Tuesday, April 7, 2009
Marie Antoinette
Sınavımın bittiği haftasonu şöyle görsel açıdan güzel, kafamı fazla yormayacak bir film izleyeyim dedim. Bir dönem filmi olan Marie Antoinette'i izledik böylece. Film görsel açıdan enfes, buna şüphe yok. Dönem kostümleri, Versailles Sarayı, o görkemli atmosfer inanılmaz bir başarıyla yansıtılmış. Marie Antoinette'le ilgili tek bildiğim şey açıkçası şımarık bir kraliçe olduğu ve 'Ekmek bulamazlarsa pasta yesinler!' gibi boş bir laf ettikten sonra başının giyotinde incecik boynundan ayrıldığıydı. Bir Avusturyalı olduğunu, Fransız sarayında yalnızlık çektiğini ve mutsuz bir hayatı olduğunu hiç bilmiyordum.
Aslında film bir şeyi çok iyi hissettirdi bana: Kraliçenin onca saten kumaş, kurdeleler, kadifeler, mücevherler, çikolatalar, makaronlar, çilekler, şampanyalar, pastalar ve pembe güller arasında hissetiği boğulmayı ve yalnızlığı. Sarayın nasıl gereksiz törenler ve katı hiyerarşiler dolu bir yer olduğunu. Kirsten Dunst önce çocuksu ve masumane, daha sonra ise can sıkıntısından bir lüks düşkünü haline gelen kraliçeyi iyi canlandırmış. Dönem filmi olmasına rağmen kullanılan punk-rock müzikler de kulağımı tırmalamadı hiç, aksine çok ilginç ve güzel olmuş bence.
Ancak bu film bana şunu hatırlattı ki ben Sofia Coppola'nın filmlerinde cidden sıkılıyorum. Lost in Translation'da da böyle olmuştu, uzun ve temposu ağır gelmişti. Bunda da iki saatlik film sanki geçmek bilmedi, bir devamlılık ve süreklilik yoktu ve sanki kraliçenin hayatından değişik dönemlerin kesitleri birbirine yapıştırılmış gibiydi. Görsel olarak çok beğenmeme rağmen kurguda ve oyunculuklarda vasatın üzerinde bir performans göremedim.
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
No comments:
Post a Comment