Monday, July 13, 2009
The fountain
'The Fountain', Darren Aronofsky'den çok değişik bir film. Film gerçekten çok farklı ve açıkçası herhangi bir sınıfa sokamadım filmi kafamda. Bilim-kurgu desem değil, dram desem değil, fantastik belki.. Ya da 'felsefi bir fantastik film' denebilir belki bu film için. Ve kesinlikle Aronofsky'nin diğer filmlerine hiç benzemiyor (En azından benim izlediğim filmler olan Pi ve Requiem for a Dream'e)
Aronofsky filmde sanırım bir çok değişik konuyu harmanlamaya çalışmış. Filmde Maya efsanelerinden, Hristiyanlık tarihine, modern tıptan Budizm felsefesine kadar o kadar çok konuya değiniliyor ki sanki biraz kargaşa yaratmış bu durum. Sanki aynı anda bir çok şey birden yapılmaya çalışılmış ama çok da açık seçik bir hikaye olmamış gibi. Film aynı anda 3 farklı zaman diliminde geçiyor: 16. yüzyıl İspanya'sı, günümüz ve bundan 400-500 sene sonrası, yani 2500ler. Filmin ana teması ise ölüm ve yeniden doğuş. Ama aynı zamanda bir aşk hikayesi de diyebiliriz. Bir doktorun, kanserden ölmek üzere olan karısını kurtarmak için çabalayışının hikayesi. Aynı zamanda izleyiciyi garip bir şekilde, hepimizin kaçınılmaz sonu olan ölüm fikriyle barıştırıyor bu film!
Filmin karanlığı, sarı / altın tonları ve görsel efektleri çok hoşuma gitti. Hugh Jackman ve Rachel Weisz'ın oyunculukları gayet iyiydi, zaten ikisini de severim oldum olası. Bir de tabii Clint Mansell'in o enfes soundtrack'i, en başta da 'Death is the Road to Awe' parçası, mükemmeldi. Üstüste bir kaç kez dinlememe rağmen hiç bıkmadığım bir parça.
Filmin çok ilginç, değişik bir atmosferi var ve izleyiciyi de içine çekiyor. Film bittikten çok sonra bile film hakkında düşünmeye devam ediyorsunuz. (Çünkü film ve sonu, sizin kendi yorumunuza inanılmaz açık). Bizi de düşünceler içinde bıraktı film: Bir insan, hayatta en çok sevdiğinin, en çok sevdiklerinin ölümleriyle nasıl başa çıkar? Neler hisseder? Bir gün gelip de ölümün soğuk eli hayatta en çok sevdiğimize dokunduğunda, nasıl bir acı bekliyor bizi? Ölüm bir son mudur, yeni bir başlangıç mı? Ya da, filmde Hugh Jackman'ın karakterinin söylediği gibi bir hastalık mı?
'The Fountain', kesinlikle her zaman izlediğiniz filmlerden çok farklı, masalsı bir film.
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
biraz önce uzun uzun bir yorum yazdım siliniverdi:) tekrar deneyeyim. 2 sene önce izlemiştim filmi. bana ayrı zamanlarda geçiyor gibi değil de aynı mevzuu farklı metaforlarla ele alıyor gibi gelmişti. ölmekte olan kadının yazdığı hikaye kadının hastalığının metaforuydu sanki. (ve hastalık zaten başlı başına bir metafordu). ispanya, kadının bedeni; işgalciler hastalık. kurtuluş ise ölümü kabullenmek gibi... böyle kalmış aklımda. üçüncü katmansa adamın seyr-i süluk'u gibi gelmişti bana. yani tabi burada seyr-i süluk'u tırnak içinde kullanıyorum. pi'den de alt metin olarak farklı gelmiyor bana bu film. sanki ikisi de kabalanın ana temalarını ayrı ayrı ele alıyor gibi. yani beslendiği kaynak aynı anlamında söylüyorum sanırım bunu:) tabi requiem for a dream apayarı bir filmdi. bence üçü arasında en güçlü filmi... "kaynak" eleştirmenlerce yerden yere vurulmuş olsa da bence izlenmeye değer bir film. ben de tıpkı senin gibi izledikten sonra üzerinde düşünmeye devam etmiştim. ölümle barışmak fikrinden fersah fersah kaçanların, bu filmi anlamsız bulacağından endişe ediyorum:))
ReplyDeleteMerhaba Kibrit Kutusu,
ReplyDeleteYorumun icin cok tesekkurler! Ben senin yaptigin kadar dikkatle izlememisim filmi demek ki :) Haklisin, farkli zamanlar, farkli metaforlar olarak algilanabilir.
Bence de kesinlikle izlenmeye deger ve ilginc, hos bir film.
Moonie