Monday, October 30, 2006

Tiyatro, yaşam, sahne, perde..



Dün üniversitenin profesyonel oyuncuları ve ünlü oyunları ağırlayan sahnesi olan Court Theater'da 'Raisin' isimli oyunu seyrettik. Raisin, yani 'Kuru üzüm', Chicago'nun güneyinde yaşayan bir zenci ailesinin henüz ırkçılık ve ayrımcılığın baskın olduğu zamanlarda o mahallede yaşadığı zorlukları, yaşamlarının değişik yönlerini ve en sonunda da sadece 'beyaz' Amerikalıların yaşadığı Clybourn Park mahallesinde bir ev satın aldıktan sonra karşılaştıkları güçlükleri anlatıyor. Oyunun tümünde azimle tüm güçlüklere karşı çıkmanın sonunda meyvesini vereceği, kimsenin çabalarının karşılıksız kalmayacağı ve acıların boşuna çekilmediği mesajları veriliyor bence.. Amerika'da zencilerin karşılaştıkları zorluklar ve yaşam koşullarını anlatan eserleri izlemeyi ya da okumayı çok seviyorum. Daha önceden en sevdiğim yazarlardan olan Toni Morrison'ın okuduğum üç kitabı (Song of Solomon, The Bluest Eye ve Beloved) gerçekten çok etkileyiciydi ve bana Amerikadaki kölelik tarihi ve ayrımcılık-ırkçılık konuları konusunda gerçekten de çok şey öğretti. Ayrıca siyahi Amerikalılar arasında eserlerini en çok sevdiğim ve beğenerek okuduğum şair Maya Angelou'nun efsanevi güzellikteki şiirlerinden de çok şey öğrendim bu ezilmiş azınlık hakkında. İnsanlar eskiden gerçekten ne kadar çok acı çekmiş, ve hala da çekiyor elbette, ama insan tarihi okudukça bizden önce yaşayanlar için herşeyin çok daha zor olduğunu görüyor bence, şu anda yaşamımızı kolaylaştıran o kadar çok yardımcı öğe var ki..

Raisin'i izlemek bana tiyatroyu ne kadar çok sevdiğimi ve hiç bir zaman onunla bağımı koparamayacağımı hatırlattı. Bugün üniversitedeyken iki yıl boyunca aktif bir üyesi olduğum Tiyatro Klübümüzden bir arkadaşım bana mail attığında ise, nostaljik bir özlemle üniversite yıllarıma geri döndüm..Sanki aradan bir kaç yıl değil de yüzyıllar geçmiş gibi geliyor bazen..Ne kadar neşeli, ne kadar mutlu, kaygısızmışız o zamanlar, ve kendimizi bütün herşeyimizle tiyatroya ne kadar çok adamışız... İşte o zamanlardan, tiyatroyla ilgili yazdığım bir yazı.. Yıllar ne kadar çabuk ve farkettirmeden geçiyor..




'Yaşamak… Yani katıksız, yalın, duru, saf ve bir bütün halinde yaşamaktır tiyatro. Alınan her nefes, atılan her adım, yüzün her şekli, vücudun her duruşu başlı başına bir yaşamdır..

Paylaşmak, sevmek, hüzünlenmek, gülümsemek, ağlamak, gülmek, dansetmek, yürümek, tek başına ya da hep birlikte yaşamak,yaşamaktır. Varolduğunun bilincine varmak, onu tüm dünyayla paylaşmaktır belki de, kendini yeniden keşfetmek, gerçekten var olduğu sanılan sınırları bir çığlıkla silmektir. Kendi sesini yeniden bulmaktır bazen, kendi bakışını bir kez daha keşfetmektir. Yaşamda insana biçilmiş olan kostümleri, ezberlenilen replikleri, uygun görülen rolleri fırlatıp atabilmek, ”oyunun içinde oyun” oynayabilmektir, bazen yeniden çocuk olabilmektir tiyatro. Gözyaşlarının arasından gülümseyebilmek, zamanı, mekanı,tüm boyutları bir anda yok edebilmektir. Bazen yaşamın ta kendisi olup, bazense acının siyah pelerini altına girebilmektir. Başka gözlerde yansıyabilmek, başka şarkılar söyleyebilmektir elele..Kulaklarında çağıldayan bir alkış sesinde, tüm hayatını bulabilmektir.. Shakespeare’in çok uzun süre önce farketmiş olduğu gibi, “Aslında tüm dünya bir sahnedir.” Ve tiyatro, sahneden hiç inmemiş olanların öyküsüdür… '


Moonshine
09.04.2001

No comments:

Post a Comment