzhan,

    Tesekkurler yorumunuza. Tabii ki insanlarin bagislara muhtac kalmadigi bir dunya, ideal senaryo. Ama biliyoruz ki gercekler maalesef oyle islemiyor dunyamizda :(

    Merhaba Oznur Durusoy,

    Yardim kurumlari konusunda katiliyorum sonuna kadar (magdurlardan biri olarak) Sanirim mumkun oldugunca kendimiz dogrudan yardim etmeliyiz insanlara, bildigimiz, tanidigimiz yardima muhtac olanlara. Etrafimiza soyle bir bakarsak o kadar cok bulabilecegimizden eminim ki.


    Sevgilerle,


    Moonie

    ReplyDelete
  4. öznur Durusoy8:11 AM

    Ben de artık emin olarak, duyduğum kişiye güvenim varsa , elimden geldiğince yardımcı olmaya çalışıyorum. Ayrıca da yazılarınızı çok beğendiğimi söylemek isterim.
    Sevgiler

    ReplyDelete