Saturday, February 14, 2009

İki Johnny Depp filmi

Çok uzun zamandır izlediğim filmlerin eleştirilerini yazamıyorum buraya. En azından bir kaç tanesini aradan çıkarayım dedim. Eğer bu sıralar izleyecek film arıyorsanız işte tavsiyelerimden birkaçı, bu ve bundan sonraki bir kaç yazımda.

Edward Scissorhands (Edward Makaseller):



Tim Burton'ın hayran olunası hayalgücünden çok güzel bir masal. Ben bu filmi çok küçükken izlemiştim, ama aklımda çok az detayı kalmış, o yüzden ne zamandır bir daha izlemek istiyordum. Kullanılan renkler çok güzel: Tim Burton 'Suburbia'nın, yani Amerika'nın banliyölerinin boğucu ve sıkıcılığını inanılmaz parlak renklerle yansıtmış. Hepsi birbirine benzeyen kadın tipleri bana 'Stepford Wives' filmini hatırlattı. Edward ise zaten herkesin içine işleyen bir karakter. Johnny Depp olağanüstü oyunculuk yeteneğini konuşturuyor bu filmde de. Farklı olmayı, karşılıksız ve ümitsizce sevmeyi, hayalkırıklığını çok güzel anlatıyor film. Ayrıca bu filmi izledikten sonra burada kışın sürekli devam eden ve artık bıktığım kar yağışına çok daha farklı bir gözle bakmaya başladım :) Çok tatlı, ama acıklı bir masal.

What's eating Gilbert Grape:


Bu film de uzun zamandır adını duyduğum ama daha yeni izleyebildiğim bir 90'lar filmi. Son 15 gün içinde tamamen tesadüfen izlediğim 2. Johnny Depp filmi bu oldu.

Filmde Johnny Depp, zeka özürlü 17 yaşındaki kardeşi Arnie'ye ve ailesinin geri kalan bütün üyelerine (aşırı ölçüde obez olan annesi de dahil) bakmakla yükümlü olan bir genci canlandırıyor. Kardeşi Arnie rolünde Leonardo DiCaprio var. Sanırım o zamanlarda 16-17 yaşlarında kadarmış. DiCaprio'yu, doğrusunu söylemek gerekirse, 'Titanik' filmi yüzünden hafife alıyordum.
Bu filmi izledikten sonra görüşüm tamamen değişti. İnanılmaz bir oyunculuk sergilemiş. Hayran kalınacak bir yetenek. Daha o yaşta böylesine bir rolün üstesinden gelebilmesi beni çok şaşırttı. Johnny Depp bile bu filmde onun gölgesinde kalmış sanki.

Lasse Hallstrom'un yönettiği bu film o kadar içten, o kadar hayatın içinden ki. Hem buruk, hem de insanın içini ısıtan bir hikaye. Tam da bu yüzden çok gerçekçi zaten. İnanılmaz ölçüde sıkıcı herhangi bir küçük Amerikan kasabasında yaşanabileceek bir hikaye, her biri birbirinden ilginç karakterler. Magnolia'daki polis rolüyle tandığımız John Reilly'i de burada görmek çok hoş bir sürpriz oldu. Gilbert Grape'in hayatı her gün rastladığımız herhangi bir insanın hikayesi gibi: Hem tanıdık, hem büyüleyici. Mutlaka izleyin derim.


No comments:

Post a Comment