Sunday, December 17, 2006
Güzel şehirde bir hafta
Türkiye'ye dönüşümün en güzel yanlarından biri: Tatlı mandalinalar:) Buradaki meyvelerin tadı gibi lezzetli olmuyor, hiç bir yerde!
Bu sene doğumgünü kutlamalarım hiç bitmeyen bir şenliğe dönüştü sanki! Önce Amerikalı arkadaşlarım bana sürpriz bir doğumgünü brunch'ı düzenlemişlerdi, daha sonra Chicago'da güzel bir Türk restoranı olan Turquoise'da Türk arkadaşlarımın düzenlediği brunchta tıkabasa yiyip içtik, eğlendik, ve en son olarak geçen hafta sevgili halamın evinde güzel bir yemekten sonra yine sürpriz bir şekilde gelen maytaplar ve mumlarla süslü frambuazlı doğumgünü pastamla birlikte 3. kutlamayı da yapmış olduk! Ve ben Aralık ayını neden bu kadar çok sevdiğimi tekrar anladım:) Dostlarımı çok seviyorum.
Güzel şehirde bir hafta akraba ziyaretleri ve eski dostları görmekle geçti. İstanbul'un temposuna yetişmek zaten mümkün olmuyor hiç bir zaman. Bir kaç güne sayıları çok fazla olan onlarca akrabayı görmeyi sığdırmaya çalışınca da yorucu oluyor buradaki günler, ama tabii bir o kadar da keyifli.
Tatilde ve Türkiye'de olmanın bütün bunların dışında getirdiği güzellikler:
- Simit yemek ve ayran içmek
- Sabah erkenden kapıya gelen taze süt ve gazeteler
- Kafam yapılması gereken işlerle ve yazılacak makalelerle dolu olmadan rahat, sakin bir kahvaltı edebilmek
- Televizyon izleme yeteneğimi kaybetmiş olduğumu farketmek: Maksimum 30 saniye dayanabildiğim televizyonda gündüz Esra Ceyhan eşliğinde aerobik yapmaya çalışan şişman ev kadınlarına, gece de hepsi birbirinden daha saçma dizilere kahkahalarla gülmek, bir 30 saniye daha sonra televizyonu kapatmak
- Sevdiğim insanlarla kahvaltı etmek: Pazar günü güneşli bir hava eşliğinde adalara karşı keyifli aile (ya da sülale de diyebiliriz akraba çokluğundan) brunch'ı.
- Anneannem ve babaannemle keyifli sohbetler, hasret giderme.
- Gezip gördüğümüz Kadıköy Kitap Fuarı ve tabii ki yine dayanamayarak aldığım kitaplar, özellikle de çok başarılı bulduğum 'Tematik Türk Şiiri Antolojisi'.
- Halamın kendi açıp yaptığı üzeri naneli, pul biberli, dünyanın en lezzetli mantısı.
- İstanbul sokaklarında 'The Cure' dinleyerek dolaşmak, amaçsızca yürüyebilmek.
- Dünyalar tatlısı sokak kedileri, İstanbul kedileri.
- Annemin yayla çorbası.
İzlediğim film: Uğur Yücel'in yönettiği, gerçekten çok başarılı bulduğum 'Yazı-Tura'. Türk sinemasının geleceği hakkında çok umutluyum, zaten son yıllarda bir patlama yaşanıyor bu sektörde Türkiye'de. Ayrıca Olgun Şimşek'in oyunculuğunun ne kadar başarılı olduğunu da farketmemi sağladı bu film.
Okumayı bitirdiğim kitap: Mahrem - Elif Şafak. Yazarın okuduğum kitaplarının arasında Pinhan'dan sonra en güzeli diyebilirim. Gözlemler, anlatım tarzı, üslup, hepsi gerçekten mükemmel. Hep Türkçe yazmalı bence Elif Şafak, kendi dilinde yazdığında ifade yeteneği çok daha güçlü, çok daha etkileyici oluyor çünkü. İstanbul'da bir kitapçıdan diğer Türkçe romanını, 'Şehrin Aynaları'nı da aldım.
Time dergisi, 'Yılın insanı' kategorisinde bu yıl bizi, yani internet kullanıcılarını seçmiş! İnternet kullanıcıları, yani bloglar yazıp, Youtube'a videolar ekleyip, fotoğraflarını internete yükleyenler: İnternet'in içeriğini genişletip bu bilgi okyanusuna bir kaç damla olarak dahi olsa katkıda bulunanlar. Oturup televizyona boş boş bakmak yerine bir şeyler yaratıp bunu dünyadaki diğer bütün insanlarla paylaşma çabasıyla internete ekleyenler.
İtiraf ediyorum ki daha önceki yüzyıllarda değil de şimdi, işte bu bilgi çağında yaşamak beni çok mutlu ediyor. Bilginin ve iletişimin parmaklarımın ucunda ve bu kadar kolay erişilebilir olması, yaşamı çok daha yaşanabilir kılıyor. Ben de tüm internet kullanıcılarını kutluyorum buradan, bütün kusurlarına ve eksiklerine rağmen yine de hepimizi bir araya getiren ve neredeyse bütün farkları ortadan kaldıran eşitlikçi, paylaşımcı, özgür bir ortam yaratabildiğimiz için.
Güzel şehirde bir hafta bitti, Çarşamba yine yolculuk var: Bu sefer Afrika kıtasına! Yola çıkmadan önce bir kez daha yazacağım umarım.
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
Mondschein, enjoy the yummy portakal...I mean, borto'an ;->
ReplyDeleteBazzupt!
:) Actually, it's a tangerine (mandalina in Turkish)
ReplyDeleteبالضبط !!! :)
uf uf, cok kiskandim :(
ReplyDeleteCanim ya bak uzuldum simdi:(
ReplyDeleteSeninle de gezeriz yazin insallah, napalim saglik olsun da.
Yeah, I took poetic license with the citrus, as I didn't know how to say tangerine (not someone from Tangier, mind you) with an Egyptian accent...
ReplyDeleteBoth fruits have, well, a-ppeal.
bide sürekli istanbul'da olup gün be gün ellerinden kayıp gidişini izlemenden daha güzel, buraya özlemle geri dönüp bıraktıklarına sarılmak..
ReplyDeletepaşam ilk defa giriyorum bloguna ve bana bile böyle bir cümle kurdurduğuna göre gerçekten bu hobinde başarılısın. öpüyorum seni
kuzenin sero:)
Memlekette olmak gercekten guzel vesselam. Ben de uzun zamandir taze yesil biber, turp, adam gibi domates, kokusu olan nane, parmaklari isirtan patlican receli vs. vs. yemedigimi farkettim uzun zamandir... Tabi Cukurova kisin kendini insanina daha taze ve comert sunuyor, onun da ayri bir avantaji var. Memlekette kisin olmak da guzel yani. Darisi her seneye diyelim.... Yazilar ve duygular ayni berraklik ve samimiyetle akiyor blog'unda Esra'cim.
ReplyDeleteAlla-tiyessirlek. (Bu da Suriye lehcesi --الله ييسر لك)
Misir'da bol eglenceler...
Serocum cok tesekkurler guzel yorumlarin icin:) Ben de optum kuzu.
ReplyDeleteMehmetcan, cok tesekkurler, yazilarimi begendigine sevindim:) Dun Misir'dan dondum, orayla ilgili izlenimlerimi de yazcam yakinda. Cok selamlar, sevgiler.