Tuesday, April 7, 2009
Siyah Süt
Pazar günü başlamıştım, bu akşam bitirdim. Ne güzel yazmış yine Elif Şafak. Ne acımasızca ve dürüstçe didiklemiş kendi iç dünyasını, içindeki farklı kadınları, korkularını, endişelerini, evhamlarını.. Hem 'beyin' hem de 'beden' olmanın zorluklarını, yani hem 'kadın', hem de bir 'yazar' olmanın çelişkilerini öyle güzel anlatmış ki. Akademiyi ya da edebiyatı kendine yaşam tarzı olarak seçmiş her kadın kendinden bir şeyler bulabilir bu kitapta.. Elif Şafak'ın mücadele ettiği bir çok sorun, kafasında olan bir çok endişe hakkında yazdıkları, sanki kendi düşüncelerimin yazıya dökülmüş hali gibiydi. Aynı anda hem kadın, hem entellektüel olmanın anlamı ve ünlü kadın yazarların karşılarına çıkan zorluklar, yaşamları.. Bütün bunları çok akıcı ve zaman zaman espritüel bir dille kaleme almış yazar. Kendi vatanından ayrılıp dünyanın uzak bir köşesinde tek başına verdiği mücadele, küçücük bir odada yazdığı romanı, Boston'da üniversite kampüsünde 'beden' değil de 'beyin' olmaya karar verdiği an.. Ve bütün bunların üzerine gökten pat diye düşen aşk ve sonrasında gelen annelik.. Bütün bu duygu değişimlerin yarattığı karmaşadan doğan postnatal depresyon. Bir yazarın gözünden hepsi anlatılmış birer birer.
Sanırım bu gibi durumlardan öğrenmemiz gereken en önemli şey, insanın kendini herşeyin akışına bırakırsa iç huzurunu asla kaybetmeyeceği. Hayatı kontrol etmeye, yönlendirmeye, zorlamaya çalıştığımız anda bocalamaya başlıyoruz. Ne demiş bu kitapta Şafak:
'Hayat, biz planlarımızı yaparken peşimiz sıra sessizce gelip, o pek süslü pek fiyakalı planlarımıza Miki kulakları, vampir dişleri, pos bıyıklar çizen yaramaz mı yaramaz bir çocuk. Sen istediğin kadar planladığını zannet geleceği, o gene bildiğini okur.'
İşte tam da bu yüzden seneler önce plan yapmayı bırakmıştım. Hayatta o anı yaşamak, ne geçmişin olmuş bitmişiyle, ne de geleceğin belirsizliğiyle kendimi zehirlememek.. Buymuş meğer hayatta mutluluğun sırrı. O yüzdendir ki plan yapmayı hiç sevmem, sürekli geleceğimle ilgili sorular soran insanlara ne cevap vereceğimi şaşırırım.
14-15 yaşlarında içine kapanık bir ergenken, siyah tişörtler giyer ve gri ajandamın içine benden başka kimsenin okumadığı melankolik şiirler yazarken, ben de güya bir manifesto yazmıştım kendimce:
1- Asla ama asla 30 yaşından önce evlenmeyecektim.
2- Asla çocuk sahibi olmayacaktım. Çocuklar umarsızca bencil, insanın sonsuz zamanı olsa hepsini de alan, gereksiz şeylerdi. Sırf kendi bencilce isteklerim yüzünden bu dünyaya bir çocuk getirmeyecektim, bu dünyada zaten gereğinden fazla acı çeken, fakir, aç çocuk vardı.
3- Mutlaka 25 yaşımdan önce bir roman yazacaktım.
Manifestomun birinci maddesi başaşağı dönüp denizin dibini boyladı bile. 24 yaşında aşık olup 26 yaşında evlendim. Asla 'asla' dememek gerektiğini, kaderin ve aşkın insanı tepetaklak döndürebileceğini işte böyle öğrendim!
Manifestomun ikinci maddesi sallantıda.. Dünyada insana yaşama sevinci veren başlıca şeylerden birinin kendi çocukları olduğunu gördükten sonra. Çocuk sahibi olmanın da bir insanın entellektüel birikimine, gelişimine, büyümesine çok ama çok büyük katkıları olabileceğini gördükten sonra. Annemin bana bakarken gözlerinde beliren ışıltıyı başka hiç bir yerde, hiç bir kimsede göremediğimi farkettikten sonra. Ve öğrendiğim herşeyi, okuduğum güzel hikayeleri, yaşadığım maceraları kendi neslime aktarmak, benim aracılığımla doğan ama benden çok farklı ve benzersiz olan bir varlıkla paylaşmak isteyebileceğimi farkettiğim zaman.
Manifestomun üçüncü maddesine gelince.. Bir yazarın bir zamanlar çok doğru söylediği gibi 'Yazmak mutsuzluğun nedeni değil, sonucudur'. Ve ben sanırım bir roman yazmak için fazla 'normal' ve fazla mutluyum. Edebiyat tarihinde çok başarılı romanlar yazan yazarlara baktığımızda hepsinin bir tür ruhsal sarsıntıdan geçtiğini, kendilerini iyileştirmek için yazmaya yöneldiklerini görüyoruz. Ben böyle bir gerekçe istemiyorum. Bu yüzden roman yazamayacağımı düşünüyorum. Hatta artık şiir bile yazmak içimden gelmiyor pek.
Ama daha önce bahsettiğim gibi, sevdiğim yazarların, sanatçıların hayatlarını yazabilirim. Akademik makaleler, blog'umda denemeler, hayat üzerine düşündüklerimi yazabilirim. Bütün bunları yazmak, sürekli okumak, yazmak ve paylaşmak beni çok mutlu ediyor. Beni bir bütün yapıyor. Kendimi yazının akışına bırakırsam eğer, sanırım hep 'bu an'da kalabilirim..
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
Siyah sütü bende okumuştum. Konu olarak bana çok yakın gelmişti.Bende doğum sonrası depresyon yaşadığım için benzer şeyler yaşayan birinin düşüncelerini merak etmiştim.
ReplyDeleteBeğendim ama kitaptan farklı beklentilerim olduğu için hayal kırıklığına uğradım.
plan yapmamak konusundaki düşüncelerini paylaşıyorum. Çok önce okuduğum bir kitapta 'Kader çok önceden beri varolan bir yoldur. Sen o yolu kendin yaptığını zannedersin ama aslında önceden çizilmiştir, sen sadece yürürsün.' yazıyordu. Bende tıpkı böyle düşünüyorum. Geçmiş ve gelecekle oyalanmayıp hayatın tadını çıkarmalı. Çünkü sabrımız sadece şu an için yetecek kadar var.
Bence sen kesinlikle anne olmalısın. Çocuklarına mutluluk vereceğine eminim.
Sevgiyle kal ve hep mutlu kal.
Merhaba Isil
ReplyDeleteYorumun icin cok tesekkurler, ne kadar ilginc senin de basindan boyle bir sey gecmis olmasi. Ama haklisin, postnatal depresyon durumunun kendisini cok anlatmiyor aslinda, daha cok o ana kadarki hayatini anlatiyor. O beklentiyle okuyan birisi hayalkirikligina ugrayabilir dogal olarak.
Cok tesekkurler, belki de olurum ileride anne, kimbilir :) Gercekten hayat insana kendi planlarinin ne kadar anlamsiz oldugunu her seferinde gosteriyor.
Çevremde ki aile yapılarını ve aktarımlarını,ilgilerini görünce aile kurmak için yeterlilik testi,sınavı olması gerektiğini düşünüyorum.
ReplyDeleteSen,mutlaka anne olmalısın. Birer birer de olsa toplumumuz da artık birşeyler değişmeli.Işıl'a katılıyorum. Önemli olan mutlu bireyler yetiştirebilmek.
Benim Hayatim,
ReplyDeleteGercekten oyle. Aile kurmak sebat, sevgi, merhamet ve cok ama cok sabir isteyen bir sey.
Yorumun icin sana da cok tesekkurler. Umarim ben de mutlu birey/ler yetistirebilirim gunun birinde :)