Fotoğraf: Coyote Jack
Sene 1996. Bir bahar sabahı, hava güzel İstanbul'da. 14 yaşımın hayalperestliği başımda. Bir okul günü sabahı, her zamanki gibi formamı giyiyor, kahvaltımı edip evden çıkıyorum. Orta Üç'teyim ve o günün akşamında okul arkadaşlarımla birlikte Kapadokya'ya gideceğiz, trenle. O gezi beni o kadar heyecanlandırıyor ve mutlu ediyor ki. Babam bana yolda dinleyeyim diye ilk Walkman'imi almış, Sony. Walkman'ime hangi müzikleri koyup yolda dinleyeceğimi düşündükçe seviniyorum.
O gün babam beni okula gitmem için minibüs durağına bırakıyor. Beyaz arabamızı kullanan babamın köşeyi dönerken 'dat!' diye son bir 'görüşürüz Moonie!' kornası çaldığını duyuyorum
En son hatırladığım şey, okulun önünde minibüsün merdivenlerinden aşağıya doğru indiğim.
GÜM! Sonrası sonsuz ve korkunç bir beyazlık. Aslında çok korkunç olduğu belli değil ilk başta. Bembeyaz ve her tarafımı saran bir sis sadece. Sis içinde bir o yana, bir bu yana savruluyorum. Nerede olduğumu, ne yaptığımı bilmeden. Ne garip, hep simsiyah olacağını düşünürdüm baygınlığın, ama bembeyazmış diye düşünüyorum.
Neden sonra, sisler dağılıyor. Her taraf hala bembeyaz. Ama farklı bir beyazlık bu. O da ne? Bir yerde yatıyorum, tepemden beyaz tavanlar geçiyor. Etrafımda birileri konuşuyor sürekli. Neredeyim, neredeyim? Garip bir ürperti alıyor içimi.
'Neredeyim ben?'
'Korkma, bir trafik kazası geçirdin...'
???????
Kafamı biraz kaldırıyorum. Bir sedyedeyim, üstümde kan damlaları. Okul gömleğim ve eteğim üzerimde. Etrafımda hemşireler, tanımadığım insanlar. Sedye bir yerlere gidiyor habire. Tekrar sislerin içine dalıyorum.
Babam ve annem geliyorlar bir ara. Gözümü açıp onları görüyorum ama sarhoş gibiyim. Ne söyleyeceğimi bilmiyorum, konuşacak kelimeleri bulmakta zorlanıyorum. 'Yoldan karşı karşıya geçerken hızlı bir araba çarpmış' diyor birileri bir yerlerde.. Önce havaya fırlamış, sonra yerlerde sürüklenmişim. Ben neden bunların hiçbirini hatırlamıyorum?? Şaşkınım sürekli.
Kaza okulun kapısının tam karşısında olmuş, okul müdürü gelmiş ve benle konuşmuş bir ara. Ben sürekli 'babamı istiyorum' diye sızlandığım ve ağladığım için bana 'Moonie kızım, üzülme, o birazdan gelecek, hem ben de senin baban sayılırım' demiş ve teselli etmeye çalışmış beni, ben de 'Ama ben gerçek babamı istiyorum!' diye daha da çok ağlamaya başlamışım. Hiçbirini hatırlamıyorum.
Annemle birlikte röntgen çekilen odaya götürüyorlar bizi. Her harekette ayrı bir sancı saplanıyor vücuduma. Kalça kemiğim kırılmış. Hani şu kalçaların altında yarım daire gibi olan ince iki kemikten biri. Yeri dolayısıyla alçıya da alamıyorlar. Röntgenim çekiliyor bin bir güçlükle.
Bir ara babaannem geliyor, bana petibör bisküvilerden yedirmeye çalışıyor. İstemiyorum, midem bulanıyor. Tam o sırada bir doktor geliyor ve burnumun kırılıp kırılmadığını anlamak için burnumu bir sağa, bir sola, yukarı ve aşağıya doğru çekiyor. Müthiş bir acı...Gözlerimden yaşlar boşanıyor.
Bir çok muayeneden ve testten geçiyorum. İlk gün beyin travması olup olmadığını anlamak için ağrı kesici verilmeyeceğini söylüyorlar. Nasıl vermezsiniz? diye bağırmak istiyorum, yutkunuyorum. Her hareket ettiğimde bacaklarıma ve kalçama sivri bıçaklar saplanıyor gibi çünkü.
Ambulansa bindiriyorlar beni sedyeyle. Sağ tarafıma dönmüş başım. Ambulansın masmavi bir perdesi var. Arasından dışarı bakmaya çalışıyorum. Yok, olmuyor. Perde o kadar sımsıkı kapalı ve iliklenmiş ki metale, bir türlü dışarıya bakmak mümkün değil. Biraz mavi gökyüzü görsem iyi hissedeceğim kendimi, ama yok, bir türlü açamıyorum perdeyi. Klostrofobik bir baskıyla daralıyor göğsüm. Bir an önce çıkmak istiyorum dışarı.
Eve geliyoruz, üst kata çıkarılıyor sedye. Yatağıma yatırıyor beni annem. Annem şokta, annemin yüzü bembeyaz. Okul eteğim öylesine sıkışık ki, beni acıdan bağırtmadan çıkarmak öylesine imkansız ki, yengemle birlikte ikisi, makasla kesip ancak öyle çıkarabiliyorlar eteğimi.
O gece, ağrı kesicisiz bir gece. Başı sonu olmayan, simsiyah, korkunç, sancılı bir gece. Sırtüstü uyumam gerekiyor, yana dönemiyorum. Sırtüstü uyuyamıyorum. Ne tarafımı kıpırdatsam ağrılar saplanıyor, uyuyamıyorum. Ağrılardan inliyorum bütün gece, ağlıyorum. Odamdaki dert ortağım, benimle birlikte uyumayan canım anneannem. Yerde yatıyor, yer yatağında, benim için bizde kalıyor. Bütün gece, ben inledikçe o 'Ah yavruum' diye cevap veriyor. Bazen o da benimle birlikte ağlıyor gecenin karanlığında, boğuk hıçkırık seslerinden anlıyorum. Uyuyamıyorum.
O gece ve ondan sonraki 1 ay boyunca çıkamadım yataktan. Tuvalete gitmek için bile çıkamadım. Anneannem bir ay boyunca benimle aynı odada kaldı, annem ve babam işteyken bile dert ortağım olarak yanımda oldu. Yepyeni walkman'imi ise bir ay boyunca yatakta dinlemekmiş kısmet, bilemezdim!
Bana çok fazla şey öğretti bu deneyim. İnsanın iki ayağı üzerinde durmasının bile ne büyük bir mucize olduğunu mesela. Kimseye muhtaç olmadan odanın bir tarafından diğer tarafına gidebilmenin bile ne büyük bir nimet olduğunu. Sabrı ve metaneti. Acısız ve ağrısız geçen bir dakikanın bile ne kadar kıymetli olduğunu.
'Yatalak hasta' kavramını yaşayınca anlıyor insan. Öğrendim ki, yatağa mahkum bir insanın bambaşka bir dünyası varmış ve 'sağlıklı insanların dünyası'yla arasındaki sınır, o yatağın 2 metrelik kenarından ibaret, küçük görünen ama devasa bir duvarmış. İnsan bir kez öte taraf düştü mü, nasıl çaresiz hissedermiş kendini, öğrendim.
Bir ay sonra hastanede ilk defa ayağa kalkınca, insanın yürümeyi ve yerçekimi kuvvetlerini bile unutabileceğini öğrendim. Titrek bacaklarımın üzerinde ilk adımlarımı atarken, kendimi yürümeyi ilk defa öğrenen bir bebek gibi hissettim. Aciz ve zayıf..
Tamamen iyileştikten sonra, hayatımın sonuna kadar, aldığım her sağlıklı nefes için Allah'a şükretmeye karar verdim. Başka insanların kafalarına taktığı çoğu küçük soruna, negatif insanların davranışlarına ve sözlerine, küçük hesaplarına, başarılı insanları çekemeyen, sürekli laf sokmaya çalışan kıskanç ve kompleksli insanların tavırlarına...Hepsine gülüp geçebilmeyi öğrendim. Gerçekten önemli olan şeyler başkaydı çünkü. Gerçekten önemli olan şey, 'bir nefes sıhhat'ti ve hep öyle kalacaktı.
Ölüme en yakın olduğum andı işte o beyaz sisler.. Ölmüş de olabilirdim. ama yaşıyordum, henüz 14 yaşındaydım ve önümde daha dolu dolu geçecek nice yıl vardı. Yaşıyordum, önemli olan da buydu.
14 yaşımda bir kaza geçirdim, ve ondan çok şey öğrendim.
tüylerim diken diken oldu,sabah vedalaşıp gidiyoruz,akşama ne olacağımız belli değil...
ReplyDeleteÇok küçükmüşsün Moonie,o ufacık bedeninde yaşadığın acılara karşı ailen kendini nasıl çaresiz hissetti kimbilir...Çocukları ızdırap içinde ama elden ne gelir,ne gelir :(
Çok geçmiş olsun Moonie,Allah başka acılar yaşatmasın.Allah'a emanet olasın ta okyanuslar ötesinde...
Çok geçmiş olsun diycem ama geçmiş çok şükür:) Böyle bir kaza atlatmadım ama her hastalığımda sağlığın kıymetini anlayıp sağlıklıyken neden bolca şükretmediğimizi düşünüp üzüldüm. Herşey sağlıklıyken güzel.Fakat bazen kötü görünen olaylarda da güzel birsürü yan bulunabilir. Seninde hayata bakışın bu kaza sayesinde yaşından çok daha olgun olmuş.Allah tüm kaza ve belalardan korusun bizi ve sevdiklerimizi. Sağlıkla kal...
ReplyDeleteBen de boyle bir kaza gecirdim inanir misin! Tam okula girmek icin karsidan karsiya gecerken bana da araba carpti. Lise 2'deydim sanirim. Ben ne havalandigimi ne arabanin on kaportasina dustugumu ne de oradan yere savruldugumu hatirliyorum. Bayilmamistim da ama bunlari hic hatirlamiyorum. Arkadaslarim soylemisti sonradan boyle boyle oldu diye. Belki de bana carpan araba yavas gidiyordu, o yuzden hicbir tarafim kirilmadi. Sadece bacagim biraz sekiyordu, hatta hastaneye gidelim ic kanama olabilir filan diye konusuluyordu, ama o kadar korkmustum ki hicbir yere gitmek istememistim. Ne sacma aslinda, o an ic kanama geciriyorsam ne olacak?!? Kimse de zorlamamisti beni goturmek icin.. Neyse ki birsey olmadi.. "Near death experience" sayilmaz benim ki ama yine de korkutucuydu. Bir an varsin, bir an yoksun. Insan keske bunu zihninin bir yerlerine itmeden, bu fikir hep aklinin bi kosesinde kalarak yasayabilse.. Hersey cok fakli olurdu o zaman..
ReplyDeleteçok zor bir tecrübe yaşamışsın. geçmiş olsun diyorum. umarım bir daha böyle bir acı yaşamazsın.
ReplyDeletesevgiler.
Frida'nin kazasini hatirladim okurken. Allah'tan omur boyu seni etkileyecek bir etkisi olmamis kazanin. Her ne kadar olgunlastirici etkisi olsa da boyle kazalardan uzak olmamiz dilegiyle..
ReplyDeleteDelfinacim, cok tesekkur ediyorum. Evet herhalde en cok zorlugu annem ve babam yasadi bu surecte. Gercekten insan cok buyuk dersler aliyor ama boyle olaylardan, hayata dair, herseye dair. Sen de Allah'a emanet ol canim.
ReplyDeleteIsil, evet cok sukur geceli 13 yil oldu, ama beni ve hayatimi boylesine etkileyen bir olay oldugu icin yazmak istedim. Gercekten de hayata bakisimi etkiledi ve sagligimin degerini cok daha iyi anladim :)
Zsa,
Hepimizin basina gelebilecek olan bir sey oldugu icin paylasmak istedim ben de sizinle zaten. Zaten Turkiye'de yasayan neredeyse herkes bir sekilde kenarindan kosesinden bir trafik kazasina bulasmistir herhalde. Hasarsiz atlattiginiza cok sevindim. Ben de kesinlikle bu "dunya uzerinde gecici oldugumuz" dusuncesinin surekli aklin bir yerlerinde tutulmasindna yanayim.
Sera,
Cok tesekkur ederim. Cok zordu ama cok da ogretici oldu aslinda. Insan hayatinda en cok bu gibi donemlerde ogreniyor, olgunlasiyor.
Nurvenur,
Cok tesekkurler, evet cok sukur iyilestim ve kalici bir sakatlik olmadi. Yasimin kucuk de olmasi geregi 1 ay sonra neredeyse tamamen iyilesmistim.
Evet, herkesin boyle olaylardan uzak kalmasi dilegiyle..
Sevgiler
Moonie